hakkari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
hakkari etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

21 Haziran 2012 Perşembe

Ferid Edgü Ve Hakkari'de Bir Mevsim


Her zaman okurların kitap seçmediğine, kimi zaman kitapların okurunu seçtiğine inananlardanım. Bak, ne anlatacağım? Okuduğum başka yazarların deneme kitaplarında Ferit Edgü adına hep denk gelirdim. Nedense bir kere bile kimdir diye merak etmediğimi çok yeni fark ettim. Oysa hafızamın kıvrımları arasında Ferit Edgü'yle ilgili bazı sempatik bilgiler gizlemiştim. Sanat eserlerinin, aynı hayat gibi kendisinin dışında bir mesajı olmadığını düşünen biriydi. Hoşuma gitmişti. Ben de motomot mesaj veren hiç bir sanat yapıtından haz etmem çünkü. Ne bir kitap, ne bir film, ne bir resim...  Sonra duyarlık sözcüğünü önemseyen biriydi. Çağdaş sanatçılardan kimi bu sözcüğü rafa atmış olsalar da duyarlık olmadan nasıl iletişim sağlanabileceğini soruyordu. Haklı değil miydi? Gene bir başka yazar Ferid Edgü'nün bir yazısını anlatırken, sanatçıların yapıtlarıyla, okuruna, seyircisine ya da dinleyicisine yeni dünyalar keşfettirdiğini düşünüyordu.  Ne yalan söyleyeyim, Ferit Edgü'nün düşüncelerini sevmiştim. Gene de kitapçıya gittiğimde bir gün olsun Ferit Edgü kitabını sormamıştım. Hangi kitapları vardı? Nasıl hikayeler yazardı? Ömrümde bir defa bile Ferid Edgü kitabını elime almamıştım.


Peki... Hakkâri... Okuduğum ders kitaplarında, gazetelerdeki haberlerde, televizyonda seyrettiğim programlarda Hakkâri adına hep denk gelirdim. Orda memleketimin taaa ucunda bir sınır şehrimizdi. Şehrin etrafında çok yüksek, sarp yamaçlı, kolay aşılmaz dağlar vardı. Acaba Hakkâri'den Zap Suyu mu akardı? Emin değilim. Duyduğum kadarıyla dağlarında yaz kış erimeyen karlar vardı. Kışın sıcak odamda yayıldığım koltuğumda haberleri seyrederken kaç kere gördüm. Kışın kar öyle yağardı ki hiç kimse oraya kolay kolay varamazdı. Hastalar doktor bulamazdı. Orada çok çocuk ölümleri vardı. Türkçe'nin dışında değişik bir dil konuşurlardı.  Son günlerde, yaşanan asker şehitleriyle, şehrin adı gene iyice dillenmişti. Ben Hakkâri'ye hiç gitmedim. Ömrümde bir defa bile Hakkâri'yi görmedim.
 

Eylül ayında, İstanbul Sahaflar Festivali'ne gitmiştim ya... Bu kez kararlıydım bir tane olsun Ferit Edgü deneme kitabı satın alacaktım. Bir sahafa sormuştum. Raftan bir kitap seçmişti. Elime vermişti. Bakmıştım. Bu bir deneme kitabı değildi. Bir romandı. Adı... O - Hakkâri'de Bir Mevsim... Oturmuştum sahafın sandalyesine... Kitaba bakakalmıştım. Sayfalarını aralamıştım. Denk geldiğim sayfanın bir yerinden okumaya başlamıştım. Bak... Bu kitabı ben seçmemiştim. Bu kitap beni seçmişti. Yazarın bana bir mektubu vardı çünkü. İstanbul'daydım. Hava cehennem gibi sıcaktı. Ben ise zangır zangır üşüyordum. Çünkü bedenim İstanbul'da olsa bile, ruhen o anda İstanbul'da değildim. Ah!.. Bir teknenin kaptanı olmayı her zaman hayal ederdim. Ferit Edgü bilmişti beni. Hiç aklımda yokken  teknemin rotasını Hakkâri'ye çevirmişti. Roman hayalle gerçeğin harmanlandığı bir şiir gibiydi. Sahaflardan sonra saatlerce oturduğum kahvede  O- Hakkâri'de Bir Mevsim adlı romanı soluksuz okuyup, bitirmiştim. Şimdi bana yazdığı şu aşağıdaki mektubu tekrar okuyacağım. Sonra Ferit Edgü'ye cevap yazacağım. "Değerli Yazar, kendimi bir kâşif gibi hissettirdiniz. Teşekkür ederim. Sevgiler." 
  

"Ey okuyucu!
eğer yaşantın boyu, bir gün olsun
bir teknenin kaptanı olmadınsa
- ya da böylesi bir duyguya kapılmadan, böyle bir düş görmedinse-
teknen bir gün ya da gece, yolunu şaşırmış,
bilmediğin sularda yol alırken
haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa
ve kendini tek başına
-Tayfalar nerde? Dümencim n'oldu?-
bir kumsalda da değil, denizden kilometrelerce uzakta, üstelik bir dağ başında (Rakım: 2.100) bulmadınsa
ya da benzeri korkulu bir düşü,
gözü açık ya da kapalı görmedinse
bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin.
Çünkü anlamak bir ortak dil gerektirir.
Ortak dil ise,
ortak yaşam / ortak bilgi / ortak birikim / ortak düş
kimi yerde, ortak düşüş demektir.
Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi.
Ama diyebilirsin ki, Bana yabancı olanı arıyorum ben.
Öyleyse yolun açık olsun.
Ama gene de,
bu kitabı okurken elinin altında, büyük gezginlerin sözlükleri, andaçları bulunsun, derim."

Ferit Edgü 


23 Ekim 2011 Pazar

Yaralı Gövde, Yaralı Yurt, Yaralı Zaman



Ferit Edgü'nün Hakkari'de Bir Mevsim adlı kitabını geçen ay okumuştum. Akabinde hemen Hayal Kahvem'de hislerimi işte burada yazıya  dökmüştüm. Son günlerde yurdumun doğusunda yaralar alındıkça, Ferit Edgü'nün  Yaralı Zaman - Bir Doğu Yolculuğudan Notlar adlı  anlatı kitabını tekrar okumayı çok arzu ettim. Biliyordum ki bu  kitap beni o coğrafyalara götürecekti...

Kadın,
Neyin var, diyor.
Hiç, diyor Adam. Hiçbir şeyim.
Burdasın ama, sanki burda değilsin, diyor Kadın.
Yakında gidiyorum, diyor Adam.
Nereye, diye soruyor Kadın.
Doğuya. Dağlara.
Kadın elindeki çubukları bırakıyor.
Bunu bekliyordum, diyor.
Adam susuyor.
Kadın susuyor: Niçin?
Gazete gönderiyor.
Oraya gönderecek senden başkasını bulamadılar mı?
Ben istedim, diyor Adam.
Dünya gözüyle bir kez daha görmek için mi, diyor Kadın.
Gözlerinde acılı bir gülümseme.
Belki. 
Dağları özledin öyle mi?
Belki.
İnsanları da özlemiş olmalısın.
Susuyor Adam.
Soruyor Kadın:
Akan kanı durduracağını mı sanıyorsun?
Hayır, diyor Adam.
Öyleyse niçin?
Gitmek için, diyor adam.
Ama yıllar önce gitmiştin.
O çok önceydi.
Değişen bir şey yok, diyor kadın.
Göreceğiz........
 

Ferit Edgü Hakkari'de yedeksubaylığını yapmış. Ve yurdumuzun o coğrafyasını unutamamış. Oraların ikinci doğumunu yaşadığı yer olduğunu düşünüyor. Hakkari'den ayrıldıktan oniki yıl sonra 1976 yılında Hakkari'de Bir Mevsim'i yazmış. Ateş düştüğü yeri yakar, dense de, yurdun hangi coğrafyası yara alırsa tüm yurt yara alıyor aslında. Hakkari'deki terör, Van'daki deprem hepimizi yaralıyor. Seferis'in "yaralı gövde, yaralı yurt, yaralı zaman" sözleri  acımıza  denk düşüyor. Ferit Edgü'nün Yaralı Zaman adlı kitabını okuyorum. Beni oturduğum yerde gene  yolculuğa çıkarıyor. Sıcacık odamda kitap okuduğum halde, sanki o coğrafyalara yolculuk etmişim gibi, Hakkari'nin, Van'nın   ayazını, acısını yüreğimde hissettirip, titretiyor. Zaten Ferit Edgü  "her büyük edebiyat bir yolculuktur." diyor. 

Gece.
Bir türkü yükseliyor.
Bir kadın sesi.
Türküden çok bir inilti, bir yakınma.
Bu nerenin türküsü, diyorum.
Türkü değil bir ağıt, diyor Vahap.
Ne diyor?
Yeni yakmış olmalılar, bilmiyorum.
Susuyor. Gecenin içinden gelen bu ağıtı dinliyor.
Sonra, uzun bir susuştan sonra, Bu dağları bilirdim, gurbeti 
bilmezdim, diyor. Gece yüreğimde bir hançer, diyor. Kim sapladı 
bu hançeri, bilmem, diyor. Gel hançeri çıkar, diyor. Gel hançeri 
çıkar, diyor.
Akan kanım...
Devam etme, diyorum. Ben bu ağıtı daha önce dinlemiştim.
Hiç sanmam, diyor Vahap. Ben bile duymamışken...
Sizin ağıtlarınız birbirinin aynı, diyorum. Sesimi yükseltiyorum.
Tümü birbirinin aynı. Sonra rehberimin gönlünü almak 
istercesine,
Ölüm gibi, diyorum.

........................................
..................................................

Boşuna çabalama diyor Kadın. Orda gördüklerini, duyduklarını, yaşadıklarını yazamazsın.
Ben de düşlediklerimi yazarım, diyor Adam. Her zamanki gibi, diyor Kadın.
Her zamanki gibi, diyor Adam.
Öyleyse hiç durma yaz, diyor Kadın. İşte kağıt, işte kalem.

Ferit Edgü - Yaralı Zaman

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ferit Edgü'den Bana Bir Mektup Vardı...


Her zaman okurların kitap seçmediğine, kimi zaman da kitapların okurunu seçtiğine inananlardanım. Bak, ne anlatacağım? Okuduğum başka yazarların deneme kitaplarında Ferit Edgü adına hep denk gelirdim. Nedense bir kere bile kimdir diye merak etmediğimi yeni fark ettim. Oysa hafızamın kıvrımları arasında Ferit Edgü'yle ilgili bazı sempatik bilgiler gizlemiştim. Sanat yapıtının aynı hayat gibi kendisinin dışında bir mesajı olmadığını düşünen biriydi. Ben de motomot mesaj veren hiç bir sanat yapıtından haz etmem. Ne bir kitap, ne bir film, ne bir resim...  Sonra duyarlık sözcüğünü önemseyen biriydi. Çağdaş sanatçılardan kimi bu sözcüğü rafa atmış olsalar da duyarlık olmadan nasıl iletişim sağlanabileceğini soruyordu. Haklı değil miydi? Gene bir başka yazar Ferid Edgü'nün bir yazısını anlatırken, sanatçıların yapıtlarıyla, okuruna, seyircisine ya da dinleyicisine keşfettirdiği yeni dünyaların, Christoph Colomb'un Amerika'yı keşfiden daha az heyecanlı olmadığını yazdığını okumuştum.  Hani Colomb Hindistan'a gideyim derken Amarika'ya ayak basar ya...  Okur için de durum böyle diyordu. Ne yalan söyleyeyim çok doğru diye düşünmüştüm. Ferit Edgü'nün düşüncelerini sevmiştim. Gene de kitapçıya gittiğimde bir gün olsun Ferit Edgü kitabını sormadım. Hangi kitapları vardı? Nasıl hikayeler yazardı? Ömrümde bir defa bile Ferid Edgü kitabını elime almadım. Peki... Hakkâri... Okuduğum ders kitaplarında, gazetelerdeki haberlerde, televizyonda seyrettiğim programlarda Hakkâri adına hep denk gelirdim. Orda memleketimin taaa ucunda bir sınır şehrimizdi. Şehrin etrafında çok yüksek, sarp yamaçlı, kolay aşılmaz dağlar vardı. Acaba Hakkâri'den Zap Suyu mu akardı? Emin değilim. Duyduğum kadarıyla dağlarında yaz kış erimeyen karlar vardı. Kışın sıcak odamda yayıldığım koltuğumda haberleri seyrederken kaç kere gördüm. Kışın kar öyle yağardı ki hiç kimse oraya kolay kolay varamazdı. Hastalar doktor bulamazdı. Orada çok çocuk ölümleri vardı. Türkçe'nin dışında değişik bir dil konuşurlardı.  Son günlerde asker şehitleriyle şehrin adı iyice özdeşleşmişti. Ben Hakkâri'ye hiç gitmedim. Ömrümde bir defa bile Hakkâri'yi görmedim.


Hani perşembe günü İstanbul Sahaflar Festivali'ne gitmiştim ya... Bu kez kararlıydım bir tane olsun Ferit Edgü deneme kitabı satın alacaktım. Bir sahafa sordum. Raftan bir kitap seçti. Elime verdi. Baktım. Bu bir deneme kitabı değildi. Bir romandı. Adı... O - Hakkâri'de Bir Mevsim... Oturdum sahafın sandalyesine... Kitaba bakakaldım. Sayfalarını araladım. Denk geldiğim sayfanın bir yerinden okumaya başladım. Kitabı ben seçmedim. Bu kitap beni seçti. Yazarın bana bir mektubu vardı çünkü. İstanbul'daydım. Hava cehennem gibi sıcaktı. Ben ise zangır zangır üşüyordum. Ben o anda İstanbul'da değildim. Bir teknenin kaptanı olmayı her zaman hayal ederdim. Ferit Edgü bilmişti beni. Hindistan'ı bulmak niyetiyle Amerika'yı keşfeden Colomb gibi hiç aklımda yokken  teknemin rotasını Hakkâri'ye çevirdi. Roman hayalle gerçeğin harmanlandığı bir şiir gibiydi. Sahaflardan sonra oturduğum kahvede  O- Hakkâri'de Bir Mevsim adlı romanı soluksuz okudum ve bitirdim. Ferit Edgü'nün bir başka kitabı var şimdi elimde...  Eylül'ün Gölgesinde Bir Yazdı. Kitabın rotasına göre teknemi ayarladım. Bakalım memleketimin hangi şehrine hangi insanlarına denk geleceğim? Bu kitabıyla da yazar; dar, kısıtlanmış ufkumu kimbilir nasıl genişletecek... Kimbilir bana neler, nereler keşfettirecek? Ne güzel! Bana yazdığı şu aşağıdaki mektubu tekrar okuyacağım. Sonra Ferit Edgü'ye cevap yazacağım. "Değerli Yazar, kendimi bir kâşif gibi hissettirdiniz. Teşekkür ederim. Sevgiler." 
 

"Ey okuyucu!
eğer yaşantın boyu, bir gün olsun
bir teknenin kaptanı olmadınsa
- ya da böylesi bir duyguya kapılmadan, böyle bir düş görmedinse-
teknen bir gün ya da gece, yolunu şaşırmış,
bilmediğin sularda yol alırken
haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmadıysa
ve kendini tek başına
-Tayfalar nerde? Dümencim n'oldu?-
bir kumsalda da değil, denizden kilometrelerce uzakta, üstelik bir dağ başında (Rakım: 2.100) bulmadınsa
ya da benzeri korkulu bir düşü,
gözü açık ya da kapalı görmedinse
bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin.
Çünkü anlamak bir ortak dil gerektirir.
Ortak dil ise,
ortak yaşam / ortak bilgi / ortak birikim / ortak düş
kimi yerde, ortak düşüş demektir.
Ortak değilse bile, yakın / benzer / gibi.
Ama diyebilirsin ki, Bana yabancı olanı arıyorum ben.
Öyleyse yolun açık olsun.
Ama gene de,
bu kitabı okurken elinin altında, büyük gezginlerin sözlükleri, andaçları bulunsun, derim."

Ferit Edgü