kuyu ve sarkaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kuyu ve sarkaç etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

16 Ekim 2018 Salı

Neye Niyet Neye Kısmet


!924 yılında doğan Kobo Abe, ikinci dünya savaşı esnasında tıp eğitimi almış. Edebiyata ve felsefeye meraklıymış. Üniversitedeyken Poe, Beckett, Dostoyevski, Kafka, Nietzsche okumalarına dalmış. 1948 yılında ilk öykü kitabı yayımlanınca doktorluğu bırakmış. Romanlar yazmış.  Kumların Kadını 1962 yılında yayımlanmış. Roman, 1964 yılında beyaz perdeye aktarılmış. Barış Bayıksel'in Japoncadan çevirisinin giriş cümleleri şöyle:
"Bir ağustos günü, bir adam ortadan kayboldu.  Bir tatil gününde, buharlı trenle yarım günlük mesafedeki sahile doğru yola çıktı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ne kayıp başvurusu ne de gazete ilanları işe yaradı." 

Nanananoom... Acaba adama ne oldu? Peki Kumların Kadını kim? Romanın konusu, anlatımı, tadı çok ilgimi çekti. Ben romanı okudum. Neler olup bittiğini biliyorum. Aaa! Olur mu?Oturup konusunu anlatacak değilim. Ne derler... Merak eden okur, olur biter:)

Bakın şimdi... Romanı okudum ya... Kumların Kadını'nı okumam bitince, işte buyrunuz... Aşağıdakileri yapmaya  niyetlendim.

Kumların Kadını'nın filmini seyredeceğim. 
Kobo Abe'nin Türkçe'ye çevrilen kitaplarını alıp, okuyuvereceğim:)


Kobe Abe'nin bayıldığı yazarmış Edgar Allan Poe.  
Laf aramızda benim de devasa  sevgim saygım  vardır kendisine... Veee...
Kumların Kadını'nı okuyunca,  Poe'nun Kuyu ve Sarkaç'ına  tekrar göz atmaya niyetlendim.


"Neye Niyet Neye Kısmet" derler bizim köyde... 
Henüz niyetlerimin gerçekleşmesi mümkün olamadı da, aşağıdakiler kısmet  oldu:)

Mobius Şeridi ya da sarmalı'nı öğredim.



Japon filmi seyretmeye niyet etmiştim.
Onun yerine  bu İzlanda filmini seve bayıla  seyrettim. 
Hoppala! Niye böyle oldu?
Kısmet valla. Ne biliyim:) 


17 Eylül 2013 Salı

Kahve Molası - Ama Bir Ağlamaya Başlarsam Var Ya...


"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız. 
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız.
Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi;
ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir?  En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez. Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."
Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe



Bitkindim. Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu. Sanırım  hafta sonu tatili süresince tembelleşen bünyem, ikinci çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış, gün gelipte bir işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye başıma indirmişti.  Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum. Yürüyordum ben... Ilık esen ilk sonbahar rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D. Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi vardı.  Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.

"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."

Şiir/Çok Gözlü Kız - Tim Burton
2011

15 Mayıs 2012 Salı

Kahve Molası - Ama Bir Ağlamaya Başlarsam Var Ya...



"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız. 
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız.
Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi;
ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir?  En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez. Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."
Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe

Bitkindim. Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu. Sanırım  hafta sonu tatili süresince tembelleşen bünyem, ilk çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış,gün gelipte bir işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye başıma indirmişti.  Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum. Yürüyordum ben... Ilık esen ilk yaz rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D. Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi vardı.  Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.

"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."

Çok Gözlü Kız - Tim Burton

2011

6 Eylül 2011 Salı

Kahve Molası - Ama Ağlamaya Başlarsam Var Ya...






"En derin uykulardan uyanırken, bir rüyanın örümcek ağını yırtarız. 
Ama bir kaç saniye sonra, o ağ öylesine zayıftır ki, rüya gördüğümüzü bile hatırlamayız. Baygınlıktan ayılırken iki aşama vardır: Birincisi, zihnin ve ruhun hissetmesi; ikincisi de fiziksel olarak varolduğunu hissetmektir. Muhtemeldir ki ikinci aşamaya vardığımızda ilk aşamanın izlenimlerini hatırlayabilseydik, bu izlenimleri öteki boşluğun anıları arasında etkili şekilde görebilirdik. Peki o boşluk nedir?  En azından onun karanlığını mezarın karanlığından nasıl ayırt edebiliriz. Ama benim ilk aşama olarak adlandırdığım dönemin izlenimleri, hatırlamak istemese de uzun bir süre sonra çağrışım yoluyla kendiliğinden gelmiyorlar mı? Bu arada biz de nereden geldiklerine şaşıp kalmıyor muyuz? Hayatında hiç bayılmamış olan kimse korlaşan kömürlerde tuhaf saraylar, çılgınca tanıdık yüzler bulamaz. Birçoklarının göremeyebileceği havada, yükseklerde uçuşan hüzünlü rüyaları göremez. Taze bir çiçeğin kokusu üzerinde düşüncelere dalamaz..."

Edgar Allan Poe - Kuyu ve Sarkaç'tan
Çeviri - İpek E. Menekşe

Bitkindim. Yüreğim anlam veremediğim bir yangın alarmıyla sabahtan beri titreşiyordu. Sanırım uzun bayram tatili süresince tembelleşen bünyem, ilk çalışma günümün ağır kıvamlı temposuna daha fazla dayanamamış,gün gelipte bir işe yarayabileceğine asla aklımın kesmediği imdat çekicini kendime geleyim diye başıma indirmişti.  Bir anne şefkatiyle beni bağrına basan eflatun kadife koltuğumun kollarında yorgunluktan bayılıp kalmışım. "Şimdi şu patika yoldan sağa kıvrılacağım, sonra ilk sola dönüp dümdüz gittiğimde o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkacağım." diye içime söylüyordum. Yürüyordum ben... Ilık esen ilk yaz rüzgârı omuzlarıma dökülen kestane rengi saçlarımı usul usul havalandırıyordu. Üzerimde duman rengi elbisem vardı. Ortalıkta kimsecikler görünmüyordu. Sadece patika yolun başındaki, üzerinde D. Belediyesi yazan, beyaz boyası yer yer döküldüğü için nuh nebiden kalmış bir sandal görünümü veren bankın üzerindeki kuş korosu aklımdan geçen Just Like a Woman adlı şarkının melodisine eşlik ediyordu. Cıvıltılar efsunluydu. İçinde yürüdüğüm mekan yüreğime huzur veriyordu. Patika yoldan sağa kıvrıldım. Sonra ilk sola dönüp dümdüz yürüdüm. Ama yolun ucu o yüzyıllık çınarların bulunduğu meydana çıkmıyor, bambaşka bir yere açılıyordu. Karşımda bir marangoz atölyesi vardı.  Çok şaşırdım... Olduğum yerde öylece kalakaldım. Nerede olduğumu soracak hiç kimse görünmüyordu. Yapayalnızdım. Kaybolmuştum ben. Kapısı demir kepenkli marangoz atölyesinin talaşlı camında korkmuş kendimi gördüm. Ürkek gözlerle içime baktım. Hiç tereddüt etmedim. Bağıra bağıra ağlamaya başladım.


"Bir gün parkta gezerken hayretten donakaldım.
Bir sürü gözü olan tuhaf bir kıza rastladım.
Epey hoş bir kızdı hem de sarsıcı baya'a!
Baktım ağzı var, başladık laflamaya.
Çiçeklerden bahsettik, onun şiir kursundan...
Ve gözlük takarsa bir gün yaşayacağı onca sorundan.
Öyle bir kız tanımak hoş bir sürü gözü olan.
Ama ağlamaya başladı mı baya' ıslanıyor insan."

Çok Gözlü Kız - Tim Burton