Evet, seviyorum duygularımı
abartmayı... Kabul ediyorum mübalağacıyım. Yoo... Çoğu
zaman evlatlık mıyım acaba diye, düşünmedim değil. Düşündüm vallahi. Yoksa... Bilmiyorum olabilir mi ama... Kaç kere yakaladım ailemin, "Acaba karıştırdılar mı, bu çocuk bizim değil mi?" tadındaki bana acımtrak bakan gözlerini... Hal böyleyken, anlatamıyorum derdimi, inandırıcı gelmiyorum... Şaşırıp, hayret ediyorlar bana
tabii. Hep sabırla beklediler. Yaş aldıkça duygularımı abartmayı dizginleyeceğimi zannettiler. Nerdeee? Bilakis, yıllar içerisinde iyice sahiplenip, en incesinden en kallavisine, tüm hislerimi çitileyip, kabarttıkça kabarttım, abarttıkça abarttım. Artık şaşırmayı bıraktılar... Yüzlerinden okuyorum... Vaziyetime ya üzülüyor ya da acıyorlar... Bakma, bazan ben de çok
acıyorum bana. Amaaa... Hemen Evliya Çelebi'yi getiriyorum aklıma.. Misal, Karadeniz'in dalgalı oluşunu nasıl anlatır Evliya Çelebi? Heyy! Hatırlasana... "Dalgalar yükseliyordu ay'ı elliyorduk, dalgalar çekiliyordu cehennemdeki zabanileri görüyorduk" tadında anlatışı, nasıl harikûladedir, öyle değil mi?
Şimdi niye anlattım bunları biliyor musun? Engin Ergönültaş'ın Minare Gölgesi adlı kitabının, Mart ayı başından itibaren satışa çıkacağını duyduğumdan beri, yüreğimin pıtpıtını durduramadım gitti. Hatta hafta başında, İstanbul'a, Kemal Tahir Sempozyumu'na gittiğim gün, kıyı bucak önüme denk gelen tüm kitapçılara, hiç üşenmeden tek tek girdim. Minare Gölgesi'ni sordum. Yoktu. Kitabı ogün elime alacağıma kendimi öyle inandırmışım ki, bineceğim otobüsün Kadıköy'deki şubesinin yanındaki son kitapçıda da bulamayınca... Of... Bak... "Abartmışsın gene... "Alt tarafı kitap, acelen ne?" diyeceksen, aman sakın ola deme... O an bana denk gelip, "naber" filan deyip dokunsaydın elime... Başımı omuzuna dayayıp, iki gözü iki çeşme ağlardım inan ki.. Öyleee koskocaman bir yumruk oturmuştu yüreğime. Öyle işte... Abartıyorum öyle mi? Pekiii... Bi sor bakalım niye?
Günümüzde, her yer, her şey, o kadar hızlı, o kadar paldır küldür değişiyor ve adına modernizisyon deniyor ya hani... Biliyorum gene abartıyorsun diyeceksin ama... Yeminle başka türlüsü elimden gelmiyor... Bu değişim bünyemin akordunu fena halde bozuyor, yabancılık hissediyorum, ne yapabilirim yani... İnan... Kimi zaman yüreğim sırf bu sebepten daralıyor... Bu kadar mı değişir herşey bu kadar mı yabancılaşır insan çevresine? Hiç mi eskiyi hatırlatmaz bir şey, bu kadar mı anılar gömülür yerin dibine? Yıllardır duymadığım Engin Ergönültaş ismi, beni aldı taaa Gırgır mizah dergisi okuduğum zamanlara götürdü. Engin Ergönültaş'ı tanıyor muyum? Yooo... Fotoğrafını görsem bilir miyim? Hayır. O zamanlar televizyonda herkesi görmezdik. Henüz kameralar evlerin içine kadar girmemişti. Ayrıca sanatçılar yaptıkları işlerden çok kendilerini göstermeye hevesli değillerdi ki... O zamanlar Engin Ergönültaş'ın mizah dergilerinde çizip anlattığı yoksul mahalleler, ötekileştirilenler, hor görülenler, işsizler, yaşamın sertliklerinde sahipsiz savrulanlar, çevremde görmediğim zalim bir dünyayı farketmeme ve dahası anlamama sebep olduğuna inanıyorum. Engin Ergönültaş'ın Minare Gölgesi adlı romanını duyunca, eskiyi hatırlatan sığınacak bir liman bulduğumu düşündüm. Gene duygularımı dizginleyemedim. Çocuk gibi sevindim. Hele bu romanda, evinden kaçıp minareye saklanmış, artık şerefede yatıp kalkan bir çocuğun varlığını öğrenince... Otomatikman afacanlaşıp güldüm. Neden biliyor musun? Ne vakit yabancılaşma hissetsem, ilk denk geldiğim minareye çıkıp yerleşsem diye hayal ederim. Hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim. Demek ki Engin Ergönültaş'ın kahramanlarından biri, benim gibi abartmayı seviyor. Nanananooom... Minare Gölgesi şimdi elimde. Abartacağım. Kısmetse, sabaha kadar okuyacağım. İyisi mi, bi iyilik yapıver, bana "İyi okumalar" dile:)
Şimdi niye anlattım bunları biliyor musun? Engin Ergönültaş'ın Minare Gölgesi adlı kitabının, Mart ayı başından itibaren satışa çıkacağını duyduğumdan beri, yüreğimin pıtpıtını durduramadım gitti. Hatta hafta başında, İstanbul'a, Kemal Tahir Sempozyumu'na gittiğim gün, kıyı bucak önüme denk gelen tüm kitapçılara, hiç üşenmeden tek tek girdim. Minare Gölgesi'ni sordum. Yoktu. Kitabı ogün elime alacağıma kendimi öyle inandırmışım ki, bineceğim otobüsün Kadıköy'deki şubesinin yanındaki son kitapçıda da bulamayınca... Of... Bak... "Abartmışsın gene... "Alt tarafı kitap, acelen ne?" diyeceksen, aman sakın ola deme... O an bana denk gelip, "naber" filan deyip dokunsaydın elime... Başımı omuzuna dayayıp, iki gözü iki çeşme ağlardım inan ki.. Öyleee koskocaman bir yumruk oturmuştu yüreğime. Öyle işte... Abartıyorum öyle mi? Pekiii... Bi sor bakalım niye?
Günümüzde, her yer, her şey, o kadar hızlı, o kadar paldır küldür değişiyor ve adına modernizisyon deniyor ya hani... Biliyorum gene abartıyorsun diyeceksin ama... Yeminle başka türlüsü elimden gelmiyor... Bu değişim bünyemin akordunu fena halde bozuyor, yabancılık hissediyorum, ne yapabilirim yani... İnan... Kimi zaman yüreğim sırf bu sebepten daralıyor... Bu kadar mı değişir herşey bu kadar mı yabancılaşır insan çevresine? Hiç mi eskiyi hatırlatmaz bir şey, bu kadar mı anılar gömülür yerin dibine? Yıllardır duymadığım Engin Ergönültaş ismi, beni aldı taaa Gırgır mizah dergisi okuduğum zamanlara götürdü. Engin Ergönültaş'ı tanıyor muyum? Yooo... Fotoğrafını görsem bilir miyim? Hayır. O zamanlar televizyonda herkesi görmezdik. Henüz kameralar evlerin içine kadar girmemişti. Ayrıca sanatçılar yaptıkları işlerden çok kendilerini göstermeye hevesli değillerdi ki... O zamanlar Engin Ergönültaş'ın mizah dergilerinde çizip anlattığı yoksul mahalleler, ötekileştirilenler, hor görülenler, işsizler, yaşamın sertliklerinde sahipsiz savrulanlar, çevremde görmediğim zalim bir dünyayı farketmeme ve dahası anlamama sebep olduğuna inanıyorum. Engin Ergönültaş'ın Minare Gölgesi adlı romanını duyunca, eskiyi hatırlatan sığınacak bir liman bulduğumu düşündüm. Gene duygularımı dizginleyemedim. Çocuk gibi sevindim. Hele bu romanda, evinden kaçıp minareye saklanmış, artık şerefede yatıp kalkan bir çocuğun varlığını öğrenince... Otomatikman afacanlaşıp güldüm. Neden biliyor musun? Ne vakit yabancılaşma hissetsem, ilk denk geldiğim minareye çıkıp yerleşsem diye hayal ederim. Hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim. Demek ki Engin Ergönültaş'ın kahramanlarından biri, benim gibi abartmayı seviyor. Nanananooom... Minare Gölgesi şimdi elimde. Abartacağım. Kısmetse, sabaha kadar okuyacağım. İyisi mi, bi iyilik yapıver, bana "İyi okumalar" dile:)