16 Şubat 2010 Salı

KAFA'lı Deyimlerle Bir Deneme Yazısı


İstanbul'a gitmeyi "kafaya koymuştum" bir kere. Mutlaka gidecektim. Gitmezsem "kafayı üşütebilirdim". Yoksa ne yapardım, derdimi kime yanardım? Neylerdim, bu şehri ateşe mi vereydim? Öyle bir "kafayı takmıştım" yani öyle böyle değil! Yanıma "kafa dengi" bir arkadaş bulmalıydım. Buldum da. Hülya. Telefon ettim. "Geliyorum İstanbul'a. Seni alacağım birlikte Santralistanbul'daki sergiye gideceğiz. "Kafan yattı" mı bu planıma ne dersin?" diye sordum. Her zaman ki gibi " Şahane olur." dedi.

Hiç duymamış bu sergiyi. "Biz İstanbul'da yaşayanlar bilmiyoruz, sen nerden buluyorsun? "dedi."Boşver, "kafa yorma" böyle şeylere, üzümünü ye bağını sorma, bana takıl hayatını yaşa!" dedim. Güldü. Arkadaşım arabaya bindiğinde önce "kafa kafaya verdik". Çok işim vardı İstanbul'da, nereden başlamalıydık, bu konuya epeyce "kafa yorduk". "Kafamızı işletmeliydik". Bir günde çok iş halletmeliydik. "Kafamızı kullandık." Önce sergiye gittik. Şöyle gözümüz gönlümüz şenlensin istedik.

uzun ihsaneflatun

İhsan Oktay Anar'ın kitaplarında okuduğumuz kahramanların, usta çizerler tarafından hazırlanan yirmi beş roman karakterinin insan boyutundaki kopyalarını inceledik. Alibaz’dan Kalın Musa’ya, Arap İhsan’dan Neva’ya, Uzun İhsan'dan Eflatun'a kadar nevi şahsına münhasır Anar karakterleriydi ya bunlar, bizim "kafamızda canlandırdıklarımızla" sanatçılarınkini mukayese ettik. Sanatçı olmak ne şahane bir şey! Roman yazmak ve yazılan roman kahramanlarının başka sanatçılar tarafından canlandırılması... İnsan hasetinden "kafayı üşütebilir" vallahi. Hele benim gibi biri.

Dönüşte Kadıköy'e gittik. Kadıköy Pasajı'ndaki Büyülü Rüzgar adlı çizgi romancıydı sonraki hedefimiz. Yüzlerce çizgi roman vardı ya, aman Allahım inanın "kafayı yiyebilirdik." Sonra sahaflara girdik. Dolaştık.. Baktık... Eski kitapları kokladık... Kimbilir hangi gözler okudu, hangi eller elledi bu kitapları öyle değil mi? Dolaşırken birden "kafama dank etti." Hep eski İstanbul gravürleri almak isterdim. İşte tam yerindeydik. İstediğimiz gibi gravürlerden bulduk. Satıcıyla epeyce bir pazarlık ettim. En küçük boyu 10 lira. Ben 4 tane, arkadaşım 2 tane alacağız. Biraz indirim yapmalı değil mi? Nuh diyor peygamber demiyor. Olur mu? "Kafam nasıl kızdı?" Dedim: "Biz müşteriyiz. Bizi memnun etmelisiniz!" "Kafasız" çocuk. "Kafasını kullansa" bizi hemen ikna edebilir. Müşteriye böyle"kafa tutulur" mu hiç? Neymiş zararına satıyormuş. Zaten kriz varmış. Daha iyi ya, hazır alıcı gelmiş hem de birden çok alacak, belki arkası gelecek, bir güler yüz göstersen ya! Şaşkın valla! Neyse hallettik.

Arkadaşım dedi ki" Sen beni eve atsana. Alışık değilim bu kadar gezmeye ve takışmaya. "Kafam kazan gibi oldu inan bana!" Baktım Hülya'ya. Gerçekten "Kafayı bulmuş" gibiydi."Tamam!" dedim, sen daha fazla uyma bana. Hemen eve git ve "kafayı vurup yat!" Ben daha çok gezer ve takışırım bu "KAFA"yla!

4 yorum:

  1. Kafaya takılacak güzellikte olmuş. Teşekkürler!

    YanıtlaSil
  2. Bence o gravür satıcısı kafayı parayla bozmuş. Hoş, İstanbullu hemşerilerimin kafası çalışmaz zaten kolay kolay başka şeye. Halbuki orada sizi kafaya alsa daha karlı çıkar. Çok kafa dengi bi yazı olmuş bu yaa :) Kafanıza... aman... ellerinize sağlık ;)

    YanıtlaSil
  3. Demek iki kafadar kafa kafaya verip tam da benim kafama göre dolaştınız. :)
    Sefanız olsun

    YanıtlaSil
  4. Sakın bu yazdıklarımı KAFADAN ATTIĞIMI sanmayın olur mu? Bana inanmazsanız KAFAM BOZULUR sonra:)Aslında öyle kolay kolay bozulmam... KAFASINA VUR,EKMEĞİNİ ELİNDEN AL biriyim. Bu kadar KAFALI deyimden sonra KAFAM ŞİŞTİ ne yapabilirim:))

    YanıtlaSil