5 Şubat 2011 Cumartesi

Suçum Büyük... Üstelik Taamüden...


Nasıl heyecanla kitapçıya girdim anlatamam. İçim içime sığmıyordu! Bilmediğim sihirli bir el  sırtımdan  iterek gideceğim istikameti belirliyordu sanki.  Dergilerin olduğu bölüme yöneldim. Özellikle aradığım o dergi var ya o dergi… Bulmalıydım! Bulmalıydım illa ki!   Göz radarlarımı sonuna kadar açtım. Dergileri hızla taradım. Hey! İşte aradığım dergiyi bulmuştum. Merakla elime aldım. Ne fena! Dergi naylon poşet içindeydi. Kapağına merakla baktım. Resmini kapak yapmamışlar iyi mi? Onun yerine  Kurtlar Vadisi  filmlerinin baş jönünün kurşun ve silahlara kuşanmış  halini kapak resmi niyetine koymuşlar.  Aldırmadım.  Hatta hiç şaşırmadım bile diyebilirim. Derginin kapağındaki yazıları tek tek inceledim. Aaa! Aradığım kişi ile ilgili hiç iz bulamadım.  Hayret edilecek şey! Allahım, yoksa  bu dergide değil miydi? Yanlış hatırlıyor olabilir miydim? Bu dergide röportajı olacaktı ya, bloğunda yazıyordu hani. Emindim. Kapakta adından hiç iz yoksa bu dergide olamaz diye aklımdan geçirdim. Birden nevrim döndü.  Tam dergiyi yerine bırakacakken fikir değiştirdim. Naylon poşeti yırttım ben. Dergiyi çıkardım yırttığım naylon poşetin içinden. Heyecanla sayfalara hızlı hızlı bakmaya başladım. Yok.. Yoktu işte. Bu dergi değildi demek ki... Of! Bakar mısın  şu olana bitene? Kendimi kör kuyularda merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz kalmışım gibi hissettim.  Umutsuzluğum o denli büyüdü ki  sırtımdan aşağıya bir buz kalıbı attılar sanki... İçimdeki buz kalıbı bünyemin ısısıyla suya dönüştü. İçimde fokurdamaya başlayan su dışarıya çıkmaya çalıştı tabii. En uygun çıkış yeri gözlerimdi.  Ansızın gözlerimden pıtır pıtır yaşlar  dökülmedi mi?  Aaa! Ağlıyor muydum yoksa ben?  Evet ağlıyordum ne olacak ki? Tam bu dergi değildi demek, bulamadım işte diye düşünürken… Tam dergiyi yerine bırakacakken... Umutsuzca derginin son sayfalarına bakıyordum ki... Nanananomm! Buldum. Oydu işte! Dergide yarım sayfa fotoğrafını gördüm önce. Mecnun Kuleleri üzerinde uçan bir zeplin görmüş gibi  sevinç  içinde ağzım açık bakakaldım bir süre. Hemen kitapçıdaki mor pufu ayağımla yanıma çektim. Eteklerimi topladım.  Mor pufa sevinçle hoplayarak  oturdum. İçime tatlı bir serkeşliğin çöreklenmeye başladığını hissettim. Hey! Senin yüreğin yaramaz yaramaz çırpınır mı bazen? Hani  misal bu ya, aklından geçirdiğin muzipliği tam gerçekleştirmek üzereyken...  Hele kaç yaşına gelirsen gel, benim gibi uslanmaz bir yüreğe sahipsen... Bak şimdi... Çantamı ayağımın yanına yere fırlattım. Sonra dergideki fotoğrafına iyice baktım. Gülümsüyordu. Elim büyük bir arzuyla çantama gitti. Çantamdan çıkarttım önceden hazır ettiğim tükenmez kalemimi. Haşarı bir okuruyum ben… Evet… Feciyim feci! Hiç acımadım. Hiiç! Bunu uzun zamandır düşünmekteydim. Düşündüğümü bile isteye gerçekleştirdim. Tükenmez kalemimle Atilla Atalay'ın  yüzüne bıyık çizdim. İnan kitapçı kalabalık olmasa mutluluktan kahkaha ile gülecektim. Hımm.. Suçsa bu... Suçumu kabul ediyorum hakim bey... Tamam... Suçum büyük...  Ve üstelik taamüden.  Hemen Aktüel dergisindeki Atilla Atalay'ın röportajını okumaya geçtim. Tam o anda şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştı. Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan keder ve  sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerledi ilerlemesi de bir şey sorabilir miyim?  Ağlamakla gülmek kardeş mi sahiden?

13 yorum:

  1. A.Atalay'a sakal-Bıyık yakışmış valla :)) İtalyan Gondolculara benzemiş desem, ben de "yardım ve yataklık"tan ceza alır mıyım acaba? :))

    Fekat, o poşeti yırtılmış dergiyi satın alıp-almadığınız konusunda meraklar içindeyim, efendim :))

    YanıtlaSil
  2. Selam Tomrukcan,
    Tamam.. Herhangi bir cezalandırma durumunda, fena mı ben kadınlar siz erkekler koğuşunda karşılıklı bağlama çalarız artık:))

    Atilla Atalay'ın Aktüel'deki röportajını okudum ya hiç bizim öykülerden söz etmemişler biliyor musunuz? Çok şaşırdım. Hani yazarın "ciddi ve hisli" öykülerinden.. TC o öyküleri sizden, benden ve Aylardan Şubat'tan başka gören ve okuyan yok sanıyorum. Hep mizah yazarlığı üzerinde gidiliyor.

    Oysa Atilla Atalay'ın kitaplarının isimlerine bir baksalar hepsi ciddi ve hisli öykülerinden isimlerini almışlar.. Mesela Mecnun Kuleleri, Ebekulak, Yalnızlık Aletleri, Ağlama Dolabı, Kişi Başına Bir Yalnız bir anda aklıma gelen kitap isimleri. Bu kitapları mizah kitapları ise neden mizahi yazılarının kahramanlarından isim almamışlar peki? Hep kitaplarının arkasına gizlenmiş beş-altı öykülerinden biri kitap ismi olmuş. Demek ki asıl önemli olan bu öyküler.
    Ben Atilla Atalay'ın mizah yazarı yönünü pek bilmiyorum. Misal o röportajda "ilişki uzmanı" Lanbanu Ohnur'dab bahsedilmiş. Hiç okumadım. Bu kahramanının hiç tanımıyorum. Bi Sıdıka'yı bilirim. Zaten Atilla Atalay'ın kitapları neden kitapçıların mizah bölümünde satılır hiç anlamıyorum. Çünkü yazarın ben sadece "ciddi ve hisli" öykülerini okuyorum. Kalbin Böcüü'nü elime aldığımda şok olmuştum. Çünkü kitabın tamamı "ciddi ve hisli" öykülerinden hazırlanmıştı. Benim için müthiş bir sürprizdi.
    Keşke gene böyle bir kitap çıkarsa... İçinde sadece "ciddi ve hisli" öyküleri olsa.. Ya da bir roman yazsa misal...Of, şahane olur valla:))

    Gelelim poşeti yırtılmış dergiye.. Satın aldım tabii. Fakat komik bir olay oldu. Dergi bir kitap hediye veriyordu. Ben öyle yırtık poşetle kasaya gidince, kasadaki çocuk kitabın hediyesi dergi zannetmiş. Kitabı okutmuş.. Benden 19 TL isteyince "hayrola, nedir bu?" dedim. "Kitap dergiyi hediye vermiyor mu?" dedi. "Hayır,dergi alana kitap hediye ediliyor" dedim. Şaşırdı. Gittim poşeti yırtık olmayan bir dergi getirdim.
    Onu okuttu. 2.9TL verdim. Gene poşeti yırttığım
    dergiyi aldım. Çünkü o dergide Atilla Atalay'a bıyık yapmıştım. Yırtık olmayanı yerine koydum:)) Meraklı olmak iyi bir şeydir TC.. Üzüm üzüme baka baka kararır derler bizim köyde:))

    YanıtlaSil
  3. Bir şey daha yazayım bari.. Neden resmine bıyık yaptım biliyor musunuz? Ağlama Dolabı adlı kitabının tanıtım yazısında bir şey yazmıştı.
    Ağlama Dolabı adlı kitabının içinde Sıdıka, Sıkılhan'la Diyalog Çabaları gibi başlıklar altında tam 52 tane öyküsü var. Diyor ki:

    "Sadece bunları alıp gitmiyorsunuz. Yanında "Ağlama Dolabı" adlı üç öykülük hisli bir set daha veriyoruz. Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da "Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyodur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz. Haşarı okurların tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için bilborardlara resmini koydurtmayan fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri bulunuyor."

    İşte bu yazısını okuyunca, aklıma koymuştum..
    Yeni fotoğrafını gördüğüm ilk anda hemen tükenmez kalemle bir bıyık çizecektim:)) Çizdim:)) Bu yaptığım organize suçlara girer mi? Eyvah peki bu yazdıklarım alehime kullanılır mı ki:))))

    YanıtlaSil
  4. Valla bana kalırsa sevgili HK, eğer söylediğiniz gibi bir röportaj olmuşsa, şahsen ben çok üzülürüm. Bakınız ilgili arkadaş ne yazmış röportajı hakkında (yani kendi hakkında) :

    “Atilla Atalay benim için futbol takımı gibidir. 13 yaşından beri "renklerine" bağlıyımdır. Laf söyletmem, ne yapsa izlerim, takip ederim. Sıkı okuruyumdur. Eleştirilmesine gelemem. Çünkü o guru'dur, üstad'dır. Pratikte hiç birlikte çalışamamış olsak da teoride benim biricik "usta"m ta kendisidir. Birçoğumuzun hayata bakışını, kalemini şekillendirmiştir, çok güldürmüştür, halen güldürmektedir... En sevdiğim yazardır. Şüphesiz."

    Nedir şimdi bu allasen? 13 yaşından beri renklerine bağlı olduğunu söylediği birinden bahsediyor ve "çok güldürmüştür, halen güldürmektedir..." diyor. Aferim sana... Hiç bir şey okumadıysan, "Kalbin Böcüü" kitabının ilk öyküsünü yani "kalbin böcüü"nü de mi okumadın? Oradaki şu bölüm çok önemlidir bence : "Güldüren şovumu yapabilmek için sürekli lahana yiyorum: Akla ziyan TV programlarını izleyip, gazeteleri okuyor, "Orta Zekalılar Cenneti"nin türlü çeşitli meleğiyle fitbolundan cep telefonuna milyon türlü geyiğe dalıyor, bar taburesinden, meyhane sandalyesine, ordan sinema koltuğuna, tribünlerde, hipodromda, metrobüslerin cam kenarında döt gezdirip kulak kabartıyorum. "Bin ilmekli halife halısı" çiğnediğim de oluyor, göz göre göre moka bastığımda..."
    Bu alıntıladığım bölüm tam da o "çok güldürmüştür, halen güldürmektedir..." cümlesine karşılık gelir, raportörün. Şimdi röportajı okumadan fazla da yüklenmek istemiyorum ama, bana öyle geliyor ki, Atilla Atalay üzerinden bir kendini parlatma durumu var sanki Sebla Hanfendü’nün... Bu teorimi şu not destekliyor bence :
    “** Bir de küçük not; o günden sonra yokuş aşağı yuvarlanır gibi, fena halde yazmaya başladım. Nasıl duracağımı bilmek istemiyorum ve bileklerim ağrıyor. Ve gerçekten çok mutluyum. “
    Ayrıca hızını alamamış kendileri, 13 yaşından beri takipçisi olduğu yazarla buna ilaveten “kanki” olduğunu da okuyucunun gözüne sokmak istemiş ve :

    “** Ha bir de kıskandırmak gibi olmasın ama, klasikleşmiş Tekirdağ Rakı Mangal Şenlikleri'miz dönüşü kendisine sözümdür, "bir hangover yimeği" için sotada kalmış Silivri köftecilerini dolaşıp çay içeceğiz.”
    Demiş.... Vay arkadaş yaa... Şahsen bendeniz Atilla Atalay’ın okuduğum ilk kitabından beri (1998 felan sanırım) hanfendünün dediği üzre“yokuş aşağı yuvarlanır gibi” tüm kitaplarını yaladım yuttum... Hepsini ezbere sayabilirim... O hisli öykülerinin herhangi birinin herhangi bir kaç cümlesini bir yerde görsem, O’nun olduğunu bilirim... Fekat gelin görün ki “13 yaşından beri "renklerine" bağlıyımdır. Laf söyletmem, ne yapsa izlerim, takip ederim. Sıkı okuruyumdur. Eleştirilmesine gelemem” diyecek kadar kendime güvenemem... Hay bin dokuzyüz doksansekiz...
    Atilla Abi, Silivri Köfteci’lerinden geçtik ama, bizimle de bi çay içseydin olmaz mıydı be abi?..

    Selamlar, sevgiler...

    YanıtlaSil
  5. Tomrukcan napmışsınız:)) Eyvah ki eyvah:))
    Haydi ben Atilla Atalay'a tükenmez kalemle bıyık çizdim.. Sonra dergideki röportajın beni hayal kırıklığına uğrattığını üstü kapalı ima ettim:)İyi de TC, siz tam girişmişsiniz röportajcıya:)

    TC, dergi "mizah" diye bir bölüm ayırmış..
    Demek ki mizahcı diye Atilla Atalay'ı çağırmış.. Dergi konusu mizahi yazılarıymış demek ki:) İyi ama Kitabın adı Mecnun Kuleleri. Bari Mecnun Kuleleri öyküsünden azıcık bahset be mübarek.. (hüsnü mübarek sanılmasın:))

    Dergide muhtelif bölümler var. Mizah, ajanda, dünya, yaşam, sağlık, gündem felan diye.. Mizah sayfası için röportaj böyle oluyor demek ki..
    Sebla Hanım'a fazla yüklenmeyelim:)O bölümün hakkını vermiş ne diyeyim.. Ben "portre" veya "söyleşi" sayfaları için tekrar röportaj yapılsın isterim doğrusu.. Bu kez sadece komikçiği sorulmasın.. Ciddi ve hisli öyküleri de konuşulsun...

    Şimdi ne düşünüyorum biliyor musunuz? Bu röportajı ben yapsaydım, bu kez mizah yazılarını hiç sormazdım.. O yazılarının takipçileri kimbilir nasıl bana sinirlenirlerdi.
    Şimdi bizim yaptığımız gibi sözgelimi:))
    Hımm.. Gelin "kırık kalpler kulübü kuralım" iyisi mi? "Fondip" demeyin bari:))

    Sakın Atilla Atalay komikçi kitaplarının sonuna bu hisli öyküleri niye yazdığını kimse anlamıyor sanmasın.. Aman diyeyim.. Burada onları anlayan ve hatta esas o öyküleri için kitaplarını alanlar var. Tomrukcan Atilla Atalay konusunda benden daha fanatik biridir sözgelimi:)

    Son bir şey daha yazmalıyım.. Çünkü çok önemli.. Aslında o ciddi ve hisli öykülerinin her biri var ya bizim için resmen "insan kalma" beyin jimnastikleri.. Müteşekkirim kendisine.

    Benim kalbimin böceğinden sizinkine; Atilla Atalay'ınkine; sevgiyle...

    YanıtlaSil
  6. Dün gece sizin son yorumunuza uzuun bir cevap yazıp “yardır” butonuna bastığımda “sayfa görüntülenemiyor” hatası ile karşılaşınca, leptap’ıda kucağıma alıp balkondan aşşaa atlayasım geldi... Sonra biraz kendi kendime söylendim “fak, şit, şit şit, fak, dot muv” felan dedikten sonra sakinledim...

    Şimdi efendim, A.Atalay’ın mizah öykülerinin çoğu (belki de tamamına yakını) mizah dergilerinde haftalık olarak yayınlanıyor. Misal Sıkılhan öyküleri Leman’da yayınlanıyor zaten... Dolayısıyla sizin gibi, benim de ve hatta “13 yaşından beri renklerine bağlı olan” aplanın da bu hisli öyküleri başka şekilde okuma şansımız yok...
    Hal böyleyken “velev ki” Aktüel’in köşesi sadece mizah öyküleri /yazarları için ayrılmış olsa da, ropörtajı yapan aplanın kendi bilongunda iki satır da olsa “biz maalesef aktüelde belirtemedik ama, durum böyleyken böyledir” diye yazmasını beklerdim ben... Yani konudan, yazardan ve daha da önemlisi kitaplarından habersiz bir muhabire deseler ki, git A.Atalay adında bi komikçi yazar varmış, onu bul ve onunla mizah üzerine bişiler konuş gel deseler, bu kısmen anlaşılabilir bir durum... Fekat durum öyle mi peki? Tekrar okuyalım :
    “Atilla Atalay benim için futbol takımı gibidir. 13 yaşından beri "renklerine" bağlıyımdır. Laf söyletmem, ne yapsa izlerim, takip ederim. Sıkı okuruyumdur. Eleştirilmesine gelemem. Çünkü o guru'dur, üstad'dır. Pratikte hiç birlikte çalışamamış olsak da teoride benim biricik "usta"m ta kendisidir. Birçoğumuzun hayata bakışını, kalemini şekillendirmiştir, çok güldürmüştür, halen güldürmektedir... En sevdiğim yazardır. Şüphesiz."
    Çok uzattım, biliyorum ama, ben bu raportör aplanın ne sıkı bir A.Atalay okuru, ne de hayata bakışı ve kalemi yazar tarafından şekillendirilmiş biri olduğuna inanıyorum...
    Aklıma şimdi ne geldi... Peter Sellers’in hayatını anlatan bir film vardı “The Life and Death of Peter Sellers”. Filmde anlatıldığına göre, Sellers her ne kadar bu komikçi filmlerinden çok ünlü olsa ve çok paralar kazansa da, o başka türlü ciddi ve hisli filmler de yapmak istemektedir, ancak “halk bunu istiyor” şeklinde bir zorlamayla yapımcı ve yönetmenler (misal Black Edwards) onu hep komikçi filmlerde oynatırlar... Filmlerini hatırlarsınız, bir nevi bizdeki “inek şaban” modeli hep başına bir sürü kötü şeyler gelir ve şans eseri kahraman olur filmin sonlarında... Neyse, yıllarca bir senaryosunu (Being There) yaptıracak yapımcı, yönetmen bulamaz. En sonunda 1979’da film çekilir ve sinemalarda oynar. Bu film ile Oscar kazanır Peter Sellers. Filmn başından sonuna kadar nerde komiklik yapcak acaba diye çok bekler izleyici, ama filmde öyle bir ters köşeye yatırır ki insanı Sellers, boğazında kedi yavrusu debelendirir izleyicinin...

    Neyse efendim, nerden nereye geldik... Biri beni durdursun artık :)))

    Selamlar

    YanıtlaSil
  7. Yok, iyi oldu böyle dertleşmek TC.. Valla sizinle aynı düşüncelerdeyim.

    Atilla Atalay kendisi anlatır zaten. Geçmişte bir ara "komikçi" değil de, "ciddi" bir şeyler yazmaya karar vermiş. Ve yazmış. Hani hatırlar mısınız? SeVİM'i, SeFAY diye yazdığı öyküsü gibi sözgelimi:) Ne tatlı bir öyküdür. Çok küçüklüğünü, 4.5 yaşındaki halini anlatır. Belki de bu öykü kurgudur. Olsun. Sahi gibi anlatır. İşte öyle "ciddi" öyküler yazmaya başlayınca, meslekteki abilerden biri (kim acaba?) "yazma böyle "drambolin" şeylerden, sen mizahcısın." demiş. Anlamamış kimse bu "hisli" öyküleri neden yazdığını.. Ne fena değil mi? Sizin anlattığınız gibi güldüren şovunu yapabilmek için sürekli lahana yiyen biri olmak.
    Ve mizah yazıları ile şöhret yapmak. Peter Sellers örneğinizde dokundu valla yüreğime.

    Güldürdükten sonra içinde biriken çeki taşlarından yonttuğu kelimelerle yazdığı "drambolin" öyküler var ya, esas onlar olağanüstüler.. Ve nedense kitabın ekinde bir set olarak verilir. Belki mizah yazılarından tanıyanlar o öyküleri okumuyorlar kim bilir? Bence yazarın kitaplarının isimlerini aldığı asıl bu öyküler kitabın lokomotifi.. Okumamış olana acırım çok acırım vallahi..

    TC, Atilla Atalay'ın Ağlama Dolabı adlı öyküsü geldi aklıma şimdi.. Of, ne "drambolin" bir öyküdür sahiden.. Süpermarketteki insan hallerini ve marketteki kendi sırlarını anlatır ya.. Misal kitap reyonundaki bir kitabı her gün onar sayfa okuyarak bitirdiğini yazar bu öyküsünde ve aynı alışkanlık bende de başlamıştı o öyküyü okuduğumdan beri:) Atilla Atalay'a selam çakarak kitapçıda bir kitaptan gizli gizli okuyorum illa ki:)) Hah işte bu öyküde "Markette Görmek istediğiniz Ürünler" defterine tuhaf isteklerini yazar.. Hatırladınız mı? "Mağazanızda yorgan ipliği, zambo sakızı görmek istiyorum yazar misal:))

    Tomrukcan acaba İletişim Yayınlarına bir yazı mı göndersek aynen böyle:) Desek ki "Atilla Atalay'ın kitaplarını basıyorsunuz ama biz sırf "ciddi ve hisli" öykülerinden oluşan "drambolin" tadında bir kitap istiyoruz. Kalbin Böcüü'ğü gibi:)) Ayrıca memleketin böyle öyküleri okumaya ve dinlemeye ihtiyacı var.

    Defne Joy Foster ölümünden sonra insanların acımasız söylentilerini okuyunca ne kadar merhametsiz ve şefkatsiz bir toplum olmaya başlamıştık diye çok üzülmüştüm. Bana göre ki biliyorum siz de aynı şeyleri düşünüyorsunuzdur, Atilla Atalay’ın bu öyküleri insandaki merhamet ve şefkat duygularını kışkırtır. Hele bu Ağlama Dolabı var ya… Bu öyküyü okuyan birinin merhametsiz kalması mümkün değildir.. O kadar iddialıyım yani! Aaaa.. Durdursun beni biri.. Ya da Ağlama Dolabı’na gireyim ve kapısını içeriden kilitliyim bir süre iyi mi:)

    YanıtlaSil
  8. Efendim, bildiğim kadarıyla A.Atalay'ın basılmayan öykü kitabı yok sanırım. Yani biz iletişimcilere gitsek de, mevcutlardan oluşan bir kolaj hazırlayıp tutuştururlar elimize muhtemelen :)) Eh kolay değildir tabi o kadar çok öykü yazabilmek... Mecnun Kuleleri'nde 6 tane vardı değil mi? Sanki gittikçe azalıyor hisli öykülerin sayısı :(((

    Bu arada kendi bilongunda, A.Atalay hakkında Taraf gazetesinde çıkmış bir yazıyı gördüm. Heh dedim işte, tam istediğimiz gibi... Bütünlüklü bir makale olmuş. Sevdim ben Pakize Barışta'yı :))

    http://atillaatalay.blogspot.com/2011/02/pakize-barista-atilla-atalay-hayatn-sah.html

    YanıtlaSil
  9. Yok Tomrukcan.. Pakize Barışta'nın edebiyatla ilgili yazılarını daima severek okurum. Okumaz mıyım okudum ben o yazıyı. Evet, Atilla Atalay kendi bloğuna koymuş.Yok, gene kitaptaki hisli öyküler ıskalanmış.

    Bakın sadece Mecnun Kuleleri öyküsüyle ilgili küçük bir yorum.. Ve öyküden cümleler var o kadar. Nerede Negzel Pembe, nerede o güzeller güzeli Viran adlı öyküsü? Tüm ebeveynlerin okuması gereken ibret bir öykü değil midir Viran sözgelimi? Hiç mi bahsedilmez bu öykülerden?

    Tamam öndeki 80 civarında mizahi yazıları dururken, arkadaki 6 tane hisli öyküden mi bahsedilir diyebilirler.. Yok vallahi, daha Atilla Atalay'ın hakkını tam veren bir yazı okumadım ne yalan söyleyeyim.

    TC, Şimdi siz böyle sevmişsiniz ya Pakize Barışta'nın yazısını.. Çok fena... Bir an için kendimi üç burdan, iki de önceden vardı beş kez yalnız hissettim:((

    YanıtlaSil
  10. Selam TC,
    Evet negzel pembe:)) Dün akşam Civciv Kutusu öyküsüne göz atasım geldi. Şöyle bir dolandım cümlelerin arasında. Civciv Kutusu'nda bilirsiniz küçükken ailesinin yaptığı evden söz eder. Sonra bahçelerini gaspederek hemen evlerinin yanına yapılan apartmandan. 1970 li yıllar. Bakın daha önce farketmemiştim. Yazar bu apartmanın üst katlarında oturan Canan'a aşık olur. Canan, Tay Yayınları.. Zagor ve Mister No içine kaset koyar ve "radyodan kayıt, ilk parçayı dinle" diye kasedin üzerine not yazar. ya da harita metod defterinden yolunup dörde katlanmış bir mektup atar. Annesi bulur bu mektubu. Yazar "anne bidakka yaa, lütfen, hoop hoop" diye annesinin elindeki bu aşk mektubunu kaparak karanlıkta kaybolur.

    Gelelim Mecnun Kuleleri'ne.. Acaba Mecnun Kuleleri'ndeki kız Canan olabilir mi ne dersiniz? Zagor'un öyküde geçmesi ne hoş geldi bana.. Atilla Atalay'ın "ciddi ve hisli" öykülerini bir daha sevdim. Hem de yatık sekiz şeklinde.. Yaa.. Böyleyken böyle.

    YanıtlaSil
  11. Şimdi ismini hatırlayamadığım bir başka öyküsünde de, bir TV spikerinin yerini daha genç bir meslektaşına bıraktırılması ile ilgili kısa bir bölüm vardır... Şahane bir öyküdür, finalinde ağlamazsanız paranız iade, sayın okuyucu, öyledir yani :))

    YanıtlaSil
  12. Tomrukcan, aramızda kalsın ama ben hatırlamadım bu öyküyü iyi mi? Eyvahhh! Hangi kitabındaki hangi öyküsü acaba? Yandım valla:(((

    YanıtlaSil