27 Temmuz 2012 Cuma

Ey Yaz!.. Beni Yaktuğun Gibi Elleri De Yaktun Mi?



Mevsimlerden kıştı. Kış. Hatırlasana o günleri. Yağmuru... Soğuğu... Ayazı hatırla sözgelimi... Hey!.. Düşünsene... Deli eser bazan rüzgâr deli... Uçurur! Ah, kış var ya... Mevsimlerin en merhametlisidir. Kucaklaşmanın, sarınmanın, sarılmanın, muhabbetin mevsimi.. Bak şimdi... Yeminle o güne kadar ömrümde Cimilli İbo diye birini işitmemiştim. Nerden bilebilirim? O gün... Bizim şehrin köylerinden birinde oturan Fatma Hanım'a uğrayıp, ev yoğurdu ve köy yumurtası almak istemiştim. Arabamı köyün girişine bırakmıştım. Açık havada Fatma Hanım'ın evine doğru yürümeye başlamıştım. Tamam, Fatma Hanım'ın evi köyün taaa çıkışındaydı ama... Ne var? Olsun varsın.  Köyün havası nasıl temizdi anlatamam... Misss.. Miss... Mevsim kış ve aylardan Ocak olunca... Evet... Feci ayaz vardı. Tamam... Rüzgâr yüzümü ısırsa bile ne olacak ki? Berem başımda, paltom sırtımdaydı... Hımmm... Sadece... Şeyy... Gene bez ayakkabılarım ayaklarımdaydı... "Olsun varsın... Bişeycik olmaaaazz! Soğuk havadan insana zarar ziyan gelmeezzz... Açık ve temiz havada yürümek bünyeye şifadır... Şifaaa..."  İşte aynen böyle, kendi kendime yaptığım telkinlerle yürü babam yürümüştüm. Efendime söyleyeyim... Fatma hanım'ın evine varmıştım ki!.. O ne? Resmen kapı duvar. Yok. Komşusu camdan başını uzatmıştı. "Fatma hanım, kızına gitti." demişti de bir süre olduğum yerde kalakalmıştım. Ee.. Telefon etmeden gidersem olacağı buydu elbette. Neyse... Moralimi bozmamıştım gene. Dönmüştüm gerisingeriye... 



Bu sefer aynı yoldan dönmek istememiştim de köyün denemediğim bir patikasına girmiştim. Yolu epeyce uzatmıştım. Bugün gibi hatırımda...  Bez ayakkabılardan geçen soğuk içime işlemişti ne yalan söyleyeyim. Hayır, ayağımda kalın postal olsa bile inan bana fark etmezdi. Nasıl ayaz vardı, nasıl rüzgar vardı anlatamam. Zehir zemberekti mübarek... Yeminle çenemin titrediğini hissetmiştim. Donmuştuuuum.. Donmuştumumm... Allahım, üşümek ne güzel bir histi!.. Önce müziği işitmiştim. Sonra onları görmüştüm. Bilmediğim bir evin bahçesinde, tanımadığım üç kadın, el ele tutuşmuşlar, müziğin ritminde oynuyorlardı. "Seni kafama taktum atma atamayirum... Cirdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bak... Hayatta kalkıp göbek atan tiplerden değilim. Asla. Yok... Küçümsediğimi sanma... Bilakis bayılırım kapı gıcırtısında bile kalkıp oynayanlara... Becerebilsem... Kimse tutamaz beni... Beceremediğim için görüntü kirliliği yaratmak istemiyorum yani, bilmem anlatabildim mi? Allahım müzik o kadar güzeldi ki...  Tam Karadeniz ezgileri... Fıkır fıkır... "Evlerinin önüne susam ekerim susam... Kaçiracağum seni firsatini bulursam..." Üç kadın... Üç ayak oynuyorlardı. Beni görünce durmuşlardı... Müzik en çılgın ritmiyle devam ediyordu. Ben ne yapmıştım bil bakalım? Omuzumdaki çantayı bahçe girişinin kapısına astığım gibi o tanımadığım kadınlardan baştakinin elini tutmuştum... "Hiç durma! Devammm! Devammm!" demiştim. Oynamaya başlamıştım. Oynamaya başlamıştık. Dört kadın... Soğukta... Bahçede... Üç ayak oynamaya başlamıştık biz.  "Beni yaktuğun gibi da elleri de yaktun mi? Seni kafama taktum sen da beni taktun mi?" Rivrivri Rivrivri Rivrivri...Şaşırmışlardı tabii... Hayatlarında görmedikleri yoldan geçen yabancı bir kadın bahçelerine giriyor, ellerinden tutup onlarla üç ayağa başlıyor. Üç ayak bir horon çeşidi. Bak, öyle göbek havası filan bilmem ama üç ayak değince üzerime kimse tanımam... Hastasıyım üç ayağın... Öyle böyle değil... Ben çıkarmıştım cebimden beyaz peçetemi... Başlamıştım sallamayaa...  "Hadi hanımlaaar! Hop! Hop! Bir öne - iki öne - üç öne -Yehohohooooo!" "Seni kafama taktum atma atamayirum... Cirdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bizim omuzlar, ayaklar, kollar...  Ohooo... Hava mı soğuk? Nerdeee? Yanaklar pancar olmuştu... Pancarrr! Abartmakta üstüme yoktur tabiii... Bir türlü durmuyordum... Horon üç ayaktan çıkmıştı... Deli horona dönmüştü... Neyse ki müzik bitmişti. Herkes kendini bahçede bulduğu bir sandalyeye atmıştı. En son hatırladığım...  Nefes nefese... "Kim bu?" demiştim. Bilmiyor musun? der gibi hayretle bana bakmışlardı. Sıcak nefesleri  tüte tüte.... "Cimilli İboooo!"  demişlerdi. Ömrümde bu şarkıcının adını duymamıştım. Bi dakka.. Ben niye anlattım şimdi bunları? Zaten bu anlattıklarım gerçek olamazdı, öyle değil mi? Allahım, yapmış mıydım yoksa?  Yolda çok üşümüştüm ya... Sanıyorum ısınmak için böyle bir şey  hayal etmiştim. Bilmiyorum... Yani gerçekten halen emin değilim... Heey! Eğer olmadıysa, eğer hayalse, ömrümde adını duymadığım, Cimilli İbo'yu nereden biliyordum ben? Ya bu şarkıyı? ""Seni kafama taktum atma atamayirum... Girdun rüyalaruma yatma yatamayirum..." Bilmiyorum... Neyse... Bu cehennem misali yaz gününde, bu güzelim kış hayalimi hatırladım ya serinledim vallahi... Düşünsene... Kış ne güzeldi değil mi?  Mevsimlerin en merhametlisi...  Sevmenin, sarınmanın, sarılmanın, misal bu ya, üç ayak oynamanın mevsimi... Düşünsene... Şimdi... Üç ayak çalsa şurada... Oynayabilir miyim bu sıcakta? Nerdeeee? Parmağımı bile oynatamam valla...  Ey yaz... "Beni yaktuğun gibi da elleri de yaktun mi? Seni kafama taktum sen da beni taktun mi?"



4 yorum:

  1. Bizi de yaktı ama gayet fiziken :))

    YanıtlaSil
  2. Yaz yakar geçer Francesca, yakar geçer:)

    YanıtlaSil
  3. Iyi ki benim bloguma gelip yorum yapmissiniz. Iyi ki gelip sizin blogunuzu okumusum. Uc ayak hikayesini okurken ofiste kahkaha atmamak icin kendimi zor tuttum. Takipteyim.
    Sevgiyle...

    YanıtlaSil
  4. Gülmek güzeldir Hande. Sevindim:)

    YanıtlaSil