27 Temmuz 2012 Cuma

Tamam... Suçum Büyüktü... Üstelik Taammüden...


 "Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da 
"Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyodur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz. 
Haşarı okurların tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için 
bilborardlara resmini koydurtmayan
 fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri bulunuyor."  
 Atilla Atalay-Ağlama Duvarı adlı kitabının arka kapak yazısından

 
Nasıl heyecanla kitapçıya girmiştim anlatamam. Bugün gibi hatırlıyorum. İçim içime sığmıyordu!  Sanki çok iyi tanıdığım sihirli bir el, sırtımdan  iterek gideceğim istikameti belirliyordu. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Bu ses beni, aklımdan geçeni yapmam için resmen yüreklendiriyordu. İlk iş dergilerin olduğu bölüme yönelmiştim. Özellikle aradığım o dergi var ya o dergi… Bulmalıydım! Kafama takmıştım bir kere... Bulmalıydım illa ki!   Göz radarlarımı sonuna kadar açmıştım. Dergileri hızla taramıştım. Sonundaaa... Hey! Aradığım dergiyi elimle koymuş gibi şıppadanak bulmuştum. Tüm merakımla dergiyi elime almıştım. Ne fena! Dergi naylon poşet içindeydi. Heyecanla derginin kapağına bakmıştım. Fotoğrafını kapak yapmamışlardı, iyi mi? Onun yerine  Kurtlar Vadisi  filmlerinin baş jönünün kurşun ve silahlara kuşanmış  halini kapak resmi niyetine koymuşlardı.  Aldırmamıştım.  Hatta hiç şaşırmadığımı bile söyleyebilirim. Derginin kapağındaki yazıları tek tek incelemiştim. İnanılacak gibi değil...  Aradığım kişi ile ilgili hiç iz bulamamıştım. Şaşakalmıştım.  Allahım, yoksa  bu dergide değil miydi? Yanlış hatırlıyor olabilir miydim? İşte elimde tuttuğum dergide röportajı olacaktı ya, bloğundan okumuştum hani. Öyle olmalıydı. Kalakalmıştım. İyi ama, kapakta adından hiç iz yoksa bu dergide olamaz diye aklımdan geçirmiştim. Birden nevrim dönmüştü. Dergiyi yerine fırlatmaya karar vermiştim. Tam dergiyi fırlatıp yerine bırakacakken o ses, "Dur!" demişti. Aniden fikir değiştirip, naylon poşeti yırtmıştım ben. Dergiyi çıkarmıştım yırttığım naylon poşetin içinden. Telaşla sayfalarına  bakmaya başlamıştım. Yok.. Yoktu işte. Bu dergi değildi demek ki... Of! Bakar mısın  şu olana bitene, demiştim de, kendimi kör kuyularda merdivensiz, denizler ortasında yelkensiz kalmış gibi hissetmiştim.  Umutsuzluğum o denli büyümüştü  ki  sırtımdan aşağıya bir buz kalıbı atmışlardı sanki... İçimdeki buz kalıbı bünyemin ısısıyla suya dönüşmüştü. İçimde fokurdamaya başlayan su dışarıya çıkmaya çalıştımıştı  tabii. En uygun çıkış yeri elbette gözlerimdi.  Ansızın gözlerimden pıtır pıtır yaşlar  dökülmedi mi?  Aaa! Ağlıyor muydum yoksa?  Evet ağlıyordum ne olacak ki? Sulu gözlünün tekiyimdir zaten... Tam demek  bu dergi değildi, bulamadım işte aradığım dergiyi, diye düşünürken… Tam dergiyi yerine bırakacakken... Umutsuzca derginin son sayfalarına bakıyordum ki... Nanananomm! Bulmuştum. Oydu işte! Dergideki yarım sayfa fotoğrafını görmüştüm önce. Bir süre Mecnun Kuleleri üzerinde uçan bir zeplin görmüş gibi  sevinç  içinde ağzım açık bakakalmıştım. Hemen kitapçıdaki mor pufu ayağımla yanıma çektiğim gibi, eteklerimi toplamış, sevinçle hoplayarak oturmuştum. İçime tatlı bir serkeşliğin çöreklenmeye başladığını hissetmiştim. Hey! İnsanın  yüreği afacan afacan  çırpınır ya bazen...  Hani  misal bu ya, aklından geçirdiği muzipliği tam gerçekleştirmek üzereyken...  Hele kaç yaşına gelirsen gel, benim gibi uslanmaz ve iflah olmaz bir yüreğe sahipsen... Bak şimdi... Çantamı ayağımın yanına yere fırlatmıştım. Sonra dergideki fotoğrafına bakmıştım. Gülümsüyordu. Elim otomatikman çantama gitmişti. Çantamdan çıkartmıştım önceden hazır ettiğim tükenmez kalemimi. Haşarı bir okuruydum ben… Evet… Feciydim feci! Hiç acımamıştım. Hiiç! İtiraf ediyorum... Bunu yapmayı uzun zamandır  aklımdan geçiriyordum. Düşündüğümü bile isteye gerçekleştirecektim yani. Haşarı okurların tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için, bilborardlara resmini koydurtmuyordu öyle mi? Hiç tereddüt etmedim. Hiiiçç!.. Tükenmez kalemimle Atilla Atalay'a bıyık çizdim. İnan kitapçı kalabalık olmasa sevinçten  kahkahayla gülecektim. Hımm.. Suçsa bu... Suçumu kabul ediyorum hakim bey... Tamam... Suçum büyük...  Üstelik taamüden.  Hemen Aktüel dergisindeki Atilla Atalay'ın röportajını okumaya girişmiştim. Tam o anda şehrin yükselen yıldızı, kuyruğuyla dünyayı devirip kayıplara karıştırmıştı. Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan  sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerlemişti ilerlemesine de... Bir şey sorabilir miyim? Şeeyy!.. Ağlamakla gülmek kardeş mi harbiden:)


15 yorum:

  1. Güzel bir bıyık şekli :) Çok yakışmış ;)

    YanıtlaSil
  2. e ama zaten çok nadir buluyoruz zati alinin fotoğrafını, sen bir de bıyık çizmişsin.gerçekten haşarı bir okursun. söyleşi keyifli mi bari, dergiyi almaya değer mi?

    YanıtlaSil
  3. kendileri 'bizim mahalle'nin en yakışıklı abilerindendir. bu yüzdendir adını çok anmamız.

    bir ek yapmak (http://verbumnonfacta.blogspot.com/2010/09/atilla-atalay.html) bir de soru sormak (hıbır'daki ergün gündüz çizgileriyle daha da güzelleşen öykülerini okumuş muydunuz?) isterim.

    bıyık ise muhteşem bir fikir. eminim duysa çok hoşuna giderdi.

    YanıtlaSil
  4. Okula gelmişti de ne mutlu olmuştum :) Erayimanım işte ne yapalım :)

    YanıtlaSil
  5. Okurla yazar arasında daha doğrusu kitaplarında yazarın kullandığı dilin etkisiyle okurda meydana gelen ve yazarın da arzu ettiği hayranlık hissinin bir tezahürü. Teşhisim nasıl:)) Veya "Dabak sevdiği deriyi yerden yere vurur" atasözüne de uyabilir, ama nereye uydurursak uyduralım durum vahim:))
    Tedavi için acilen yazar ile tanışılması gerekiyor.:))
    Benden de selamlar...

    YanıtlaSil
  6. Rabia, mizah hoştur:)

    Size Atilla Atalay'ın imza gününe gidebilme ihtimalimle ilgili yazdığım yazının linkini versem,ve vakit ayırıp okursanız, vaziyeti daha iyi anlayacağınızı ümit ediyorum:)

    http://hayalkahvem.blogspot.com/2011/11/atilla-atalayn-imza-gunune-gidebilme.html

    YanıtlaSil
  7. Demek tanıştınız Handan? Ne hoş:)

    YanıtlaSil
  8. verbumnonfacta, çok sevindim çook:)
    eskiden benden başka tomrukcan vardı
    atilla atalay'ın hisli öyküleri hakkında duygularımı paylaştığım...
    şimdi siz aynı hisler içindesiniz ya,heyyy... çok sevindim. O kadar sevindim ki.. "üç değil, beş değil, sekiz tane.. ama "yatık sekiz"

    anlamışsınızdır siz:))

    YanıtlaSil
  9. yatık ve yorgun bir sekiz, diyerek bahsi arttırıyorum.

    YanıtlaSil
  10. Yooo Kara Kitap, geçen yıl dergide çıkmıştı. Evvel zaman içindenin hikayesi yani... Yeni değil:)

    YanıtlaSil
  11. Oytunla Hayat, çöp adam bile çizemeyen biri ancak bu kadar bıyık çizer. Sağolun:)

    YanıtlaSil
  12. Gırgır'da Hıbır'da olsun zevkle okurdum yazılarını.Bir yerlerde devam ettiğini bilmiyordum,hele kişisel bolğundan hiç haberim yoktu.Ne iyi oldu sayenizde öğrendim.

    YanıtlaSil
  13. Selam Levent, ben Gırgır ve Hıbır yazılarını değil ama kitaplarının arkasında gizlediği hisli öykülerini seviyorum. İki ya da üç elin parmakları kadar o öyküler zaten. Keşke "hisli" öykülerden daha çok yazsa.

    YanıtlaSil
  14. Önce fotoğraflara göz atıyorum normalde yazıyı okurken. Bıyıkları görünce kahkahayı patlatıverdim :)

    YanıtlaSil
  15. francesca mckennitt, hep gülün e mi:)

    YanıtlaSil