alain delon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
alain delon etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

7 Nisan 2017 Cuma

sulh ve sıhhat nasihatleri

- ıssız bir ada'ya düşersen, sakın ha yanına, üç şey almayı isteme!. komik olma!. yıllardır dünya adı verilen bir ıssız ada'dasın zaten!. bunu fark et!. beni ağlatma, beni söyletme!. 


- sanki televizyon, gazete gibi olan insanlardan uzak dur!. kendini kendi ömrün içinde saklı tut!. beş saniye bile olsa, birşeyler üzerinde konsantre olmaya, yoğunlaşmaya çalış!. zira şu sıra, naklen ve topluca görsel bir bellek bunaması ve hafıza kayıplığı yaşanmakta!.


- bak, ölüm, yine, en değersiz sözcük oldu hayatımızda!. kuruyemiş ve çerez!. mümkünlerin olursa bu cinnet moda'ya kapılma!. hemen ölme!. bu kadar sıradanlaşan bir sözcüğe, genç yaşta beden-bedel olma!. ölme'yi değil olma'yı dene!.


-  bak herkes konuşuyor, sen sus!. veya, her ağzını açtığında, idam sehpası'nda olduğunu ve birileri'nin sanki, son bir söyleyeceğin var mı sorusunu sorduklarını unutma!. ağzından şiir aksın, hikmet aksın, gül aksın, kulakların çınlasın!.


                                      met üst / yankı vadisi/1999/sayfa45-46

20 Ağustos 2012 Pazartesi

Aklımın İplerini Saldım Gene...


Epey önce satın almıştım. Kutusuyla duruyordu. Bugün gözüme değdi. Elime aldım. İçinde beş adet film vardı. Hepsi Alain Delon filmleriydi. İlk film adı Bir Aynasızın Postu İçin idi. Filmi kabından çıkardım. Oynatıcıya koydum. Koltuğa oturdum. Bir müzik eşliğinde film başladı. İşte yukarıya videosunu koyduğum müzik. Allahım! Ben niye böyleyim? Ne oldu bil bakalım? Bu müzik var ya bu müzik... Anında aklımı başımdan aldı. Müziğin sesini sonuna kadar açtığım gibiii... İnan bana... Hemen yerimden fırladım. Mutfağa geçtim. Buzdolabından şişeyi çıkardım. Raftan en renkli kadehi seçtim. Şişeyle kadehi tezgaha bıraktım. Bu arada filmi başlatmadım ya sürekli aynı şarkı çalıyordu. Hoşlandım. Çekmeceden küçük çelik tencereyi aldım. Kendi etrafımda üçyüz atmış derece döndüm... Hooop... Elimdeki tencereyi ocağın üstüne bıraktım. Ocağı açtım. Poff! Alevlendi. Kavanozdaki sarı taneleri az yağ ve az  tuz koyduğum tencereye pıtır pıtır attım.  Tencerenin kapağını kapattım. Hemen şişeyi tekrar elime adlım. Şişedeki sıvıyı yüksekten lıkır lıkır renkli  kadehe boşalttım. Fooooşşşş! Köpürdü... Bardaktan taştı. Tencereye baktım. İşaret parmağımı sihir yapar gibi tencerenin kapağına bastırdım. "Okus pokus!" dedim. Sihir anında etkisini gösterdi. Pata pata pata... Patırdadı... Tencereden taştı. Aldırmadım. Ocağı kapattım. Tencerenin kapağını açtım. Abraka dabram işe yaramıştı işte. Sarı, sert taneleri yumuşak kar tanelerine çevirebilmeyi becerrebilmiştim gene. Muzipçe gülümsedim. Becerikli işaret parmağıma hedefi on ikiden vurmuş tabanca namlusu niyetiyle üfledim. Tencereki mucizevi yiyeceği  derin kaseye boşattım. Bir elimde kadeh bir elimde kase, müziğin ritminde parmaklarımın ucunda iki ileri bir geri hareket ederek salona geçtim. Elimdekileri ön sehpaya koydum. Koltuğa bağdaş kurup oturdum. Kumandayı elime aldım. Filmi başlattım. Heey! Alain Delon... Paris... İkisinin de 1970'li halleri... Çok şeker. Ya filmin müzikleri... Ya kadehteki içecek... Ya kasedeki yiyecek... Allahım... Yüreğimi dinledim.  Başka ne olabilir ki? Mutluluk buydu işte. Önce gözlerimi kapadım. Kadehteki gazozumu yudumladım. Oh! Nefisss!.. Sonra kasedeki patlamış mısırdan bir kaç tane ağzıma attım. Oh! Şahane... Mis.. Mis... Arkama yaslandım. Heyy! Düşünebiliyor musun? Artık  Paris'teydim... Ya müzik... Ah, bu müzik... Aklımı başımdan aldı.  Aklımın iplerini  saldım. Galiba filmle birlikte gene hayallere daldım.
 
  
NOT: Paris fotoğraflarını Crayzwomenrosemary'nin bloğundan aldım:)

17 Eylül 2011 Cumartesi

Ripley, Raskolnikov'un Ruh İkizi Mi?



Bu fotoğraftaki genç kadın, 1921-1995 yılları arasında yaşamış, Amerikalı psikolojik gerilim romanları yazarı ve yirmi kadar filme kaynaklık etmiş Patricia Highsmith.. Allahım! Bu yazarın kitaplarını şiddetle okumak istiyorum. Geçen akşam Yetenekli Bay Ripley'i bilmem kaçıncı kez tekrar seyrettim. Bu filmi seyretmeyi çok seviyorum. Bir kere film İtalya'da geçiyor. Yani filmin görüntüleri müthiş... Sonra müzikleriyle bu filmi seyretmek var ya dehşet keyifli... Ayrıca oyuncularına ne diyeceksin?  

 
Tom Ripley rolünde Matt Damon, Marge rolünde Gwyneth Paltrow, Dicki rolünde Judi Law... Ovv! Daha ne olsun... 1999 yılında çevrilmiş bu film... Oyuncular çok daha gençler tabii.. Oyuncularıyla, görüntü ve müziğiyle bu filmi seyretmekten usanmıyorum. Sadece oyuncular, görüntüler, müzik nedeniyle bu filmi seyrediyorum dersem büyük bir haksızlık yapmış olurum. Esasında ben filmin senaryosunu acayip beğeniyorum. Sana bir şey söyleyeyim mi, bu film var ya bana  sanki Dostoyevski romanı seyrediyormuşum tadı veriyor. Neden biliyor musun?  


Yetenekli Bay Ripley gerilim drama cinsi bir film.. Filmde cinayetler işleniyor. Ve aynı Suç ve Ceza'daki gibi katil en baştan kendini belli ediyor. Katilimiz pek çok konuda yetenekli mi yetenekli Bay Ripley... İlginç bir tiptir Bay Ripley... Soğukkanlı bir katildir. Dostoyevski'nin Suç ve Ceza'sındaki kahraman Raskolnikov'u biliyorsun değil mi? Aaa.. İki kahramanın da isimlerinin baş harfi de aynı.. Şimdi yazarken farkettim. Şaka gibi... Ayrıca filmi seyrederken her seferinde kendi kendime diyorum ki... Acaba Ripley, Raskolnikov'un ruh ikizi mi? 

Saçma belki ama nedense aralarında böyle bir benzerlik buluyorum.  Raskolnikov Suç ve Ceza'da başkalarını sömüren tefeci kadını öldürüp nasıl kendini haklı görüyorsa, Tom Ripley de aynı kafada gibi geliyor. Çünkü Mr.Ripley'de işlediği her cinayette kendini haklı görüyor. Diyeceksin ki her katilin kendine göre haklı sebebi vardır. Haklısın. Bu durumu tam izah edebileceğimi sanmıyorum. Benimkisi sadece bir sezgi. Bana öyle geliyor, bilmiyorum anlatabildim mi? Sözün özü şöyle söyleyebilirim. Yetenekli Bay Ripley'i seyretmemin en büyük nedenlerinden biri Dostoyevski kitapları lezzetinde olması... Filmi izleyip gene aynı kanaat uyanınca bende, bu kez kim yazmış senaryosunu diye baktım. Aaa! Bu film yukarıda fotoğrafını koyduğum Patricia Highsmith'in romanından sinemaya uyarlanmamış mı? Ne hoş!




Hey! Bak ne öğrendim... Amerikalı yazar Patricia Highsmith'in 1955 yılında yazdığı Yetenekli Bay Ripley adlı romanı ilk kez 1960 yılında sinemaya uyarlanmış. Fransa İtalya ortak yapımı bu filmin adı bu kez Kızgın Güneş. Bu filmi merak edince, buldum buluşturdum ve dün gece seyrettim. Bayıldım. O kadar benziyor ki 1999 yapımı yeni filmle.. Hem bil bakalım Bay Ripley'i kim oynuyor bu filmde? Alain Delon! Heyy! Tam gençlik yılları... Sahi Alain Delon nerelerde? En son hangi filmini seyrettim acaba bilemedim şimdi... Film gene İtalya'da geçiyor ya görüntüler müthişti. Müzik, oyuncular.. Seyri çok keyifliydi.. Alain Delon tam Raskolnikov gibiydi iyi mi? Neren çıkarıyorum böyle şeyleri? Dostoyevski'nin Raskolnikov'u kim, Patricia Highsmith'in Ripley'i kim diyeceksin biliyorum. Bu hafıza enteresan bir kutu gerçekten.. İnsanın elinde değil ki... Nasıl oluyorsa oluyor bildiği o iki kahramanı hafızada ilgili çekmecelerinden çıkarıyor ve hooop yan yana getiriyor... Ne bileyim neden böyle yapıyor? Fakat ben seviyorum bu eşleştirmeleri... Bir şey daha yazmalıyım... Dün gece eski yapım film bitti ya sonunda FIN yazdı... Aaaa! Kalakaldım... Yeni yapım filmin sonuna aceleyle baktım. FIN ya da THE END yazmıyor... Film bitiyor ve filme katkı yapanların isimleri yazıyor o kadar... Eskiden filmlerin sonunda gerçekten SON, THE END, FIN yazmaz mıydı? Yazardı inan ki.. Artık yazmıyorlar galiba... Çünkü çok şaşırdım FIN diye görünce... Hayret edilecek şey! Oysa ne güzeldi film bitince SON yazması. Sanki cümle bitince sonuna konulan tek nokta gibi. Bu yazı ne zaman bitecek diyorsun değil mi? Uzattım gene anlıyorum seni... İşteeee... BİTTİ.
 11.01.2011

8 Mayıs 2011 Pazar

Gene Aklımın İplerini Saldım...


Epey önce satın almıştım. Kutusuyla duruyordu. Bugün gözüme değdi. Elime aldım. İçinde beş adet film vardı. Hepsi Alain Delon filmleriydi. İlk film Bir Aynasızın Postu İçin'di. Filmi kabından çıkardım. Oynatıcıya koydum. Koltuğa oturdum. Bir müzik başladı. İşte yukarıya videosunu koyduğum müzik. Allahım!  Müzik anında aklımı başımdan aldı. Müziğin sesini sonuna kadar açtım. İnan bana... Hemen yerimden zıpladım. Mutfağa geçtim. Buzdolabından gazoz şişesini çıkardım. Raftan en renkli kadehi seçtim. Bu arada filmi başlatmadım ya sürekli aynı şarkı çalıyordu. Kendi etrafımda üçyüz atmış derece dönerek elimdeki tencereyi ocağa koydum. Kavanozdaki sarı taneleri az yağ ve tuz koyduğum tencereye attım. Şişedeki gazozu yüksekten lıkır lıkır kadehe boşalttım. Fooooşşşş! Köpürdü... Bardaktan taştı. Tencereye baktım. İşaret parmağımı sihir yapar gibi tencerenin kapağına bastırdım. "Okus pokus!" dedim. Anında sihir etkisini gösterdi. Pata pata pata... Patırdadı... Tencereden taştı. Aldırmadım. Ocağı kapattım. Tencerenin kapağını açtım. Abraka dabram işe yaramıştı işte. Sarı, sert taneleri yumuşak kar tanelerine çevirebilmiştim. Muzipçe gülümsedim. Becerikli işaret parmağıma hedefi on ikiden vurmuş tabanca namlusu niyetiyle üfledim. Tencereki mucizevi yiyeceği  derin kaseye boşattım. Bir elimde kadeh bir elimde kase ayaklarımla iki ileri bir geri hareket ederek salona geçtim. Elimdekileri ön sehpaya koydum. Koltuğa bağdaş kurup yerleştim. Kumandayı elime aldım. Filmi başlattım. Heey! Alain Delon... Paris... İkisinin de 1970'li halleri... Çok şeker. Ya filmin müzikleri... Ya kadehteki içecek... Ya kasedeki yiyecek... Allahım... Yüreğimi dinledim.  Başka ne olabilir ki? Mutluluk buydu işte. Önce kadehteki gazozumu yudumladım. Sonra kasedeki patlamış mısırdan bir kaç tane ağzıma attım. Arkama yaslandım. Heyy! Düşünebiliyor musun?  Paris'teyim... Bu müzik... Bu müzik... Aklımı başımdan aldı. Aklımın iplerini iyiceeee saldım. Galiba filmle birlikte gene hayallere daldım.