film gibi yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
film gibi yemek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Nisan 2011 Pazartesi

Film Gibi Yemek Tarifi - 50 İlk Öpücük


Sana Lucy ile Henry'nin hikayesini anlatmış mıydım? İ.Ö 3000li yıllarda başlayan, günümüze kadar hep aynı şekilde tekrarlanmakta olan hikaye vardır ya hani, sana anlatmamış olamam. Çünkü sen seversin romantik hikayeleri. İşte bu da, o hikayelerden biri... Aslında bu hikaye aynı zamanda bir yemek tarifi. Hikayenin mutfak versiyonu yani. Bak anlatıyorum şimdi...

Hikaye bu ya, farzet ki senle ben Havaii'de bir evin mutfağındaymışız. Sanki bu mutfak bir beyaz perdeymiş. Mesela senle birlikte bir film izlemekteymişiz. Ne dersin? Burası zengin mi zengin bir mutfakmış mesela. Her türlü hububat, zerzevat, nebatat, sakatat mevcutmuş fazlasıyla. Etler dizim dizim diziliymiş dolaplarda, piriçler çuval çuval yüklüymüş ambarlarda. Öyle böyle değil yani. Şenlikli mi şenlikli, eğlenceli mi eğlenceli bir mutfak. Bu mutfağın çapkın bir jönü varmış. Adı Henry! Mutfağın eti. Adeta bir kazanova gibi yaşamaktaymış. Her türlü erzakla iyiymiş arası, her türlü hububat, zerzevat, nebatat ve sakatatla hemhal olmaktaymış sürekli. Her gün başka biriyle pişiriyormuş işi, sanki daldan dala konan hercai! Kim etle birlikte pişse, lezzetini ona katıyor, ortaya şahane nefasette yemekler çıkıyormuş. Bunu öğrenen her türlü mutfak erzağı, mutlaka Henry ile pişmek istiyormuş. Zeytinyağlı yemekler özellikle, Henry ile pişirilen yemekleri nasıl kıskanıyorlarmış anlatamam. Çoğu içine limon sıktırıyormuş ki, gözyaşlarını biri görürse ve "ne oldu?" derse, bahanesi olsun istiyormuş "limondan" diye. O kadar kıskanıyorlarmış yani et ile pişen yemekleri, bilmem anlatabildim mi?


Henry'nin çapkınlıkları ve bu safahat hayatı Lucy ile karşılaşması ve ona körkütük aşık olmasıyla değişmiş. Lucy kim miymiş? Mutfağın akça pakça dilberi pirinç tabi. Pirinç mutfakta çuvallarda saklansa da, el üstünde tutulmaktaymış son zamanlarda. Çünkü kısa süreli bir hafıza kaybından mustaripmiş. Henry'nin her buluşmalarında, Lucy'yi yeni baştan etkilemesi ve aşık etmesi gerekmekteymiş. Tamam, et her nekadar geçmişinde bir çok erzakla beraber pişmiş olduğundan bu konuda tecrübeli olsa da, pirincin kendisi gibi hissedip hissetmediğinden emin olmadığı için, sürekli stres içinde yaşamaya başlamış ne yazık ki. Derdi kendine yetmiyormuş gibi, üstüne bir de tuz biber eklenmesin mi? İyice sıkıntıdaymış anlayacağın, of yani. Tam anlatamadım mı yoksa? Acele etme lütfen, teker teker anlatacağım  şimdi.

Bak şimdi, et aşık ya mutfağın akça pakça dilberi pirince... Bugün neler olacak acaba gene diye sıkıntı içindeymiş. Et, hergün yeniden yağda kavrulurmuş bir tencere içinde. Sıkıntısını göstermek istemezmiş pirince... Tencerede kavrulurken, önce suyunu bir salar bir çekermiş. Bilen bilir halini, gerçekten bu çektiği aşk acısı onu iyice pişirmekteymiş. Pirinç ise kendi halinde ayrı bir yerdeymiş. Her sabah etin çektiği çilelerden habersiz, önce derin bir tasın içindeki sıcak suya dalarmış. Yumuşar ve beyazlarmış. Sonra soğuk duşun altında yıkanır iyice, tüm nişastalarını dökermiş. Ne dert kalırmış ne kasavet kendisinde. Öyle ki, soğuk suda akıp giden nişastalar gibi, geçmişe ait tüm anıları da silinip gitmekteymiş. Bunu nasıl mı anlıyoruz? Şöyle... Bir gün önce eti tencerenin dibine sermişlerdi kavrulmuş vaziyette. Sonra soğuk suda yıkanmış pirinci koymuşlardı üzerine. Et ve pirinç bir araya gelince, üstlerini aşacak kadar sıcak su koydular ki birlikte iyice pişsinler diye. Ayrıca tuz ve tereyağ eklediler iyice lezzetlensinler. Tencerede bıraktılar ateşin üstünde her ikisini. Kıstılar ateşi ki, yanmasınlar, yavaş yavaş demlensinler birlikte. Her ikisi piştiler sahiden beraberce. Sonra ters çevrildiler bir tepsiye. Kavrulmuş et ve demlenmiş pilav şahane bir birliktelik oluşturmuşlar. Sevmişler birbirlerini, aşık olmuşlar.


Ertesi sabah et ve pirinç tekrar bir araya gelince, et seslenmiş pirince "Lucy, nasılsın?" diye. Pirinç tanımamış Henry'i. Demiş "Sen kimsin? Ben tanımıyorum seni". Şaşırmış, kalakalmış tabii Henry. Neyse, sonra Henry öğrenmiş ki, Lucy bir kaza geçirmiş ve daha önce anlattığım gibi fena bir dertten mustaripmiş. Bugün yaşadıklarını yarın unutuyormuş. Henry'nin hergün yeni baştan kendini tanıtması, Lucy'i kendine aşık etmesi gerekiyormuş. Henry anlamış ki eğer Lucy'nin sevgisini kazanmak istiyorsa hayatı boyunca her gün sıfırdan başlamak zorundaymış. Henry de Lucy'i çok sevdiği ve onunla birlikte pişmek istediği için her gün katlanırmış bu çileye. İşte bu hikayem böyleyken böyle! Onlar ermiş muradına,biz çıkarlım kerevitlerine!


Ne? Sen bu hikayemi bir filme mi benzettin? 50 İlk Öpücük mü? Henry'i Adam Sandlar, Lucy'i Drew Barrymore oynuyor bu filmde öyle mi? Mümkün değil! Benim anlattığım hikaye İ.Ö 3000 yıllarına dayanıyor. Efsane olmuş bir hikaye filme çevrilmiş olabilir tabi. Ama şunu bil ki, o seyrettiğin filmin gerçek hikayesi böyle! Afiyet olsun.

3 Aralık 2010 Cuma

Lezzetli Bir Aşk Hikayesi

 
Şimdi içimden şahane bir aşk hikayesi anlatmak geldi. Öyle bir hikaye ki, iki aşık yanyana geldiler mi, göze şenlik, dile lezzet, yaşama şevk veren cinsinden.. Harikulade bir ikili.. Bilmiyorum ki, başka iki şey bu denli birbirine yakışabilir mi? Düşünüyorum da eşleri benzerleri yok gibi!

 
Bak şimdi... Oğlan bizim buralardan... İzmit'li... Yağız mı yağız, yiğit mi yiğit bir delikanlı... Yusyuvarlak, tostoparlak bir beden... Yooo, sakın şişman zannetme... Değil, değil... Yakışıklı mı yakışıklı... Sadece tamam, biraz iri kıyım, kallavi... Olsun... Yakışır delikanlıya, öyle değil mi? Ah, nasıl gevrek gevrek güler... Eğer gevrek sıfatını bulmuşlarsa dilbilimciler, inanıyorum ki bizim delikanlıyı görüp karar vermişler... O kadar bizimkine uygun bir sıfat ki bu, o kadar olur yani! Ya o kirli sakalı! Of! Sanki suratına susam serpmişler... Bu kadar mı yakışır sakal delikanlıya? Az sakallıysa az susamlı, çok sakallıysa çok susamlı desen hata olmaz ki, haklısın, de vallahi... Eğer bana sorarsan, yakışanı çok susamlı derim ben! Adı mı ne? Tamam, söyleyeceğim.... Simit! İzmit'in meşhur yakışıklı jönü Simit elbette!


Kız ise Rize'li...Bir Karadeniz dilberi... Bir fizik var kızda, nasıl anlatsam? Hani denir ya 90-60-90 ölçülerinde... Bir etek giydi mi altına kırmızı beyaz çizgilisinden... Bir duruş, bir alım, bir eda... Yanar ona elini süren... İnanılmaz güzelliktedir haspa! Fizik harika tamam... Ya kimya? Esas kızımızın hüneri, Karadeniz usulü demlenmiş olmasıdır, dikkat etmeli... İhmal etme, önce alt kattaki suyu kaynat, kız üst katta dinlenirken... Bir gerilsin, bir serpilsin şöyle buhardan.. Ohh!.. Sonra korkmadan sıcak suyu boca ettimiydin kızımıza, bırak kalsın bir süre demlensin sıcak suda... O kadar güzelleşir! İşte o güzel fiziğe ruh katan, asıl bu kimyadır... Başka hiç bir şeyde olmaz onun lezzeti. Adı ne mi? Çay tabi ki, çay... İnce belli bardakta demli bir çay... Başka ne olacak ki?

İşte bu yazdığım dillere destan Çay ile Simit'in aşk hikayesidir. İkisinin birlikteliği şahane bir lezzet verir. Hele arada yanlarında, ikisinin de en yakın arkadaşı, memletimin gözde akça pakça dilberi Ezine'nin Beyaz Peynir'i varsa... Offf! Bu üçlünün nefasetinden çıldırırsınız valla!..

4 Ekim 2010 Pazartesi

Film Gibi Pasta Tarifi - Güllü



Ben mutfağa  mutlaka selam verir girerim. Sonra kollarımı sıvar, yemek yapmaya girişirim. Hayal kurarım illa... Yemek yaparken bile hayal kurmadan duramam asla. İşte şimdi bir pasta yapacağım yapmasına ama... Pastayı yaparken, Türkan Şoray'ın Güllü adlı filmi gelmesin mi aklıma? Hoppalaa! Sahiden hoppalaa!


Kızımız Karadeniz'in Hamsi Köyü'nden Güllü. Filmde Güllü'yü oynayan Türkan Şoray... Güzeller güzelidir. Delişmendir... Dağların kızıdır.. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun dili mercan, dizi mercan, dişi mercan, karadutum, çatalkaram dediği cinstendir.. Bizim evdeki Güllü ise "mısır unu"... Ne var? Mısır ununun, Karadenizli olduğunu yoksa unuttun mu? Bak şimdi... Bir gün Karadeniz'in yollarında, Ediz Hun yani filmdeki adıyla Fikret arabasıyla kaza geçirir. Fikret, İstanbullu bir fabrikatörün, zıpır, şımarık, hovarda oğludur. Güllü bu delikanlıyı kaza yerinde baygın olarak bulur ve iyileştirir. Güllü ile Fikret arasında bir yakınlaşma olur ve imam nikahı ile evlenirler. Bir süre sonra Fikret İstanbul'a döner. Eski hayatına geri dönünce, köyde bir karısı olduğunu unutur tabii. Güllü'ye bir mektup yazar ve evliliklerinin geçerli olmadığını bildirir. Fakaat sert kayaya çarpmıştır Fikret seert!.. Güllü bunun altında kalır mı? Güllü Karadenizin en sert fırtınaları ile cebelleşerek büyümüştür. Üstelik sabah akşam da hamsi yemiştir. Kafası atar bu durumda.. Alır bohçasını sırtına, namusunu temizlemek için gider İstanbul'a..

Filmi anlatarak yazımı fazlasıyla uzatmak niyetinde değilim. Çünkü bu yazıdaki asıl amacım filmi anlatmak değil, pasta tarifi vermektir. Bizim Güllü bir şekilde Fikret'in babasıyla tanışır. Baba bayılır Güllü'ye tabii... İstanbul'daki zıpır kızlar gibi değildir ki Güllü. Babası olanları öğrenince, iyice sinirlenir Fikret'e. Güllü'ye hocalar tutar ve kılığını, kıyafetini değiştirmeye girişir. Neler olur?  Yazımın başında bizim Güllü iki fincan mısır unudur demiştim ya, kıza aksanını düzeltme ve güzel yürüme dersi aldırırlar önce. Bu nedenle iki adet yumurtayla, bir fincan şeker biraz çırpılmalıdır. Kızın Hamsi Köyünün deli rüzgarında, kuruyan cildi canlandırılmalıdır. Çırpılan karışıma yarım fincan süt ve yarım fincan zeytinyağı ilave edilir. Biraz da bronzluk yakışmaz mı haspaya? Yakışır illa.. Bu sebeple bir tatlı kaşığı neskafe eklemeliyiz kıza... Kız köyden gelmiştir ya şehre... Biraz şaşkın ve ürkektir... Kendine güveni gelsin diye, bir paket kabartma tozu kattık mı içine, şöyle bir havalanır... Kabardıkça kabarır, iyice kendine güveni gelir. Tüm karşım, bizim Güllü'ye, yani 2 fincan mısır ununun içine karıştırılıp, Güllü'nün iyice şehirli olması sağlanır. Sonra bu karışım yağlanmış küçük bir kaba aktarılır. Önceden ısıtılmış, 150 derece fırında, 30 dakika kadar bırakılır. Güllü o halvetten çıktığında, artık tanınmaz haldedir. Mısır unuyla yapıldığına bin şahit gerekebilir. İyice şekil değiştirmiştir. Güllü artık  şehirlidir.


Ancaak intikam duygusunu kaybetmemiştir halen Güllü... Gene Fikret'i öldürmek istemektedir. O zaman kızın içini yumuşatmak, yüreğine biraz şefkat katmak, aşkını tekrar canlandırmak gerekir. Bir paket krem şanti, bir çay bardağı sütle çırpılır. Bembeyaz bir karışım elde edilir. Fırından çıkan kek, enlemesine ortadan ikiye kesilmelidir. Güllü kendine gelmeden, bir çay bardağı portakal suyunu ortadan ikiye kesilen bedenin iki parçasına serpilir. Mis gibi portakal çiçeği kokacaktır Güllü böylece... Sonra o bembeyaz krem şantiyi bedenin iki parçasına da usulca sürmek gerekir. Yüreğine yüreğine sürülen krem şanti içindeki aşkın canlanmasına sebebiyet verecektir. Bu beyazlık üzerine, eski anılar canlansın diye, bir avuç ufalanmış badem serpilir. İki parça birleştirilir. İşte böyle! Kızımız muhteşem olur. Hatta inanır mısın, Güllü, akşam Fikret'le karşılıklı oturup, yemek yer.. Fikret anlamaz kızın Güllü olduğunu! Fikret öğrenince durumu delirir kıza tabii delirir. Tekrar Güllü ile evlenmek ister. Fikret bir paket çikolatadır bu durumda. 1su bardağı süt ve 1 fincan nisasta, 1/2 fincan un olan kaba Fikret balıklama atlar.Muhallebi kıvamına gelince, kekin üstüne bu çikolatalı karışım sıcak sıcak sürülür. Aşkından erir... Erir bu karışımın içinde... Böylece Güllü ve Fikret ayrılmazlar artık. Çok mutlu olurlar. Ve sana bir şey söyleyeyim mi, inanılmaz lezzetli olurlar! Onlar ermiş muratlarına... Biz çıkalım kerevetlerine derim! Ve bu pastayı ben hapur hupur yerim! Bu seferki film gibi pasta tarifim de böyle.. Pişen bu pasta nasıl mı oluyor? Hımm.. İnanmadın değil mi benim pasta yaptığıma.. Film anlatıyorum sandın öyle mi? Yoo.. Pişirdim işte.. Lütfen güven olur mu bana? İşte bak.. Fotoğrafını çektim koydum bloğuma.. Aşağıdaki fotoğrafa baksana..

26 Eylül 2010 Pazar

Şövalye İlan Edip Zararsız Tatlı Yapmak...


Şimdi benim canım var ya, nasıl tatlı çekti anlatamam sana...  Hımm... O halde, bugün seninle birlikte şöyle şahanesinden  bir sütlü tatlı yapalım mı, ne dersin? Tavuk Göğsü mesela. Hakikisi değil, çakma tavuk göğsü olacak ama... Hem yapımı çok kolay, hem de malzemesi her evde vardır mutlaka. Zararlı mıdır? Kilo mu aldırır? Yoo.. Dur bakalım orada! Benim yaptığım yemeklerin zararlı olması ve kilo aldırması mümkün değil ki! Sırlarımı vereceğim. Dinle şimdi...


1 kilo süt ile 1 paket vanilyayı tut bir kenarda. Başka? 2 parmak tereyağ, 1 bardak un, 1.5 bardak toz şeker. Yağ, un, şeker. Bu üç malzeme için doktorlar  "Çok zararlıdır, aman ha yemeyin!" derler. Derler de ayıp ederler.  İnan ki haksızlık gibi gelir bana. Hiç kıyamam ben onlara. Hiiçç!  Bu nedenle ne zaman yağ, un, şekeri aynı yemekte kullanmaya kalksam, başlamadan evvel, bir tören düzenlerim mutlaka. Nasıl mı? Bak, şöyle: Önce geniş metal tası takarım başıma. Kendimi mutfağın kraliçesi farzederim. Sonra yağ, un ve şekeri alırım karşıma, herbirini önümde diz çökmüş asilzadeymiş gibi hayal ederim.  Sonra uzun bıçağı alırım avucuma, - atalarımdan miras kalan kutsal bir kılıçmış bu bıçak güya - her üç asilzadenin, üç defa dokunarak omuzlarına: "Mutfağımın kraliçesi olarak, sizi şövalye ilan ediyorum! Bundan sonra insanlığa zararlı mikroplarla ve kötü duygularla savaşacaksınız!" derim. 

Şimdi söyler misin lütfen, şövalye ilan edilen 3 silahşörler, yani yağ, un ve şeker artık zarar verebilir mi insana? Veremezler! Çünkü şövalyeler kötülük edemezler. Bilakis vücuttaki zararlı mikroplar ve hastalıklarla mücadele ederler. Hatta gerekirse emir veririm , fazla kilolarını bile eritirler! Savaşçıdır onlar, savaşçı! Dinleyip de söylenenleri, zararlı yiyecekler deseydim her üçüne birden, baştan kaybedecektim. Bense kutsayıp, yüceltince, üstüne bir de şövalye ilan edince yağ, un ve şekeri, kötülüklerle mücadele edecek 3 savaşçı kazandım. İşte doğrusu da bu zaten! Tamam, şimdi gönül rahatlığı ile tavuk göğsünü yapacağım. Bak şimdi...


Önce yağı erittim bir tencerede, 1 bardak un ekledim. Olsa, bir kaşık nişasta koyacaktım. Yoktu 1 kaşık daha un ekledim. Unu biraz çevirdim yağın içinde, 1.5 bardak toz şekerini ekledim. Tamam 3 silahşörlerin işi bitti. Bir dördüncü kişi daha var aslında bu hikayede. Bilirsin canım, Dartanyan! Haydi  sütü de Dartanyan yaptım. Dartanyan'ı da 3 silahşörlerin yanına kattım. Bir paket vanilya ekledim. Karıştıra karıştıra, muhallebi olana kadar pişirdim. Ocağı kapattım.


Muhallebi kıvamına gelen karışımı, 5 dakika kadar mikserle çırptım. Çırparken hamurun üzerinde oluşan helozonlara baktım. Bu arada hayal dünyama dalmışım: 3 Silahşörler hikayesinin başında, Artos, Portos ve Aramis kızgındırlar ya Dartanyana. Düelloya davet ederler Dartanyan'ı hani... Tam düelloya başlayacakken, Kardinal'in adamlarının saldırısına uğrarlar da, Dartanyan da 3 silahşörler tarafı olur ve düşmanlara karşı bizim silahşörleri korur ya, hatırladın mı? İşte bu olaydan sonra, düşmanlıklarını unuturlar, dördü can ciğer arkadaş olurlar. Ben bunları hayal ederken bir baktım, süre dolmuş. Hemen çırpmayı kestim. Bir cam tepsiyi ıslattım önce, sonra muhallebimi içine döktüm. Bir kenara soğumaya bıraktım ki, kulaklarıma inanamadım şöyle bir ses duydum: "Birimiz hepmiz için, hepimiz birimiz için! " Aman, ne mutlu oldum. Soğuyunca, üzerine o leziz kokulu tarçından döktüm! Tamam! Bitti işte! 

Bak, ayıplama beni lütfen, olur mu? "Yok artık, kendi pişirdiğini kendi methediyor"  deme... Ama  ne yapabilirim, şahane oldu pişirdiğim tavuk gögsü gene. Of, bu tatlıyı özellikle maç akşamları yaparsam eğer, bizim evin trübünlerindeki misafirlere ikram ederken, emir veriririm bizim şövalyelere: "Lütfen, sükünet verin yenilenlere!" derim. Hemen, özellikle yenilen takımın taraftarlarının ellerine bir parça tavuk göğsü veririm. Bu tatlıyı yiyenler, takımı yenilmesine rağmen ne derler biliyor musun? "Birimiz hepimiz için! Hepimiz birirmiz için! Yenilmek nedir ki? Maksat spor olsun, sizin takıma da, bizim takıma da helal olsun!" derler! Yaa! Emir verirsem eğer 3 silahşörlere, fanatikleri bile olmayacak yerde mutlu ederler!... Afiyet olsun!

17 Temmuz 2010 Cumartesi

Film Gibi Pasta Tarifi



Ben daima mutfağa selam verir girerim. Sonra kollarımı sıvar, yemek yapmaya girişirim. Hayal kurarım illa... Yemek yaparken bile hayal kurmadan duramam asla. İşte şimdi bir pasta yapacağım yapmasına ama... Pastayı yaparken, Türkan Şoray'ın Güllü adlı filmi gelmesin mi aklıma? Hoppalaa! Sahiden hoppalaa!

Kızımız Karadeniz'in Hamsi Köyü'nden Güllü. Filmde Güllü'yü oynayan Türkan Şoray.. Güzeller güzelidir. Delişmendir... Dağların kızıdır.. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun dili mercan, dizi mercan, dişi mercan, karadutum, çatalkaram dediği cinstendir.. Bizim evdeki Güllü ise "mısır unu"... Ne var? Mısır ununun, Karadenizli olduğunu yoksa unuttun mu? Bak şimdi... Bir gün Karadeniz'in yollarında, Ediz Hun yani filmdeki adıyla Fikret arabasıyla kaza geçirir. Fikret, İstanbullu bir fabrikatörün, zıpır, şımarık, hovarda oğludur. Güllü bu delikanlıyı kaza yerinde baygın olarak bulur ve iyileştirir. Güllü ile Fikret arasında bir yakınlaşma olur ve imam nikahı ile evlenirler. Bir süre sonra Fikret İstanbul'a döner. Eski hayatına geri dönünce, köyde bir karısı olduğunu unutur tabii. Güllü'ye bir mektup yazar ve evliliklerinin geçerli olmadığını bildirir. Fakaat sert kayaya çarpmıştır Fikret seert!.. Güllü bunun altında kalır mı? Güllü Karadenizin en sert fırtınaları ile cebelleşerek büyümüştür. Üstelik sabah akşam da hamsi yemiştir. Kafası atar bu durumda.. Alır bohçasını sırtına, namusunu temizlemek için gider İstanbul'a..

Filmi anlatarak yazımı fazlasıyla uzatmak niyetinde değilim. Çünkü bu yazıdaki asıl amacım filmi anlatmak değil, pasta tarifi vermektir. Bizim Güllü bir şekilde Fikret'in babasıyla tanışır. Baba bayılır Güllü'ye tabii... İstanbul'daki zıpır kızlar gibi değildir ki Güllü. Babası olanları öğrenince, iyice sinirlenir Fikret'e. Güllü'ye hocalar tutar ve kılığını, kıyafetini değiştirmeye girişir. Neler olur? Bizim Güllü iki fincan mısır unudur demiştim ya yazımın başında, kıza aksanını düzeltme ve güzel yürüme dersi aldırırlar önce. Bu nedenle iki adet yumurtayla, bir fincan şeker biraz çırpılmalıdır. Kızın Hamsi Köyünün deli rüzgarında, kuruyan cildi canlandırılmalıdır. Çırpılan karışıma yarım fincan süt ve yarım fincan zeytinyağı ilave edilir. Biraz da bronzluk yakışmaz mı haspaya? Yakışır illa.. Sonra bir tatlı kaşığı neskafe eklenir. Kız köyden gelmiştir ya şehre... Biraz şaşkın ve ürkektir... Kendine güveni gelsin diye, bir paket kabartma tozu kattık mı içine, şöyle bir havalanır... Kabardıkça kabarır, iyice kendine güveni gelir. Tüm karşım, bizim Güllü'ye, yani 2 fincan mısır ununun içine karıştırılıp, Güllü'nün iyice şehirli olması sağlanır. Sonra bu karışım yağlanmış küçük bir kaba aktarılır. Önceden ısıtılmış, 150 derece fırında, 30 dakika kadar bırakılır. Güllü o halvetten çıktığında, artık tanınmaz haldedir. Mısır unuyla yapıldığına bin şahit gerekebilir. İyice şekil değiştirmiştir. Güllü artık bir şehirlidir.

Ancaak intikam duygusunu kaybetmemiştir halen Güllü... Gene Fikret'i öldürmek istemektedir. O zaman kızın içini yumuşatmak, yüreğine biraz şefkat katmak, aşkını tekrar canlandırmak gerekir. Bir paket krem şanti, bir çay bardağı sütle çırpılır. Bembeyaz bir karışım elde edilir. Fırından çıkan kek, enlemesine ortadan ikiye kesilmelidir. Güllü kendine gelmeden, bir çay bardağı portakal suyunu ortadan ikiye kesilen bedenin iki parçasına serpilir. Mis gibi portakal çiçeği kokacaktır Güllü böylece... Sonra o bembeyaz krem şantiyi bedenin iki parçasına da usulca sürmek gerekir. Yüreğine yüreğine sürülen krem şanti içindeki aşkın canlanmasına sebebiyet verecektir. Bu beyazlık üzerine, eski anılar canlansın diye, bir avuç ufalanmış badem serpilir. İki parça birleştirilir. İşte böyle! Kızımız muhteşem olur. Hatta inanır mısın, Güllü, akşam Fikret'le karşılıklı oturup, yemek yer.. Fikret anlamaz kızın Güllü olduğunu! Fikret öğrenince durumu delirir kıza tabii delirir. Tekrar Güllü ile evlenmek ister. Fikret bir paket çikolatadır bu durumda. 1su bardağı süt ve 1 fincan nisasta, 1/2 fincan un olan kaba Fikret balıklama atlar. Aşkından erir... Erir bu karışımın içinde... Muhallebi kıvamına gelince, kekin üstüne bu çikolatalı karışım sıcak sıcak sürülür. Böylece Güllü ve Fikret ayrılmazlar artık. Çok mutlu olurlar. Ve sana bir şey söyleyeyim mi, inanılmaz lezzetli olurlar! Onlar ermiş muratlarına... Biz çıkalım kerevetlerine derim! Ve bu pastayı ben hapur hupur yerim! Bu seferki film gibi pasta tarifim de böyle.. Pişen bu pasta nasıl mı oluyor? Hımm.. İnanmadın değil mi benim pasta yaptığıma.. Film anlatıyorum sandın öyle mi? Yoo.. Pişirdim işte.. Güven olur mu bana? İşte bak.. Fotoğrafını çektim koydum bloğuma.. Aşağıdaki fotoğrafa baksana..

1 Şubat 2010 Pazartesi

Telepatik Bir Posta Bağlantısı

Gözlerime inanamadım... Yemin ederim inanamadım da, gözlerimi iyice ovuşturdum önce... Baktım. Halen duruyor tezgahın üstünde. Bu ne? Allahım bu ne? Ne yapmış Rabia Teyze böyle? En büyük boy fasülye turşusunu göndermemiş mi bizim eve? Allahım, ne yaptım da, ödüllendirdin beni bu sürprizle? Biliyorum. Rabia Teyze'yle aramızda telepatik bir posta bağlantısı var. Hem de sıradan hayatımı sırlayan bir sır büklümü halinde... Vay canına sayın seyirciler! Nerde okumuştum ki bu cümleyi? Nasıl hoş bir cümle oldu böyle!.. Ben var ya, bu turşu karşısında biraz daha durursam şair olurum da ne şiirler döktürürüm yeminle! Şeyyy!..Yok ama... Yok... Bakma böyle yazdığıma.. Yani diyeceğim o ki, sakın ha heves edip turşudan isteyeyim falan deme... Şey yani... Nasıl desem bilmiyorum ki... Veriririm vermesine de... Yani açık açık söylemeliyim... Rabia Teyze'nin beyaz fasülye turşusu çok sert olur bir kere... Sonra acayiipppp sarmısaklı... Of, daha kavanozu açınca evi bir sarmısak kokusu sarıyor... Hatta o koku geliyor bir gelin gibi eve yerleşiyor. 40 gün kokusu gitmiyor... Öyle böyle değil! Felaket! Yani ben bayılıyorum ama sana uymaaaazzz... İnan sana uymaz... Hatta yakışmaz... Anladın değil mi? İstemezsin değil mi böyle bir kokuyu evde? Bak en baştan söylüyorum. Dost acı söylemez mi? Söyler tabi... Söylüyorum sana işte... Sonra neden söylemedin deme... Bir de alışınca kötü oluyor biliyor musun? Alışkanlık oluyor da, her sene yiyeyim istiyorsun. Bir nevi bağımlılık yapıyor anlayacağın. Yazık değil mi sana... Her sene... Her sene... Tamam. Turşu konusu bu merkezde... Halen istiyorsan. Bir haber et... Küçük bir kavanoza koyup kargo yaparım... Gönderirim... Bak inan bana gönderirim. Kıyamam... Gönderirim yeminle!

20 Kasım 2009 Cuma

Film Gibi Pasta Tarifi

Ben her zaman mutfağa selam verir girerim. Sonra kollarımı sıvar, yemek yapmaya girişirim. Hayal kurarım ama... Yemek yaparken bile hayal kurmadan duramam asla. İşte şimdi bu pastayı yaparken, Türkan Şoray'ın Güllü adlı filmi gelmesin mi aklıma?

Karadeniz'in Hamsi Köyü'nden Güllü. Filmde Güllü'yü oynayan Türkan Şoray.. Güzeller güzelidir. Delişmendir... Dağların kızıdır.. Bedri Rahmi Eyüpoğlu'nun dili mercan, dizi mercan, dişi mercan, karadutum, çatalkaram dediği cinstendir.. Bizim evdeki Güllü ise "mısır unu"... Ne var? Mısır ununun, Karadenizli olduğunu yoksa unuttun mu? Bak şimdi... Bir gün Karadeniz'in yollarında, Ediz Hun yani filmdeki adıyla Fikret arabasıyla kaza geçirir. Fikret, İstanbullu bir fabrikatörün, zıpır, şımarık, hovarda oğludur. Güllü bu delikanlıyı kaza yerinde baygın olarak bulur ve iyileştirir. Güllü ile Fikret arasında bir yakınlaşma olur ve imam nikahı ile evlenirler. Bir süre sonra Fikret İstanbul'a döner. Eski hayatına geri dönünce, Güllü'yü unutur tabii. Ona bir mektup yazar ve evliliklerinin geçerli olmadığını bildirir.Ama sert kayaya çarpmıştır Fikret seert!.. Güllü bunun altında kalır mı? Güllü Karadenizin en sert fırtınaları ile cebelleşerek büyümüştür. Üstelik sabah akşam da hamsi yemiştir. Kafası atar bu durumda.. Alır bohçasını, namusunu temizlemek için İstanbul'a gider.

Filmi anlatarak yazımı fazlasıyla uzatmak niyetinde değilim. Çünkü bu yazıdaki asıl amacım pasta tarifi vermektir. Bizim Güllü bir şekilde Fikret'in babasıyla tanışır. Baba bayılır Güllü'ye tabii... İstanbul'daki zıpır kızlar gibi değildir ki Güllü. Babası olanları öğrenince, iyice sinirlenir Fikret'e. Güllü'ye hocalar tutar ve kılığını, kıyafetini değiştirmeye girişir. Neler olur? Bizim Güllü iki fincan mısır unudur ya, aksanını düzeltme ve güzel yürüme dersi aldırırlar önce. Bu nedenle iki adet yumurtayla, bir fincan şeker biraz çırpılmalıdır. Kızın Hamsi Köyün deli rüzgarında, kuruyan cildi canlandırılmalıdır. Çırpılan karışıma yarım fincan süt ve yarım fincan zeytinyağı ilave edilir. Biraz da bronzluk yakışmaz mı haspaya? Bir tatlı kaşığı neskafe eklenir. Kız köyden gelmiştir ya şehre... Biraz şaşkın ve ürkektir... Kendine güveni gelsin diye, bir paket kabartma tozu kattık mı içine, şöyle bir havalanır... Kabardıkça kabarır, iyice kendine güveni gelir. Tüm karşım, bizim Güllü'ye, yani 2 fincan mısır ununun içine karıştırılıp, Güllü'nün iyice şehirli olması sağlanır. Sonra bu karışım yağlanmış küçük bir kaba aktarılır. Önceden ısıtılmış, 150 derece fırında, 30 dakika kadar bırakılır. Güllü o halvetten çıktığında, artık tanınmaz haldedir. Mısır unuyla yapıldığına bin şahit gerekebilir. İyice şekil değiştirmiştir. Güllü artık bir şehirlidir.

Ama intikam duygusunu kaybetmemiştir halen Güllü... Halen Fikret'i öldürmek istemektedir. O zaman kızın içini yumuşatmak, yüreğine biraz şefkat katmak, aşkını tekrar canlandırmak gerekir. Bir paket krem şanti, bir çay bardağı sütle çırpılır. Bembeyaz bir karışım elde edilir. Fırından çıkan kek, enlemesine ortadan ikiye kesilmelidir. Güllü kendine gelmeden, bir çay bardağı portakal suyunu ortadan ikiye kesilen bedenin iki parçasına serpilir. Mis gibi portakal çiçeği kokacaktır Güllü böylece... Sonra o bembeyaz krem şantiyi bedenin iki parçasına da usulca sürmek gerekir. Yüreğine yüreğine sürülen krem şanti içindeki aşkın canlanmasına sebebiyet verecektir. Bu beyazlık üzerine, eski anılar canlansın diye, bir avuç ufalanmış badem serpilir. İki parça birleştirilir. İşte böyle! Kızımız şahane oldu... Hatta inanır mısın, Güllü, akşam Fikret'le karşılıklı oturup, yemek yedi. Fikret anlamadı kızın Güllü olduğunu! Fikret öğrenince durumu delirir kıza tabii delirir. Tekrar evlenmek ister. Fikret bir paket çikolatadır bu durumda. 1su bardağı süt ve 1 fincan nisasta, 1/2 fincan un olan kaba Fikret balıklama atlar. Aşkından erir... Erir bu karışımın içinde... Muhallebi haline gelince, kekin üstüne bu çikolatalı karışım sıcak sıcak sürülür. Böylece Güllü ve Fikret ayrılmazlar artık. Çok mutlu olurlar. Ve inanılmaz lezzetli olurlar! Onlar ermiş muratlarına... Biz çıkalım kerevetlerine derim! Ve bu pastayı ben hapur hupur yerim! Bu seferki film gibi pasta tarifimiz de böyle:) Pişen pasta nasıl mı oluyor? Baksana... Resmi iştee!