zebercet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
zebercet etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

20 Ekim 2012 Cumartesi

Anlat Deseniz Anlatamam. Enine Boyuna Yaşarım Ancak.


"bir elim sağ cebimde
bir elim sol cebimde
bu hüznü siz de bilirsiniz
anlat deseniz anlatamam
enine boyuna yaşarım ancak"
turgut uyar

Tuhaf! Sahiden yazı yazmanın değişik bir  tuhaflığı olduğunu düşünüyorum. Veya tuhaflık bende belki. Bilemiyorum. Mesela bambaşka bir şey yazmaya niyetleniyorum. Yazmaya başlıyorum. Hiç düşünmediğim kelimeler dökülüyor parmaklarımdan. Şaşırıyorum. Bak şimdi... İstanbul'da, Kadir Has Üniversitesi'ndeki, iki günlük Yusuf Atılgan Sempozyumu'ndan dün gece köyüme döndüm tamam mı? İki gün sabahtan akşama kadar memleketimin farklı üniversitelerinden gelmiş akademisyenleri, film yönetmenini tüm merakımla dinledim. Elbette Yusuf Atılgan'ın Canistan'ından ve öykülerinden de söz edildi edilmesine ancak özellikle  masaya yatırılıp her yönüyle incelenen, Aylak Adam ile Anayurt Oteli'nin Zebercet'iydi. Dün gece eve döndüğümden beri, sempozyum hakkında bir şeyler hatta çok şeyler yazmak istiyorum. Benim için o kadar  zihin açıçı bir sempozyumdu ki anlatamam.  İyi ama ikidir yazmak için bilgisayar başına oturuyorum. Nedense Yusuf Atılgan'ın kahramanları aklıma gelince Turgut Uyar'ın dizelerini hatırlıyorum. Anlayamıyorum. Oysa iki günlük sempozyumda Hüseyin Rahmi Gürpınar'dan  Orson Welles'e, Sait Faik'ten Yılmaz Güney'e, Kemal Binbaşar'dan Sabahattin Ali'ye, Tezer Özlü'den Emine Sevgi Özdamar'a, Kafka'dan Dostoyevski'ye pek çok yazar adı anıldı. Yusuf Atılgan'ın Aylak Adam'ıyla Anayurt Oteli'nin Zebercet'i, Pınar Kür'ün Tuhaf Bir Kadın'ı, Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ı, Edip Cansever'in Çağrılmayan Yakup'u, Kemal Bilbaşar'ın Denizin Çağırışı, Tezer Özlü kitaplarındaki anlatıcı, Oguz Atay'ın kitapları, Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'u ya da ne bileyim Emily Bronte'nin Uğultulu Tepeler'i bile birbirleriyle ilişkilendirildi. Epeyce not tuttum. İkinci günün sonlarında yönetmen Zahit Atam'ın sinemayla ilgili etkileyici konuşmasında söz ettiği filmlerin adlarını da, okumak istediğim kitap adlarının altına yazıyazıverdim. Bilgi çıkınlarımı epeyce doldurup, müthiş zenginleştim. Dün gece köyüme böyle eli kolu dolu döndüm. Sempozyum tek kelimeyle harikuladeydi! Nefisti! Nefis!...  Bak şimdi... O notlar elimin altında.  Bilgiler desen, henüz taptaze hafızamda. İyi de, Yusuf Atılgan Sempozyumu'yla ilgili uzun uzun yazılar yazmak istiyorken, üstelik bu sempozyumda adından hiç söz edilmemişken, niye hafızamın derinliklerinden Turgut Uyar çıkıyor peki?  Yusuf Atılgan benim çevremde çok bilinen bir yazar değil. Ben  her iki kitabını, hem Aylak Adam'ı hem Anayurt Oteli'ni yıllar önce okuyup, çok sevmiştim. Ömer Kavur'un çevirdiği Anayurt Oteli'nin sinemaya uyarlanmış filmini seyretmiştim. Elbette  Anayurt otelindeki Zabercet'i değil, Aylak Adam'ındaki toplumun dayatmalarına, alışkanlıklara, sıradanlığa karşı çıkan C.'yi kahramanım bellemiştim. Yusuf Atılgan Sempozyumu'nda eteklerime doldurduklarımı şimdi Hayal Kahvem'in  tahta döşemesine dökmek istiyorum dökmesine ama... Yooo... Beceremiyorum. Nedense Turgut Uyar dizeleri bulundukları şiirlerden çıkıp, hafızama sökün ediyor. Mesela... ""Dünyada bir ben vardım... Bir de bu olmayası sahipsizliğim." diyesim geliyor. Daha sonra ise  "Durma göğe bakalım." dizesi parmaklarımdan dökülüyor. Ya peki niye Geyikli Gece? Yusuf Atılgan öyküleriyle harmanlanmış hafızam, niye Geyikli Gece'yi önüme getiriyor  şimdi?  Turgut Uyar der ya hani... "Halbuki korkulacak hiç bir şey yoktu ortalıkta... Herşey naylondandı o kadar."... Veya Eski Kırık Bardaklar'daki... "İşte bu ellerimle yalnızım inanmazsan bak" Tamam burada keseceğim.  Yusuf Atılgan Sempozyumu'na daha sonra... Belki bir zaman sonra...  Elbette uzun uzun söz etmeye döneceğim.  İyisi mi gene Turgut Uyar'ın dizeleriyle bu yazımı bitireyim. "bakın bu ikide bir de bozulan güneş... bu durup dururken sokan yılan... bu kırık bardaklar çöplüklerde... aşkın şiirin ölümün en kolayına gitmek....... biliyorum sebebini bir bir biliyorum.... öyle kolay kendisi söylemesi kurtulması öyle kolay... kolaylığından sıkılıyorum... kurtulmak elimden gelmiyor" diyorum... Veee... Devam ediyorum...



Ömrümde ilk kez gittiğim edebiyat sempozyumu, geçen sene, gene Kadir Has Üniversitesi'nde  yapılan Tezer Özlü Sempozyumu'ydu. O kadar haz veren, o kadar iştah açıcı, merak kışkırtıcı bir sempozyumdu ki, daha sonra İstanbul'da diğer üniversitelerde yapılan, Sevgi Soysal, Vüs'at O. Bener, Tomris Uyar, Masumiyet Müzesi sempozyumlarına gitmiştim. İki günlük Yusuf Atılgan Sempozyumu, gene büyük bir itinayla  hazırlanmış. Bu sempozyuma emek verenlere tüm yüreğimle çok teşekkür ediyorum. Diğer üniversitelere örnek olmasını diliyorum. Edebiyat Fakültelerinde okuyan öğrencilerin, edebiyatla ilgilenenlerin, okurların bu sempozyumlara neden katılmadığını çok merak ediyorum. Böyle özenle hazırlanan sempozyumların izleyicilerinin gelecekte daha fazla olacağını hayal ediyorum. Ve bu sempozyumların kitaplaşmasını çok ama çok istiyorum. 

Ben... Ben var ya ben... Ah, edebiyata sevdalı başım!... Bir sonraki sempozyumu iple çekeceğimi biliyorum!:)



17 Ekim 2011 Pazartesi

Trene Binip Gideceğim İşte!.. İyi de Nereye?



Nasıl anlatsam bilmiyorum? Bak şimdi... Kaç zamandır niyetlendim ya.. Neye mi? Trenle yolculuğa tabii.. Nasıl heves ediyorum anlatamam... Of! Yok artık dayanamayacağım… Tak etti canıma... Tamam.. Çantamı takacağım sırtıma… Trenle seyahate çıkacağım mutlaka… Evet… Evet… Çıkacağım… Hem de tek başıma… Fazla eşya almayacağım yanıma. Kitapsız olmaz ama.. Bu kez cimri olmayacağım kitap konusunda… Okuduğum kitabı, oturduğum koltuğa bırakacağım. Hatta içine bir not bırakacağım… “Ben okudum. Çok sevdim. Okumanızı tavsiye ederim.” diyeceğim mesela… Ne dersin? Şahane bir hayal değil mi bu? Peki nereye mi gideceğim? Tren istasyonuna gideceğim. O sırada gelen tren nereye gidiyorsa oraya gideceğim. Mesela çok uzaktaki ıssız bir kasabaya…


Eyvah.. Ben böyle hayal kepenklerimi açarsam gene sonuna kadar, trenle seyahat etmek niyetiyle gidersem bir kasabaya… Ya Anayurt Oteli gibi bir otele denk gelirsem? Hatırlasana Yusuf Atılgan’ın Anayurt Oteli adlı kitabından sinemaya uyarlanan, Ömer Kavur’un yönettiği aynı isimli filmi… Amaaann, Allah Korusun!.. Ya karşıma bu filmde Macit Koper’in canlandırdığı Zebercet adlı karakter gibi biri çıkarsa? Hani anne babası ölmüştür de Zebercet’in, otele çevrilmiş eski bir konakta neredeyse hiç çıkmadan günlerini geçirmektedir. Sadece otele günübirlik gidip gelenler vardır. Bir de uzun kalan bir yaşlı müşteri ile otel hizmetçisi o kadar. Galiba konusu böyle bir şeydi... Hani günübirlik otelde kalan bir kadının ardından, kadının her an tekrar geri döneceğini ümit eder. Of!.. Ne güzel trenle seyahat edeceğim derken, şimdi Anayurt Oteli nerden aklıma geldi birden? Hele Zebercet gibi bir otel işletmecisi... Hımm… Ece Temelkuran’ın Kasaba Otelleri adlı bir yazısı vardır. Okumuş muydun bilmem? Belki de hep oradan gitmek istemiş, gitmeyi beceremeyince de bari gidenlere tanıklık edeyim diyenlerin kasaba otellerini işlettiğini söyler. Hayata küsmüş insanlardır belki. Çünkü konukları hep kazara, hep mecburiyettendir ya... Hep şüpheci ve sinirli olmaları da belki de bu yüzdendir kasaba oteli sahiplerinin der. Büyük, lüks oteller insanı şımartır, mühim bir şahsiyet olduğunuzu tekrar edip durur mütemadiyen. Oysa kasaba otelleri yüz vermez insana. Ne kadarsan o kadar. O nedenle kendini pek önemsemeyenlerin merakı kasaba otelleridir der Ece Temelkuran.


Severim ben kasaba otellerini ve kalacaksam eğer bir kasaba otelinde kalırım her şeye rağmen. Günübirlik bir müşteri olurum… Arkamdan neler olur biter bilemem... Kim bilir? Ben yola devam ederim...Yeni bir kasabaya giderim belki. Öyle bir yer ki, oraya varınca karların yolu kapatacağı tepe bir kasaba olabilir sözgelimi… Off! Bu kez Kubrick’in, Stephen King’in romanından uyarladığı Cinnet adlı film aklıma geldi iyi mi? Hani Jack, eşi ve oğlu ile birlikte bir dağ otelinin kış bakıcısı olamayı kabul eder. Otelde bazı kötü ruhların varlığını hissetmeye başlar. Yooo…. Hiç anlatmayayım korku filmlerinin baş yapıtı sayılan bu filmi... Yooo... Ama... Ya yolum böyle bir otele düşerse? Yok artık… Nedir bu? Nerden geldim ben bu dağ kasabasındaki otele Allahaşkına? Ne güzel atmıştım çantamı sırtıma.. Çıkacaktım trenle yola… Olmaz ama… Yoo.. Şimdi akşam akşam böyle hayaller kuruyorum ya... Sabah trenle yolculuğu düşünmeliyim.. Aydınlık hayaller kurmalıyım. Hımm.. Sabah ola hayrolaaa!!!
30.01.2011