15 Mayıs 2016 Pazar

Ve Hayret Ve May Hala Ve Çizgi Roman Ve Sinema

Bilenler bilecektir, üstteki çizgi roman karesindeki  kadın, May halanın ta kendisidir. Spiderman'ın amcasının karısıdır.  Zamanında Türkçeye öyle çevrildiği için May hala olarak hafızamızda yer etmiştir. Hemen altındaki iki  film karesi ise Spiderman  iki ayrı filminde Spiderman'ın amcası  Ben Parker'ı ve May Parker'ı canlandıran oyuncular... Dikkatinizi çekti mi bilmiyorum... Bu kadar mı denk gelir? Nasıl hayret ve şaşkınlık içinde aynı yöne bakıyorlar?

Neye baktıklarını tahmin edebiliyorum. Çünkü sinemada seyrettiğim Kaptan Amerika-Kahramanların Savaşı adlı  iki buçuk saatlik filmde, May halayı görünce yüz ifadem sırayla önce ilk karedeki gibi tatlı bir hayrete, sonra ikinci karedeki gibi komik bir şaşkınlığa dönüştü. Kabullenmek kolay olmuyor tabii... Çünkü  Spiderman'ın bu filmdeki  May halası gencecik fıstık gibi biriydi. Yoo. Ne yalan söyleyeyim, filmdeki muhabbetlerde de bu mevzu esprili bir tatta dile getirilince yeni May halayı  sevdim.

Lakin çizgi romandaki May halanın, son filmdeki yeni May halayı görünce bırakın hayret, şaşkınlık halini, yüzü dehşet ifadesi alabilir diye düşündüm. İşte o zaman vefasızlığıma üzüldüm. 


12 Mayıs 2016 Perşembe

Deniz Olsam...

 
Bulut mu olsam, gemi mi yoksa?
Balık mı olsam, yosun mu yoksa?..
Ne o, ne o, ne o.
Deniz olunmalı, oğlum,
bulutuyla, gemisiyle, balığıyla, yosunuyla.
 
Nazım Hikmet Ran/Bulut Mu Olsam
 

9 Mayıs 2016 Pazartesi

Binlerce Kasırga Aşkına! Zagor'a Dönüş



Yeni bir müşterimin sigorta teklifini muvaffakiyetle tertip etmiştim. Bir nebze olsun nefeslenmek niyetindeydim. Kahve molası münasebetiyle işten başımı kaldırıp, yan dolabın üzerinde dizim dizim sıralanmış çizgi romanlarıma gözüm takılınca... Ah! O anda yüreğimin cız ettiğini hissettim. ZAGOOR!.. Binlerce kasırga aşkına! 

Demek akrepler yelkovanları kovalayıvermişti. Şu hayat dediğimiz muamma, muhtelif okus pokuslarıyla beni meşgul edivermişti. Sülalemin bütün bıyıklıları adına! Aylardır tek kare Zagor'a göz gezdirmemiştim. 

En son vedalaşmamızı  bile hatırlayamayınca, anında çark ettim. Onca ayrılıktan sonra... Zagor... Merhaba!

8 Mayıs 2016 Pazar

Durmak-4-

 

Sevdiğim insanlara
Kızabilirdim.
Eğer sevmek bana
Mahzun durmayı
Öğretmeseydi.


Orhan Veli/Mahzun Durmak



4 Mayıs 2016 Çarşamba

Ve Dua Ve Dünya Ne Uzun Ne Kısa

 
Önce besmele, en güzel kelime.
Allahım, yol boyunca bırakma elimi, düşerim sonra.
Allahım, niçin halkettinse beni, kalbime söyle iyice, engellerden arınsın.
Allahım, O güzeller güzeli, hangi iyilik diledi senden, dilerim ben de öylelerini.
Allahım, Peygamber efendimiz hangi şerlerden sığındıysa sana, upuzak tut benden de onları. 
Allahım, yol boyunca, tarih boyunca, başıboş bırakma bizi. 
 
 
Cahit Zarifoğlu/Böyle Ol Böyle Söyle şiirinden

25 Nisan 2016 Pazartesi

Ve Hayat Ve Babam Ve Ben



Bu sabah eksperle yaptığım telefon konuşmasında kendimi kaybettiğimi çok sonra fark ettim. Eksper, kurumsal bir müşterimin büyük bir hasarını, yaptığım tüm uyarılara rağmen iyi yönetememişti.  Eksperin sorunlu yaklaşımı halen devam etmekteydi. Öfkeliydim. Telefon görüşmemiz ilerledikçe öfke katsayım yükseldikçe yükseldi. Zerafeti elden bırakmamaya gayret ederek dakikalarca dil döktüm. Sonunda  nasıl gerildiysem, telefonu kapadığımda çenemin titrediğini hissettim. İki yanağımı  iki avucumun içine aldım.  Dirseklerimi masaya dayadım. Ağlamaya başladım. 

Öğlen yemeğini babamla yedim. Zihnim yorgundu. Babam tatlı tatlı bir şeyler anlatıyordu. Aklımsıra  tüm dikkatimle dinliyordum. Sıra kahveye gelince, babama kahveyi nasıl içmek istediğini sordum. Babam yüreğime ılık ılık baktı.  Bu kez orta ya da sade demedi. "Seninle içmek isterim." deyiverdi. Gülümsedi. "Bedenin burada, aklın kimbilir nerelerde?" diye sözüne devam etti. O anda kendime geldim. Neydi bu halim? Yıllardır sigortacılık yapıyordum.  Onlarca sorunla boğuşmuştum. Sorunlar halledilmek içindi.  Oysa şu an ne kadar kıymetliydi. Babamla birlikteydim. Aklımı meşgul eden konu buhar olup uçuverdi. Kahvemiz geldi. Babam benimle kahvesini hüplete hüplete içti. Ben ise hayatın gelmişine geçmişine boş verdim. İki yanağımı iki avucumun içine aldım. Dirseklerimi masaya dayadım.  Tüm kalbimle  babamı dinlemeye başladım.



Durmak - 3 -

 
Kıvrılıp giden dalgın bir yol, yoldaki eski bir taş,
Limana bağlı bir tekne, yosunlu bir halat gibi durdum.

Birhan Keskin/Ağrı







22 Nisan 2016 Cuma

Duy Beni Ey Gelecek Zaman


Duy beni, yazılmış ve yazılacak olan bütün hikayelerin kadın kahramanları. 
Bütün o yaşanmış ve yazılmış olan, 
bütün o yaşanmamış ve yazılmamış olan 
hikayelerin kadın kahramanları... 


Nazan Bekiroğlu / Yusuf İle Züleyha






21 Nisan 2016 Perşembe

Söylesem Tesiri Yok Sussam Gönül Razı Değil...


Yooo... Esasında yeminle kavga müptelası biri değilim. Tamam. Kill Bill  film afişlerini ofisimin duvarına asacak kadar ya da ne bileyim Bruce Lee, Kolsuz Kahraman Wang You filmlerini cd kolleksiyonuma  katacak kadar dövüş sporlarını severim.  Ve fakat  durduk yerde kimsenin canını acıtmak istemem.  Öyle öğretildi. Argo konuşamam. Küfür söyleyemem. 

Bugün ise... Karşımdaki muhataplarımı eni konu pataklamak istedim.  Her birinin meymenetsiz suratlarını göz ucumla seyrettim. Bu denli çözümsüzlükten yana, bu denli duyarsız, bu denli densiz, bu denli  gıcık adamlar nasıl bir araya gelmiş, şaştım kaldım.  Kafam pazar yeri gibi dolu ve kalabalıktı. Konuşmama devam etmemin tesiri olmayacağını anladım. Haydi bana eyvallah diyerek toplantıdan çıktım. 


En etkili rehabilityasyon merkezi.... Marş marş en yakın kitapçıya girdim. Çizgi romanları epeydir ihmal etmiştim. Çektim tabureyi, gözüme değen ilk çizgi romanı kaptım. Ghost World. Hayalet Dünya öyle mi? Hiç duymamıştım. Şööölee... Sayfalarını dalgandırdım. Arka kapağına tüm merakımla baktım. Harikulade, melankolik bir çizgi romanmış. Bir klasikmiş. Elleri belinde iki kız çizimi. Çizgi romanın kahramanı kızlar belli.  Oh ya! dedim. Dosdoğru kasaya gittim. 


Kendime kahve ısmarladım. Çizgi romanı okumaya başladım.  Çizgiler   hoş, renkler yumuşacık. Kızların muhabbetleri ise nasıl  huysuz, nasıl eleştiri dolu, nasıl argo anlatamam. Ağlamalar, dibe vurmalar, küfürler gani...  İki ergenin bunalımlı sohbeti,  ruh halime  ilaç gibi geldi. Çizgi romanı, her karenin tadını ala ala bir solukta okuyup bitirdim. 

Hayvanlar Ve Edebiyat -6-


Bir sinek bir kartalı salladı vurdu yere
Yalan değil gerçektir ben de gördüm tozunu

Yunus Emre



18 Nisan 2016 Pazartesi

ARANIYOR - Melek Zamanı


Halil Gökhan'ın şiir kitabı çıkardığını okuduğum zaman nasıl sevindim anlatamam. Kitap kapağına ise tek kelimeyle bittim. İyi ama denk geldiğim kitapçılara soruyorum. Yok... Bulamıyorum.  Heey! Ben daha almadan ilk basımı bitti mi yoksa? İnanmıyorum... Eyvaah!  


Melek Zamanı aranıyor!
Melek Zamanı'nın nerede satıldığını duyan/gören olursa 
bana haber vermesini, 
Halil Gökhan'ı tanıyan varsa 
şiir kitabını  heyecanla aradığımı söylemesini
şiir aşkına
 rica edeceğim. 




17 Nisan 2016 Pazar

Durmak...2

Durup köşe başında deliksiz dinlensem
Sana kullanılmamış bir gök getirsem


Attila İlhan/Ben Sana Mecburum

16 Nisan 2016 Cumartesi

İnsan Alemde Hayal Ettiği Müddetçe Yaşar

Bu hafta, bir gün film festivali için İstanbul'a kaçtım ama kalan dört günde deli gibi çalıştım. Kurumsal işler, debdebeli teklifler,  çapariz hasarlar derken  ha babam de babam koşturdum. Üstüne hayal kırıklıkları, yürek çarpıntıları, uyku kaçıran kırgınlıklar bindi. Farkına varmamışım. Nasıl yorulmuşum anlatamam. Resmen pilim tükenmiş.



Sırt çantamı toplasam... Şöölee... Sakin bir yere kaçsam. Dünyanın gelmişini geçmişini boş versem. Bodoslama iç alemime dalsam. Kimseciklerle konuşmaksızın kendi kendime kalsam.  




Sonraa... Uzansam rahat bir yatağa...  Bir dergiyi bırakıp öbür kitabı kapsam. "Oh yaa!.. Ne güzel çalışmamak... Arkasından dinlenmek." diye bağırsam. 

Denesem, bu hayallerimi  yapabilir miyim ki? Amaannn! Ne olacak, hayali bile yeter. Ne demiş şair... İnsan alemde hayal ettiği müddetçe yaşar:)


not
başlık/yahya kemal beyatlı dizesi 
resimler/gibrat çizgi roman kareleri

14 Nisan 2016 Perşembe

Hayal Et Olur Elbet


Nanananoom... Feleğin kıyağı demeliyim.  35. İstanbul Film Festivali haftası,  iş programım o kadar dolu görünüyordu ki...  Ne yapsam diye düşünmekteydim. Yoo... Ensemi karartmadım. Karaları bağlamadım. Çocukluğumda büyükannemin anlattığı masaldaki o kadını hatırladım. 

Günlerdir yollarda yürümekte olan kadın, gece olduğunda bir ormandadır. Ağaçların altında yumuşak bir yer arar. Sırtını ağacın gövdesine dayar.  Oturunca yorgunluğunu ve açlığını derinden hisseder. Çantasını karıştırır. Küçücük bir elma bulur.  İç çeker. Dumanı tüten bir tas çorba hayal eder. Birden önünde bir tepsi belirir. İçinde hayal ettiğinden daha leziz  mis gibi çorba görünmektedir. Şaşırır.  Günlerdir boğazından sıcak yemek geçmeyen kadın çorbayı şapırdata şapırdata bir solukta içiverir. Karnı doyunca  çocukluğundaki yatağı hayal eder. Birden yanında tertemiz çarşaflı, pofuduk yastıklı, yumuşacık yorganlı bir yatak beliriverir. Kadın iyice şaşırır ama o kadar yorgundur ki sorgulamaz. Yorganın içine giriverir.

Masalın bundan sonrası ibretlik... 
Kadın başını pofuduk yastığa koyup, sıcacık yorganın içine girdiğinde yüreğini vesvese kaplar. Der ki... "Bu yaşıma kadar felek hiç yüzüme gülmedi. Bu gece ne hayal ettiysem gerçekleşti. Yoksa bu kötü ruhların bir oyunu mu? Ya şimdi bir kurt çıkarsa... Ya o kurt beni yutarsa!!" Eveet... Sahiden bir kurt çıkar. Kadını huuup diye yutar.

Ne zaman umutsuzluğa kapılsam bu masalı aklıma getiririm. 

Baktım ki İstanbul Film Festivali'nin 35. sine gitme ihtimalim yok gibi... Kötü bir şey düşünür müyüm? Hemen sahile indim. Kumsalda hem yürüdüm hem film festivaline gideceğimi hayal ettim.  Dört küçük taşı dört film niyetine cebime atıverdim. Birden iş programımda değişti. Bir günüm bana kalıverdi. İstanbul'a gittim. Arka arkaya dört film seyrettim:) 

13 Nisan 2016 Çarşamba

Mecburiyet

"Ben böyleyim işte."dedi.  "Ben garip bir kadınım. 
Benimle ahbaplık etmek isterseniz birçok şeylere tahammüle mecbur kalacaksınız."


sabahattin ali / kürk mantolu madonna




12 Nisan 2016 Salı

Gene Bir Rüya Gördüm...



Rüyamda... Hayırdır inşallah... Büyük bir dağın eteğindeki minicik kulübede yaşıyordum. Dağ o kadar kocamandı ki, kulübem  dağın gölgesinde kalıyordu. Güneşin ışıkları dağın zirvesini aşamıyor, yaşadığım yeri ısıtıp aydınlatamıyordu. Yapraklar yeşeremiyor, çiçekler açamıyordu. Geceleri kurtlar uluyor, taşlar topraklar yuvarlanıyordu. Bu dağdan nasıl kurtulacağımı bilemiyordum. Her geçen gün daha fazla dehşete kapılıyordum. Dayanamadım, bir bilge kadının yanına gittim. Olanı biteni heyecanla anlattım. Kulûbeme geri dönmemi, dağdan kurtulmak için bildiğim tüm kötü sözlerle dağa seslenmemi söyledi. Böylece dağ korkacak, kulûbemden uzağa kaçacaktı. Hey! Bunu ben daha önce niye düşünmemiştim? Yüreğim sevinçle genişledi. Hemen eve döndüm. Dağın karşısına geçtim. Bildiğim kötü sözleri öfkeyle bağırarak, günlerce, haftalarca dağa söyledim. Dağ kılını kıpırdatıp bir milim bile geri çekilmedi.

Başka bir bilgeye danışmaya karar verdim. İkinci bilge kadın anlattıklarımı sabırla dinledi. Dudaklarını titretip hafifçe gülümsedi. "Koskoca dağ kötü sözlerden etkilenir mi?" dedi. Tersini yapmalıymışım. Güzel lakırdılar etmemi, hoş şarkılar söyleyip dağın yüreğine etki etmemi tavsiye etti. Haftalarca bildiğim en güzel sözlerle dağa seslendim.  Şarkılar söyleyerek geri çekilmesini rica ettim. Hiçbir şey değişmedi. Dağ bir adım bile öteye gitmedi.

Yüreğimde yenilginin acısı yollandım üçüncü bilge kadına... Dedim ki, "Bir halden bilinmeze düştüm. Al bütün varımı yoğumu. Bir tavsiye ver yapayım. Dağ anlasın güneşsiz kalmanın ne yaman şey olduğunu!" Bilge kadın düşündü... düşündü... "Kötü sözle olmamış. İyi sözle olmamış. O halde dans etmelisin. Öyle dans etmelisin ki, dağı hareket ettirmelisin." dedi. Gözlerimi koca koca açtım. Bilge kadına tüm merakımla baktım.  "Şimdi Kulûbene git. Sevdiğin eşyaları sırt çantana koy. Dağın karşısına geç. Gözlerini kapa. Bir adım ileri, üç adım geri giderek dağın geri çekildiğini hissedene kadar dans et. Sonra gözlerini açıp olduğun yere yeni bir kulûbe inşa et." dedi. 

Eve döndüm. Sevdiğim eşyalarımı sırt çantama yükledim. Dağın karşısına geçtim. Gözlerimi kapadım. Bilge kadının söylediğini aynen uyguladım. Bir adım ileri üç adım geri dans etmeye başladım. Dans ettim. Ettim... Ettim... Gözlerimi açtım ki o ne? Dağ sahiden geri çekilmemiş mi? Nasıl sevindim anlatamam. Hemen yeni kulûbemin inşasına başladım. Artık dağın gölgesinde değildim. İnanamıyordum. Dağın gölgesinden kurtulmayı  başarabilmiştim:)

9 Nisan 2016 Cumartesi

Adı HOWL Olan Filmlere Devam...


Afişinin içinden tren geçiyor diye dün gece seyrettiğim HOWL adlı  film umduğum gibi çıkmadı. Hüsrana uğradığımı söylemeliyim. Howl'la ilgilenirken, başka bir HOWL adlı filmin afişine denk gelmiştim.  Niye bilmiyorum, aklıma takıldı bu film. Bu gece seyredeceğim.


8 Nisan 2016 Cuma

Tren Gelir Hoş Gelir:)

 

İçinden tren geçen her şeyi severim.  Bu filmin posterine tav oldum. Hem  içinden tren geçiyor hem korku filmi...  Hımm... Seyredeyim bari. Du bi:)



7 Nisan 2016 Perşembe

Ve Ölüm Ve Ağaç Ve Ben

 
Ölüm geliyor aklıma birden ölüm
Bir ağacın gövdesine sarılıyorum.
 
 
Cemal Süreya

4 Nisan 2016 Pazartesi

3 Nisan 2016 Pazar

Rüyamda... Hayırdır İnşallah! Güya Bir Kuşmuşum...


Rüyamda... Hayırdır inşallah...

Güya bir kuşmuşum.  Güya  öyle değerli, öyle nadir bulunan bir kuşmuşum ki, öttüğüm zaman insanları büyülüyormuşum.  Benim gibi bir kuşu yakalamak çok ama çook meşakkatliymiş. Olmaz diye bir şey yok. Mahir bir avcı beni  tutuvermiş. Satmak için kafese koyuvermiş. Hey! İnanılır gibi değil!  Güya alıcım da belliymiş. Çünkü benim gibi bir kuş bulsun diye, o avcıya uzuuun zaman önce emretmiş. 

Hah işte... Rüyamın bu kadarcığını sadece hissettim. Devamını ise... Resmen bir film gibi uykumda seyrettim. 

Bakın şimdi... Yakalanıp kafese konduğum an var ya... O andan sonra nasıl sus pus oluyorum anlatamam. 

Avcı benim ne cins bir kuş olduğumu biliyor. Güya  hemcinslerim kafese girse dahi ötüyor. Beyhude gayret! Ben ise ne etse ötmüyorum. Öylece uslu uslu susuyorum. Kafesi sallıyor. Gözlerimin içine bakarak öfkeli lakırtılar ediyor. Başımı tüylerimin içine gömüyorum. Kıpırdamadan sessizce duruyorum. Avcı vazgeçmiyor. Beni kafes içinde alıcıya götürüyor.  Alıcı nasıl seviniyor anlatamam. Tatlı tatlı gülümsüyor. Elini uzatıyor. Avucunun içinde beni kafesten çıkarıyor. Sadece onun duyacağı bir sesle, içli içli, yanık yanık ötmeye başlıyorum. Gözlerini kapatarak, ötüşümü tüm kalbiyle dinliyor. Dinliyor... Dinliyor. Dinlerken pencereye doğru yürüyor. Hiç tereddüt etmeden beni salıveriyor. Çığlık atarak uçuyorum.  Gökyüzünün mavililiklerinde kaybolup gidiyorum. 

Acaba  kulağına ne söylüyorum? Aaa!.. Rüya bu! Elbette bilmiyorum:)


1 Nisan 2016 Cuma

Korku

 

Yağmuru seviyorum diyorsun
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun
Güneşi seviyorum diyorsun
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun
Rüzgarı seviyorum diyorsun
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun
İşte, beni sevdiğini söylediğinde
Bunun için korkuyorum...

Anonim


29 Mart 2016 Salı

Yavaş Tren'i Beklerkene:)


Bir dakikanızı istirham edeceğim, kıymetli abilerim, ablalarım.


Şu elinizde tutmuş olduğunuz kitap; Sıdıka 2003, Olası Lakırdılukurdular, Sıkılhan'la Diyalog Çabaları adlı başlıklar altında tam elliiki tane öykü içeriyor.

Düzeyli ilişki yaşamak isteyenler, kredi kartı mağdurları, noter tasdikli TV güzelleri, otoyol fahişeleri, sahte şeyhler, iş arayan tetikçiler, dizi ağaları, çocuklarıyla diyalog kurduklarını sanan anne babalar, hırslı ofis insanları, digital musallatlar, internet bağımlıları, kontör ve bonus manyakları, deprem unutkanları, savaş çığırtkanları...  Velhasıl türlü çeşitli insan öyküleri, fazla kasmayan, araklanabilir kısa cümleler ve göz yormayan harflerle anlatılıyor.

Sadece bunları alıp gitmiyorsunuz. Yanında "Ağlama Dolabı" adlı üç öykülük hisli bir set daha veriyoruz. Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da "Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyordur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz.  Haşarı okurlarının tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için bilbordlara resmini koydurtmayan fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri de bulunuyor.

Deneyiniz, memnun kalacaksınız. 


Atilla Atalay/Ağlama Dolabı





25 Mart 2016 Cuma

35. İstanbul Film Festivali Biletleri Satışa Çıkıyor


Şşşth Kimse Duymasın - 23 -

Soğuk, puslu, nemli bir günün ortasındayım.  
Tarkan şarkı söylüyor.
Artık tedavülden kalkmış  ölümsüz sevdalardan söz ediyor.
Dikkatimi çalmasın diye odanın ışığını söndürüyorum.
Düşle gerçek, hayalle fantezi birbirine karışıyor.
Odada ince bir efkâr kol geziyor. 
Gözlerim bulutlanıyor.
Bir damla yanağımdan kayıveriyor.
Heyy!
    Hoşuma gidiyor.

Gerçekten...



19 Mart 2016 Cumartesi

Hayat


Detaylar üzerinde çok yoğun çalıştığında tamamının ne hakkında olduğunu unutuyorsun.



not
resim-trionfo della morte/ressamı belirsiz
cümle-palermo'da yüzleşme adlı filmden

9 Mart 2016 Çarşamba

Bir Salkım Söğüde Su Verir Gibi


Bu akşam iki şairin, Ahmet Arif ve Ahmet Telli'nin  şiirlerinin menzilinde dolanmaya hazırlanıyorum.  İki şairin seçtiğim  güzel dizelerinin bazılarını  bir araya getirerek yeni bir şiir yazmaya çalışacağım.
 
Şairleri kıskandığım doğrudur. Fakat yeminle kıskandığım için iki şairin dizelerinin peşinde değilim. Son zamanlarda yazı yazmaya mesafeli durduğumu  fark ediyorum.   Bu antremanın  yazma  arzumu  canlandıracağını, tazelik getireceğini,  alışkanlıklarımı silkeleyeceğini, düşüncelerimi yenileyeceğini, yeni heyecanlar sunacağını  hayal ediyorum.
 
Peki niye bu iki şair? Tamamen rastlantı. Şairleri numaraladım. Aklımdan iki sayı tuttum. Baktım  biri Ahmet Arif , diğeri Ahmet Telli. İtiraf etmeliyim ki,   memleketimin bu iki nadide şairi  mütemadiyen okuduğum şairlerden değildi.  Gülümsedim. Vardır bir hikmeti, dedim. Hasretinden Prangalar Eskittim adlı şiir kitabıyla, önce Ahmet Arif'in dizelerine dalmaya karar verdim.
 
Du bakalım...


not- başlık ahmet arif dizesidir.

7 Mart 2016 Pazartesi

İs-mail

Kız heyecanla anlatıyordu arkadaşlarına:
"Herkesin bir maili var, 
oysa benim sevgilimin adı İsmail; 
benim is-mail'im hiç değilse sanal değil!"

Küçük İskender/ Lucifer'in Bisikleti

İstakoz

Geçen yılki Filmekimi'nin en favori filmlerinden biri olduğu halde bilet bulamadığım için seyredemediğim, yönetmen  Yorgos Lanthimos'un  The Lobster (İstakoz) adlı filmini az sonra seyredeceğim. Yönetmenin ilk seyrettiğim filmi Dogtooth (Köpekdişi) idi. Resmen sallayıp silkelemiş, duvara  çivilemişti  beni. Gene  aynı  vaziyet alacağıma  eminim. Alıştırma  niyetiyle filmin afişinden giriş yapayım istedim. Afişi uzun uzun seyrettim. Beden yok.   Görünen sadece endişeli yüzler, parmakları aralanmış eller...  Tuhaf şey! Afiştekiler sanki  istakozu andırıyor. 


Yemek programlarında ballandıra ballandıra anlatılan, lezzeti kaçmasın diye  canlı canlı kaynar suya atılan, canlı canlı ızgara edilen istakoz  pişirme yöntemleri  aklıma geldi. Kaynar suya atılan istakozların nasıl çığlık attıklarını, bu çığlığı duyup sinirleri bozulmasın diye önce baş tarafından suya soktuklarını, kaynar suya atmadan önce çırpınmasınlar diye bacaklarını soparlarla bağladıklarını rahatlıkla anlatan insanları düşündüm. Ne feci!..  Afişteki oyuncuların yüzlerindeki üzüntüye, endişeye ve ellerine tekrar baktım. İstakoz!

1 Mart 2016 Salı

Kör Gibi Değil Mi? Tıpkı Kör Gibi...

Esra, zaten durmaz oturmaz biriydi. Üniversitenin 2. yılı için Erasmus bursuyla Almanya'ya gittiğinden beri resmen bünyesini  evliya çelebiye akort etti. Amsterdam senin Berlin benim, Münih senin Paris benim, Prag senin Brüksel benim... Tek başına dolaşıp duruyor.  Kör deyince, ellerini  uzatıp yavaş yavaş hareket eden, dilenen, gördüğümüzde halimize şükretmemiz istenen, korkulu, güvensiz insan tipi algısıyla büyüdüğümüz için, Esra gibi körler pek çok insanı elbette şaşırtıyor.

 
 

Esra'ya "İnan doğuştan kör olduğunu bilmesem, kör olduğuna asla inanmam. Hiç kör gibi değilsin." diyen biri  olmadım. Onun kör olduğunu biliyorum. Hatta üzerine basa basa tıpkı kör gibi diyorum. Çünkü diğer yetileriyle dünyanın her yerinde cirit atacağına tüm yüreğimle inanıyorum. 

 
Hayat dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi körlere göre düzenlenmediği için, pek çok zorlukla karşılaşıyor. Esra hayallerinin peşinde koşan şahane biri. Zorlukları azimle, bilgelikle aşıyor.  Hayat, çoğunluğu değil  herkesi düşünerek düzenlenmeli... Esra'nın yılmadan yaşamın bizatihi içinde olması,  daha güzel bir dünya için  umudumu kabartıyor. Yolun açık olsun Esra:)