11 Aralık 2020 Cuma
10 Aralık 2020 Perşembe
Moriye de Fosforlum...
8 Aralık 2020 Salı
Delilik Nedir?
Sisli bir sonbahar sabahıydı. Rotamı o yöne kırıp gene bu manzaraya doğru yürüyünce, kimi düşündüm bilin bakalım?
Yoo... Son günlerde metinleriyle haşır neşir oluyorum diye... Ne Friedrich Nietzsche, ne Arthur Schopenhaur ne Jean Jacques Rousseau ne Edmund Husserl ne Soren Kierkegaard ne Ludwig Wittgenstein ne Martin Heidegger... (Yeminle yazılışlarını tam beceremedim. Bakarak yazdım:) Hiçbirini değil. Sait Faik'i düşündüm.
Bir öyküsünün girişinde der ki:
"Sabahın dört buçuğu. İnsan sesleri sessizliğin içine düştü."
İnsan zihni, tuhaf kutu değil mi? Canı ne zaman isterse çıkarıveriyor gizlediğini... Sait Faik'in öykülerini özlediğimi fark ettim.
Neyse... Öyle işte. Şimdi itirafımı dinlemeye davet edeceğim sizi:)
Nasıl anlatsam... Bayılıyorum bu ağaca ben. Sevdalı olduğumu bile söyleyebilirim. Bu yoldan geçenler bu güzelliğin benim gibi farkındalar mıdır acaba? Bazı sabahlar onun için deli gibi olanlar var mıdır, benden başka?
Onu ilk gördüğümde ne cins ağaç olduğunu bilemedim, tamam mı? Meraktan öldüm. Hemen fotoğrafını çekip peyzaj işi yapan bir arkadaşıma gönderdim. Sordum. Cevabı muhteşemdi.
"Dişbudak bu. Güzel ve kalender bir ağaçtır." dedi.
Kalender bir ağaç öyle mi? Dayanamadım. Koşarak yanına gittim. Sımsıkı sarıldım gövdesine. Nilgün Marmara tadıyla kulağına seslendim: "O kadar güzelsin ki, kuş konsun dallarına e mi?"
Akşam yürüyüşünde gene yanından geçtim. Bir de ne göreyim... Kuşlar konmamış mı dallarına?
Heyy! Delirdim. Delirdim!
7 Aralık 2020 Pazartesi
Derslerim Ve Ben
İskenderiyeli kadın felsefeci, matematikçi Hypatia'yı anlatan fim.
PANDORA FELSEFE LİNK
AKBANK SANAT FELSEFE LİNK
6 Aralık 2020 Pazar
Mutluyum
4 Aralık 2020 Cuma
Takibindeyim... Ülker'in Dünyası
16 Kasım 2020 Pazartesi
Şşşth Kimse Duymasın! Sesliler...
14 Kasım 2020 Cumartesi
11 Kasım 2020 Çarşamba
"Filozofların Yürüdüğü Yolları Önce Şairler Yürür."
8 Kasım 2020 Pazar
Kendi Kendimle Oynadığım Oyunlarım - ÖFKE OYUNUM
Bilirsiniz, oyun kurmak kolay bir iş değildir. Her oyunun kuralları, stratejileri, kazananı, kaybedeni olacaktır. Daha önce bilmediğim bir oyun olduğu için, öncelikle oyunumun kurallarını yazmalıyım:
1- Öfkelendiğim anı yakalayacağım.
2- Öfkemin 5N 1 K'sını çıkaracağım.
Neye öfkelendim?
Neden öfkelendim?
Nerede öfkelendim?
Nasıl öfkelendim?
Ne zaman öfkelendim?
Kime öfkelendim?
3- 5N 1K'yı tespit ederken, tarafsız olacağım. Öfkeme, adeta bir süpermarket kamerası gibi bakacağım.
4- Asla kolaya kaçıp karşımdakini veya durumu yargılayıp, suçlamayacağım.
5- Disiplinli oynayacağım, hiçbir öfke pasını kaçırmayacağım.
6- İlk beş kuralı beceremezsem, deneyeceğim. Gene deneyeceğim. Daha güzel deneyeceğim.
Vay canına! Zor bir oyun kurdum sanki. İşleyecek mi göreceğim. Duruma göre oyunun kurallarını iyileştireceğim.
Şimdi... Bir oyun icat ettim. Oyunun kurallarını belirledim ya.. Hoppala! Niyeyse Orhan Veli'nin Dalgacı Mahmut şiiri aklıma geldi. Hani, "İşim gücüm budur benim" diye başlar ya... Şiirinin sonlarında "Dalga geçerim kimi zaman." der. Hani şiirini "Ne halt edeceğimi bilemem" diye bitirir.
Ben böyle kendi kendime oynayacağım oyun bulurum. Oyunun kurallarını koyarım.
Şeyy... Nasıl desem? Sonraa... Ne halt edeceğimi bilemem.
Öyle işte.
5 Kasım 2020 Perşembe
Bugün Yaşayacağım Her Şeyi Ben Seçeceğim.
26 Ekim 2020 Pazartesi
I Will Survive... I Will Survive... Heyy! Heyy!
23 Ekim 2020 Cuma
Acı... Keder... Hüzün... Azap
Hem yürüyorum hem Seval Şahin'in Açık Radyo'daki Günün ve Güncelin Edebiyatı adlı programınıda Ayfer Tunç'la yaptığı söyleşiyi dinliyorum. Onlar tatlı tatlı muhabbet ediyor. Kendimi yanlarında hissediyorum.
Seval Şahin'le ilgili duygularımı daha önce yazmıştım. LİNK
Ayfer Tunç'a gelirsek. Abartmıyorum. Yayınlanan bilumum videolarını seyrettim. Söyleşilerine gittim. Yazılı röportajlarının bizzat peşine düştüm. Harbi ve hasbi muhabbetinin hastasıyım.
Seval Şahin söyleşisinin başlarında şöyle diyor: "Ayfer Tunç edebiyatı denildiğinde, Türkçe'de ilk akla gelen şeylerden birisi, aslında acı demek istemiyorum... Her yazarın, şairin ruh halini, durumunu anlatması tabii ki farklı... Ama mesela hani Birhan Keskin kendisi için keder demişti. Ya da keder demeyi doğru buluyorum. Ya da Tanpınar hatta Orhan Pamuk için de hüzün kelimesini kullanırlar ama ben senin edebiyatında hani acı, keder, hüzün değil de azap mesela... Azap kelimesinin tam da senin edebiyatına çok uygun bir şeymiş gibi geldi." diyor.
Ayfer Tunç: "Doğru olsa gerek ki Kırmızı Azap yaptım kitabımın adını" diye gülüyor. Adımlarım muhabbetin ritminde ilerliyor. Eve giriyorum. Ayfer Tunç'un cümleleri zihnimde uçuşuyor:
"Azap bizi rahatsız eden, içimizi tırmalayan bir şey. Keder içimize sızar. Oturur. Ama azap sürekli dışarı çıkmak ister. İçimizi yırtan bir şeydir."
Size bir şey itiraf edeceğim. Ayfer Tunç'un yazdığı tüm kitapları satın aldım. Hiçbirini okumadım. Ne tuhafım di mi? Öyle işte... Her şeyin bir vakti zamanı vardır, derim. Alırım. Acele etmem. Yıllar yılı davet beklerim.
Şimdi içimi yırtan bir azap hissediyorum. Son kitabından mı başlasam acaba? Osman. Yoksa Aşıklar Delidir'le mi başlasam? Ya Kırımızı Azap... Du bakalım. Hangi kitabı davet edecek beni okumaya... Bekliyorum
Memleketimin iki şahane kadını. Seval Şahin ve Ayfer Tunç'u sevgi ve muhabbetle izliyorum.
18 Ekim 2020 Pazar
Üç Duman Bir Yeni Türkü ile Yeniden Başlamak...
12 Ekim 2020 Pazartesi
"Kuşlar, Her Baharda Gelirler Ama, Sonbaharda Göçerler... Sakın Sen Kuşlara Uymaaa! "
3 Ekim 2020 Cumartesi
Bu Sorular Dursun Mu Bi Burada?