10 Aralık 2020 Perşembe

Moriye de Fosforlum...



Kadın kaleminden çıkmış, kadın kahramanı olan 
bir kitap okumaya niyet ettim.
Suat Derviş'in Fosforlu Cevriye'sini okumaya giriştim. 
Dili, anlatımı nasıl lezzetli nasıl etkili anlatamam. 
Çok sevdim.
Bitirmeme az kaldı.  
Tam size anlatacaktım ki...
Acaba sinemaya uyarlanmış mı diye merak ettim.

İnanamadım gözlerime...
Türk sinemasında resmen Fosforlular, Cevriyeler geçidi var.
Kitabın konusuyla tüm bu filmlerin konusu aynı mı?
Bazıları Cevriye bazıları Cevriyem, bazıları Fosforlu... Niye?
Diye aklımdan geçiriyordum ki...
Şu inceleme yazısı beni benden aldı. 
Aklımdaki tüm soruları cevapladı.
Müthiş bir inceleme: LİNK
Teşekkür ederim. 




8 Aralık 2020 Salı

Delilik Nedir?

Sisli bir sonbahar sabahıydı. Rotamı o yöne kırıp gene bu manzaraya doğru yürüyünce, kimi düşündüm bilin bakalım?

Yoo...  Son günlerde metinleriyle haşır neşir oluyorum diye... Ne Friedrich Nietzsche, ne Arthur Schopenhaur ne  Jean Jacques Rousseau ne Edmund Husserl ne  Soren Kierkegaard ne Ludwig Wittgenstein ne Martin Heidegger... (Yeminle yazılışlarını tam beceremedim. Bakarak yazdım:) Hiçbirini değil. Sait Faik'i  düşündüm. 

Bir öyküsünün girişinde der ki: 

"Sabahın dört buçuğu. İnsan sesleri sessizliğin içine düştü."   

İnsan zihni, tuhaf kutu değil mi? Canı ne zaman isterse çıkarıveriyor gizlediğini... Sait Faik'in öykülerini özlediğimi fark ettim.

Neyse... Öyle işte. Şimdi itirafımı dinlemeye davet edeceğim sizi:)

Nasıl anlatsam... Bayılıyorum  bu ağaca ben. Sevdalı olduğumu bile söyleyebilirim. Bu yoldan geçenler  bu güzelliğin benim gibi  farkındalar mıdır acaba? Bazı sabahlar onun için  deli gibi olanlar var mıdır, benden başka? 

Onu ilk gördüğümde ne cins  ağaç olduğunu bilemedim, tamam mı? Meraktan öldüm. Hemen fotoğrafını çekip peyzaj işi yapan bir arkadaşıma gönderdim. Sordum.  Cevabı muhteşemdi.  

"Dişbudak bu. Güzel ve kalender bir ağaçtır." dedi. 

Kalender bir ağaç öyle mi? Dayanamadım.  Koşarak yanına gittim.   Sımsıkı sarıldım gövdesine. Nilgün Marmara tadıyla kulağına seslendim:  "O kadar güzelsin ki, kuş konsun dallarına e mi?" 

Akşam yürüyüşünde gene yanından geçtim. Bir de ne göreyim... Kuşlar konmamış mı dallarına? 

 Heyy! Delirdim. Delirdim!


 

7 Aralık 2020 Pazartesi

Derslerim Ve Ben

 

Dostlar, Romalılar, Yurttaşlar....  Şu görmüş olduğunuz kitapların yazarlarına... Resmen bayıldım. Hele Thomas More'a var ya... (Başka zaman mutlaka yazacağım.) Bittim... Bittim. Ne tatlı biri. Komik mi komik. Eğlenceli. Ölümü feci diyeceğim. Diyemiyorum. Düşüncelerinden vaz geçmiyor çünkü.  Güçlü karakterli. Sokrates'in 16. yüzyıl modeli. Elbette Thomas More'un Utopia'sındaki Mina Urgan'ın inceleme yazısı uçurdu beni. Ya Karl Marx... Ya Platon... Ya Jan Jak Russo:) Bunca yıl niye okumamışım ki. Tüh valla. Vah bana yazık bana:)

Oldum bittim çok korkmuştum bu abilerden tamam mı? Hiç bulaşmamıştım kitaplarına. Allahım,  neler kaçırmışım. Çalışıyor olmasam var ya... İşim gücüm olmasa... Sadece öğrenci olsam mesela...  Dalacam derinlere.  Nerdeee? Hayat izin vermiyor ki. Çalışmam lazım. İşimi devam ettirmem lazım.  İtiraf etmeliyim, henüz İtiraflar'a girişemedim. Baksanıza tuğla gibi bir kitap. Olsun varsın. Ne gam! Çıtır çıtır okurum. Artık  korkmam:) 

Acayip çalışkan bir öğrenciyim.  Ayıptır söylemesi, möleyen cinsten. Sadece kitap okusam iyi... Yoo... Videolar dinliyor, filmler seyrediyorum. Terminolojisine aşina olabilmek niyetiyle, kendimi sosyoloji, felsefe, siyasal düşünce tarihine çılgınca maruz bırakıyorum. 

Psikolojiden ne haber derseniz... Şimdilik psikolojiye uzaktan bakıyorum.  Laf aramızda hocasına pek ısınamadım. Zaten  en düşük vize notum psikolojiye giriş.  Bilirsiniz dersin notu düşükse, sebep öğretmendendir. Valla benden diil. Dert değil. Hallederim:) 

İlgilenirseniz,  seyrettiğim filmlerden söz edeyim:

Karl Marx (1818/1883)
 Frederick Nietzsche (1884/1900)
 veSigmund Freud'un (1856/1939) 
hayatlarını anlatan üç bölümlük şahane bir belgesel.


Jacques Derrida'a (1930-2004) ve yakın çevresiyle yapılan röportajların yıllar içinde toparlandığı ilgi çekici bir belgesel. 


İskenderiyeli kadın felsefeci, matematikçi  Hypatia'yı anlatan  fim. 


Pandora Felsefe ve Akbank Sanat Felsefe diye iki youtube video serisi buldum. İlgilenenlere hararetle tavsiye ederim.

PANDORA FELSEFE  LİNK

AKBANK SANAT FELSEFE   LİNK


6 Aralık 2020 Pazar

Mutluyum

Bugün acaba mantara denk gelir miyim diye bakınıyordum ki onları gördüm. Doğada yürüyüş yaparken kimi zaman mantarlara  denk geliyorum elbette. Lakin kütük mantarını daha dün öğrendim. Acaba mantarlar  kütükte mi çıkmış diye  tüm merakımla yanaşıverdim. Allahım yarabbim. Evet. Kesilmiş bir ağaç kütüğü bu. Atrafında mantarlar. Aynı Ülker'in ablası Halime ablanın anlattığı gibi. LİNK

Bu denk geliş resmen bana armağan. İçim içime sığmıyor. Yürüyüş yapan bir çift gördüm, seslendim. "Bakın mantar. Kütük mantarı bunlar." dedim. "Bir zamanlar burada bir kavak ya da söğüt ağacı varmış. Muhtemelen yaşlanmış. Kesmişler. Kütüğü burada kalmış." Tuhaf tuhaf baktılar bana tabii. Kafalarını çevirdiler. Gittiler. Aslında merak etmişlerdir. Mesafeyi korumak için görmeye gelmemişlerdir, di mi? 

Öğrendiğim bilginin doğada izini sürüp, anlatılana aynen şahit oldum ya,  nasıl sevindim anlatamam. Mutluyum.


Hey! Bu sevincin üstüne, Kuzey Kalesi'nin  youtube videosunda İki Oscar adayı Makedon Belgeseli Honeyland (Bal Ülkesi) adlı film hakkındaki yorumlarını dinledim.  Sanırım pandeminin en başıydı. Honeyland, sinemada seyredip etkilendiğim şahane bir belgeseldi.  Kimseyle oturup konuşma fırsatı bulamamıştım. Dinlerken karşılıklı muhabbet ediyormuşuz gibi hissettim. Yüreğim  şenlik yeri.  Mutluyum.  
İşte LİNK



Az önce First Cow'u seyrettim. Filme bayıldım. Daha fazla yazamayacağım.  Tamamlandım. Mutluyum:)

4 Aralık 2020 Cuma

Takibindeyim... Ülker'in Dünyası

Tamamen tesadüfen denk geldim.  Videonun başında işte bu evin görüntüsü. Ve şefkatli bir kadın sesi: 
"Anacımın evi. Bacası nasıl tütüyo... Nasıl dumanlıyo... Bir gün bu bacanın tütmemesinden, duman çıkmamasından o kadar korkuyorum ki. Evlere bakıyorum da... Bomboş. Allah korusun." 
Dedim, kim bu sesin sahibi?  Ne hoş bir çekim bu... Çıtır çıtır ne hoş anlatım... Çok sevdim. Bir videodan diğerine atlayıverdim.


Ülker'in Dünyası adıyla youtube'da pek çok videosunun olduğunu seyrettikçe öğrendiğim Ülker'den, bir çırpıda neler neler öğrendim anlatamam. Mesela yukarıda gördüğünüz,  Ali dayının  üzüm bağının ortasındaki "evcik". Evet, evcik deniyormuş. Üzümleri domuzlar yemesin diye Ali dayı yapmış. Geceleri burada kalıyormuş. "Allah güle güle  yemeyi nasip etsin"diyor Ülker. "Bunlar eski bağlar," diyor. "Eski olan her şey beni duygulandırır," diye ekliyor.


Ömrümde duymamıştım. Meğer "pekmez toprağı" diye bir şey varmış. Pekmez yapımında kullanılıyormuş. İşte bu üç şahane kadın, Emine yenge, Fadime abla, Hanim yenge ve çekimi yapan  Ülker, pekmez toprağı kazmaya gidiyorlar.  Pekmez toprağı kazmak için aletleri, çapa, bıçak, kova.  Koskoca arazide pekmez toprağı damarını elleriyle koymuş gibi buluyorlar. Kadim bilgiler. Çok  kıymetli bilgiler. Bu bilge kadınlar, doğa bilgisini sular seller gibi biliyorlar.


İşte Ülker. Elinde telefon çubuğu, gene kendi çekimini kendi yapıyor. Bu kez halaya doğru gidiyoruz.  Videoya bu kez şöyle başlıyor: 
"Hepinize merhabalar. Hoşgeldiniz. Ülker'in Dünyası kanalıma sefalar getirdiniz değerli arkadaşlar. İyi ki  geldiniz. Köye gidiyorum. Halama. Döndü ablaya falan... Göreyim dedim. Arkadaşım gelmiş. Ona da bi bakayım dedim. Yıllardır görüşemiyorduk. Herkes bir yerlerde." diyor. 
Sonra olduğu yerde dönerek konuşmaya devam ediyor: 
"Şöyle döndüm döndüm ki, arkamdaki güzellikleri, sonbaharın güzelliklerini görün diye döndüm. Şahin bey mantar toplamaya gitti. Ben de köye giderken sizlere köyün güzelliklerini çeke çeke gideyim dedim. Renkler muhteşem."

Bu vidolar  ruhuma, yüreğime nasıl iyi  geldi anlatamam. Daha bir kaçını seyrettim.  Memleketimin güzel kadını Ülker'i ve köydeki herkesi çok sevdim.  

Hey! Ben de gitmek istiyorum. Nereye mi? Ülker, Şahin,  Hamiş abla ve  Şükrü amcalarla  mantar toplamaya gitmek istiyorum. Doğada kütük mantarı nasıl toplanır? Hangi mantar zehirlidir? Mantar avına çıkmak istiyorum. Hani kesilen ağaçların kütüklerinin kenarlarında, üstünde büyüyüyen mantarlar varmış ya... Sadece kavak ve söğüt ağaçlarının kütüklerinde yetişen mantarlardan... Hani sonbaharın niğmetlerinden, güzelliklerinden biri de mantar diyor ya Ülker? Hani kışın olmazmış. Şimdi tam zamanıymış. İşte onlardan... Ne tatlı topluyorlar. Muhabbet ede ede...  Sağlığınız, muhabbetiniz daim olsun. Şahane.

Ülkeri'in Dünyası:  LİNK

16 Kasım 2020 Pazartesi

Şşşth Kimse Duymasın! Sesliler...

 

Arthur Rimbaud'ın, Sesliler adlı şiiri /Cemal Süreya çevirisinin
 ilk dizesi hayrette bıraktı beni.
Dursun burda bi...

"A kara, E ak, I kırmızı, U yeşil, O mavi: sesliler,"

Sesli harfleri renklendirmiş.
Tuhaf!
Daha önce, harflerin renklerini hiç düşünmemiştim ki...

Gerçekten!


11 Kasım 2020 Çarşamba

"Filozofların Yürüdüğü Yolları Önce Şairler Yürür."


Bu yıl  İstanbul Üniversitesi Sosyoloji bölümüne başladım ya...  Hocanın tavsiye ettiği, okumam gereken kitaplar arasında Machiavelli'nin Prens'i de var.  Prens'i görünce, iki elimle gözlerimi kapadım.  Makyavelli mi? Prens mi? Anneciiiiğim!! diye bağırdım.

Hoca diyor, "Felsefeyi sever misiniz?" Ali diyor, biz dönerciyiz. "Luther diyor, Machiavelli,"
"Şampiyon biziz" diyor Ali. "Attığımız gollerden belli." Bu şarkıdaki Ali Desidero benim yani:) 

Yok ama kendime  sefkatli davranmalıyım. Elbette Makyavelli adını, en azından MFÖ'nün bu şarkısından biliyorum. Valla  kitaplarımın arasında Prens'in eski baskısı bile var. Bir vakitler almıştım. Okunmaya davet  beklediğim kitaplarımın arasına bırakmıştım. 

Abicim, on altıncı yüz yılda yaşamış, düşüncelerinin etkisi günümüzde devam eden koskocaa Floransalı Makyavelli'nin, incecik  olsa bile  siyaset felsefesine damgasını vurmuş Prens'i ile benim gibi biri dans edebilir mi? Yok artık. Haddimi bilirim. Prens'i alırım. Uzaktan göz kırparım.☺

İyi ama... Sınıfı geçmem için, Prens'i okumam şart. 

Dostlarım, Romalılar ve de Floransalılar! Prens'in dilini, yolunu, yordamını anlamamı kolaylaştıracak bir yol yok mu? Prens'i benim akıl terazim çekebilir mi? Ya okuyunca anlattıklarını kavrayamazsam... Dün öğrendim.  Adam Phillips ne demiş? "Kavrayamamak habis bir acizliktir."  Vah bana! Yazık bana!

"Her ne kadar Machiavel öldü sansa da bütün dünya, Onun ruhu Alplerin üzerinden uçup geldi buraya." demiş  şair.  Sahiden Makyavel'in ruhu  son günlerde benim evde.  Hissediyorum.  Aaa! Resmen rahatım kaçtı.  Ürktüm. Cesaretim  kırıldı. Kafam karıştı. 

Yooo... Vazgeçmedim. Benden önce bu metinle cebelleşen büyük zekaları aramaya karar verdim.   


Taaa ki... Akademisyen Utku Özmakas'ın Prens: Machiavelli'nin Muazzam Muamması adlı araştırma kitabına rast gelene kadar... Bu kitap resmen benim için  biçilmiş kaftan. Şahane. Üstelik,Turgut Uyar'ın Divan'ı Machiavelli'nin  düşüncesine yeni bir girişin kapısını aralayabilir, diyor.  Filozofların yürüdüğü yolları önce şairler yürür, sözünü iyi biliyor. 

Artık iyimserim. Meraklıyım. Prens'le dansa hevesliyim:)

"birden hatırladık seninle buluşamadığımız günleri,
 gel ey büyük bakış yüce suskunluk gel artık beri"
                                       tuırgut uyar/münaccat




8 Kasım 2020 Pazar

Kendi Kendimle Oynadığım Oyunlarım - ÖFKE OYUNUM


Kendi kendime oynayacağım yeni bir oyun geliştiriyorum.  Oyunumun adını buldum, "Öfke Oyunum"

Bilirsiniz, oyun kurmak kolay bir iş değildir. Her oyunun kuralları, stratejileri, kazananı, kaybedeni olacaktır. Daha önce bilmediğim bir  oyun olduğu için, öncelikle oyunumun kurallarını yazmalıyım:

1-  Öfkelendiğim anı yakalayacağım. 

2-  Öfkemin  5N 1 K'sını çıkaracağım.

Neye öfkelendim?

Neden öfkelendim?

Nerede öfkelendim?

Nasıl öfkelendim?

Ne zaman öfkelendim? 

Kime öfkelendim?   

3-  5N 1K'yı tespit ederken,  tarafsız olacağım. Öfkeme, adeta bir süpermarket kamerası gibi bakacağım. 

4-  Asla  kolaya kaçıp karşımdakini veya durumu yargılayıp, suçlamayacağım. 

5- Disiplinli oynayacağım, hiçbir öfke pasını kaçırmayacağım.

6- İlk beş kuralı beceremezsem, deneyeceğim. Gene deneyeceğim. Daha güzel deneyeceğim.

Vay canına!  Zor bir oyun kurdum sanki. İşleyecek mi göreceğim. Duruma göre oyunun kurallarını iyileştireceğim. 

Şimdi... Bir oyun icat ettim. Oyunun kurallarını belirledim ya..  Hoppala! Niyeyse Orhan Veli'nin Dalgacı Mahmut şiiri aklıma geldi. Hani, "İşim gücüm budur benim" diye başlar ya... Şiirinin sonlarında  "Dalga geçerim kimi zaman." der.  Hani  şiirini "Ne halt edeceğimi  bilemem" diye bitirir.

Ben böyle kendi kendime oynayacağım oyun bulurum.  Oyunun kurallarını koyarım.

Şeyy... Nasıl desem? Sonraa... Ne halt edeceğimi bilemem. 

Öyle işte.

5 Kasım 2020 Perşembe

Bugün Yaşayacağım Her Şeyi Ben Seçeceğim.

         Auguste Comte (Fransız 1798-1857)           Emile Durkheim (Fransız1858-1917)

Çalışma odamdaki masaya doğru yürürken, şairin, "Ya işe gitmek zorunda olduğum için mızırdanacağım. Ya da gidecek işim olduğu için sevinç dolacağım." dizelerini tekrarlıyorum. Yok mızırdanmıyorum. İkinciyi seçiyorum. Bilgisayarımı açıyorum. Maillerime bakıyorum. Kimini hemen cevaplıyorum. Ofisteki arkadaşlarım, benim gibi evden çalıştıkları için, mesajlarımızla önce  birbirimize iyi dileklerimizi iletiyoruz. Hepimiz masa üstümüzü toparlıyoruz. Sonra belirlediğimiz saatte ekranlarımızdaki kutucuklardan birbirimizin gözlerine bakarak konuşuyoruz. Ofiste çalışırken bu kadar birbirimizin yüzüne bakar mıydık diye düşünüyorum. Ofis arkadaşlarımın daha önce fark etmediğim mimiklerini keşfediyorum mesela... Hoşuma gidiyor. Lakin ekranda kendimi görerek konuşmaya halen alışamadım. Tam ben gibi olamıyorum sanki. Tutuk ve mahcup bir hal seziyorum. İnsanın kendini görerek  birileriyle konuşması tuhaf geliyor. 

Az önce işimin arasında kapuska koydum ocağa...  Bulaşık ve çamaşır makinelerini çalıştırdım. Toz aldım.  "Ya ev işleri yapmak eziyet olacak bana/ Ya da işlerini yaptığım o evde aklımı, ruhumu ve bedenimi barındırabildiğim için minnettar olacağım." der ya şair. Eziyet gelmiyor yaptıklarım. İkinciyi seçiyorum.

İnanın yukarıdaki cümleleri yazmak niyetiyle başlamadım.  Birdenbire böyle döküldüler. Hani iki fotoğraf koydum ya...  Aslında sosyolojinin isim babası Aguste Comte ile sosyolojinin bir bilim olarak kurulmasını sağlayan Emile Durkheim'dan başlamak istiyordum. 

 Max Weber (Alman 1864-1920)           Karl Marx  (Alman 1818-1183)

Sonra, tarihsel materyalist teorisinin kurucusu sayılan Karl Marx'tan, modern sosyolojinin kurucusu olarak bilinen Max Weber'e geçecektim.

Sosyoloji sınav tarihim yaklaşıyor.  Rotamı edebiyatçıların menzilinden sosyologların menziline çevirmiş vaziyetteyim. Öğrenme, keşif,  içselleştirme, gelişme, verimlilik ihtiyaçlarım nasıl besleniyor anlatamam. Evet, işimdeyim gücümdeyim.   Devamında, sosyoloji dünyasının içindeyim.  Gene Leo Rosten'in şiirinin son dizeleri aklıma geliyor:

"Belki yeni şeyler öğrenmek istemeyecek canım. 
 Ya kızgın olacağım - öğrenmem gereken ne çok şey var- diye.
 Ya da ufak tefek de olsa faydalı ne varsa öğrenmeye çalışacağım.
 Lakin, bugün yaşayacağım her şeyi ben seçeceğim." 

Bende vaziyetler böyleyken böyle:)

26 Ekim 2020 Pazartesi

I Will Survive... I Will Survive... Heyy! Heyy!

 

2005 doğumlu, İrlanda asıllı, on iki yaşında sokakta şarkı söylemeye başlayan, 2014 yılında youtube kanalını açan Allien Sherlock'u  tanıyor musunuz?

Ben bir hafta önce denk geldiğim, şu performansıyla tanıdım. LINK

Peki şimdi nereden takip ediyorum Allien Sherlock'u.  Youtube... Instagram... Ve 2000 den sonra doğmuş biri nereden takip edilir? Elbette Tik Tok hesabından:) 
Buyrunuz...

LINK Youtube
LINK TikTok

LINK Ukulele

23 Ekim 2020 Cuma

Acı... Keder... Hüzün... Azap

Hem yürüyorum hem Seval Şahin'in Açık Radyo'daki Günün ve Güncelin Edebiyatı adlı programınıda  Ayfer Tunç'la yaptığı söyleşiyi dinliyorum. Onlar tatlı tatlı muhabbet ediyor. Kendimi yanlarında hissediyorum. 

Seval Şahin'le ilgili duygularımı daha önce yazmıştım. LİNK

Ayfer Tunç'a gelirsek. Abartmıyorum. Yayınlanan bilumum videolarını seyrettim. Söyleşilerine gittim.  Yazılı röportajlarının bizzat peşine düştüm. Harbi ve hasbi muhabbetinin hastasıyım. 

Seval Şahin söyleşisinin başlarında şöyle diyor: "Ayfer Tunç edebiyatı denildiğinde, Türkçe'de ilk akla gelen şeylerden birisi, aslında acı demek istemiyorum... Her yazarın, şairin  ruh halini, durumunu anlatması tabii ki farklı... Ama mesela hani Birhan Keskin kendisi için keder demişti. Ya da keder demeyi doğru buluyorum. Ya da Tanpınar hatta Orhan Pamuk için de hüzün kelimesini kullanırlar ama ben senin edebiyatında hani acı, keder, hüzün değil de azap mesela... Azap kelimesinin tam da senin edebiyatına çok uygun bir şeymiş gibi geldi." diyor. 

Ayfer Tunç: "Doğru olsa gerek ki Kırmızı Azap yaptım kitabımın adını" diye gülüyor. Adımlarım muhabbetin ritminde ilerliyor. Eve giriyorum. Ayfer Tunç'un cümleleri zihnimde uçuşuyor:

"Azap bizi rahatsız eden, içimizi tırmalayan bir şey. Keder içimize sızar. Oturur. Ama azap sürekli dışarı çıkmak ister. İçimizi yırtan bir şeydir."

Size bir şey itiraf edeceğim. Ayfer Tunç'un yazdığı tüm kitapları satın aldım. Hiçbirini okumadım. Ne tuhafım di mi? Öyle işte...  Her şeyin bir vakti zamanı vardır, derim. Alırım. Acele etmem. Yıllar yılı davet beklerim.

Şimdi içimi yırtan bir azap hissediyorum. Son kitabından mı başlasam acaba? Osman. Yoksa Aşıklar Delidir'le mi başlasam? Ya Kırımızı Azap...  Du bakalım. Hangi kitabı davet edecek beni okumaya... Bekliyorum

Memleketimin iki şahane kadını. Seval Şahin ve Ayfer Tunç'u sevgi ve muhabbetle izliyorum.



18 Ekim 2020 Pazar

Üç Duman Bir Yeni Türkü ile Yeniden Başlamak...


İşi eve taşıyıp, mütemadiyen evde vakit geçirmeye başlayınca, 
ihmal ettiğim ukulelemin tozlarını sildim.  Ekran başına geçtim. 
Daha önce çalışmadığım şarkıların izini sürmeye koyuldum ki... 
O ne? Yaşasın!


Hoş bir video serisine denk geldim. 
Baksanıza linki burada... 
Şahane!




Üç Duman bir Yeni Türkü şarkısı ile yeniden ukulele çalmaya başladım.
Bu şarkılarla tekrar başlamak nasıl  duygulandırdı, coşturdu,  
nasıl tozumu silkeledi anlatamam. 


Özenle hazırladığı şarkıları, içtenlikle,  yumuşacık, sabırla öğreten
  Ukulelemitto'!ya çok teşekkür ederim.


12 Ekim 2020 Pazartesi

"Kuşlar, Her Baharda Gelirler Ama, Sonbaharda Göçerler... Sakın Sen Kuşlara Uymaaa! "


Covid'le birlikte yaşantım epeyce değişti. Temkinliyim, umutluyum, yeni dünya düzenim için heyecanlıyım.

Ofisçe hepimiz  Mart başından bu yana evlerimizden çalışıyoruz.  Şimdi parmakla saydım.  Çok acayip... Tamı tamına  sekiz ay olmuş. Doğrusu oldum bittim hayalim evden çalışmaktı.  Bizim ofisin kızları ilk aylar evden çalışmayı cazip görmediler. Lakin ay be ay alıştılar. Şahane bir düzen kurduk. Şimdi kimse ofise gitmek istemiyor.  Sevinçliyim.

Çevremde covid'e yakalanan  arkadaşlarım, sigortalılarım, tanıdıklarım oldu. Hepsi iyileşti. Şükran doluyum. 

Sosyoloji kitaplarımın bir kısmı geldi.  Umduğumdan fazla ilgimi çekti. Okumalarıma başladım. Hevesliyim.

Ev değiştirdim.  Masamı ve bilgisayarımı yeni çalışma odamın  penceresinin önüne yerleştirdim. Kimi zaman  gökyüzüne, dışarıya  gözüm kayıyor. Kuşlar ilgimi çekmeye başladı. Gülmeyin sakın... Kuş gözlemcisi olmaya karar verdim. ❤  İlk işim ehlinden öğrenip iyi bir dürbün edinmek olacak. Keyifliyim. 

Yeniden ukulele çalmaya başladım. Öğrenirken ne kadar zorlandığımı hatırladım. Şimdi elime aldığımda, kolaylıkla şarkıları hatırlamak hoşuma gitti. Kendime güvenim geldi. Yeni ilgilerimi öğrenmek hususunda iyimserim.

Sonra devam edeceğim.❤



Başlık/ Yaşar

3 Ekim 2020 Cumartesi

Bu Sorular Dursun Mu Bi Burada?

 

"Şıpıdık terliklerini çıkarınca gördüm.
Amma  küçükmüş ayakları şu nisan yağmurunun."

 Bugün öğrendim bu dizeleri. Büyülendim. Mütemadiyen tekrarlıyorum. 
Araştırdım, lakin emin değilim.
Sahiden  Can Yücel'in dizeleri mi?



Soldaki Gloria'yı yıllar önce seyretmiştim. Müthişti.
Sağdaki  Gloria'yı az sonra seyredeceğim.
Felek bir kıyak yapsa. Konusu aynı olsa mesela.
Acaba olabilir mi?