Bazan kutsanmak için
Yapmam gereken tek şey
Olduğum yerde durmaktır.
Mary Oliver
Hocasıyla betimleme yapılabilecek baleyi de seçmişler. Adolphe Adam'ın Giselle adlı balesiymiş. Sesli Betimleme Derneği'ne yazmış. Maalesef işleri yoğunmuş. Bu bireysel bir talep olduğu için, böyle bir talebe ayıracakları vakit de insan da yokmuş. Esra benden bahsetmiş. Esra'yla sinemaya giderdik. Burada anlatmıştım. Kafa kafaya verirdik. Filmleri fısıltıyla betimlerdim. Esra Erasmus bursuyla Almanya'ya gitti. Mektuplaşıyoruz şimdi. Esra, baleyi benim betimleyebileceğimi söylemiş. "Yapar mısınız?" dedi.
Durur muyum? Hiç ikiletmedim. Heyecanla cevapladım. "Betimlerim tabii. Ne olacak ki? Memnuniyetle yaparım." dedim. Adı Bahar... Kendisini henüz görmedim. Ve fakat adının güzelliğini sesinde taşıdığına kefilim. Hafifçe öksürdü. "Jizel balesinin linkini göndereyim. İsterseniz izleyin fikriniz olsun. Öyle konuşalım." dedi. Ne olacaktı ki? Filmleri nasıl betimleyerek anlatıyorsam, Bahar'ın istediği baleyi de betimleyiverirdim.
Yooo... Sakın vazgeçtiğimi sanmayın. Kollarımı sıvadım. Çalışmaya başladım. Bahar'la güçlerimizi birleştireceğiz. Bale betimlemeyi becereceğiz:)
Sipariş ettiğim kitaplarım az önce geldi. Ofisteki odamda, sağ duvara dayalı dolabın üstündeki mevcut kitaplarımı iyice sıkıştırdım. Bazılarını eve götürmek niyetiyle yanıma aldım. Yeni gelen kitapları kargo kutusundan çıkardım. Özenle üst üste koydum. İşte fotoğraf çektim. Şimdi yan duvara tekrar baktım. Burası sigortacı değil de sinemacı ofisine benziyor. Gelenler acaba ne düşünüyor? Komik valla... Ne yapabilirim? Ben de böyle sigortacı tipiyim:)
Bazan kendimi hatırladığım masaldaki o kadın gibi hissediyorum. Vahşi bir ormanın içindeyim. Azılı kaplanlar kovalıyor beni... Saatlerdir koşuyorum. O kadar yorulmuşum ki, tüm bedenim ter içinde kalmış. Saçlarım yapış yapış. Yüreğimin gümbürtüsü boğazımda düğümleniyor. Nefesim ha kesildi ha kesilecek diye korkuyorum. Gene de içimdeki umut yok olmamış. Kurtulacağım diye koşmaya devam ediyorum.
Olamaz! Yol bitti. Arkamda kaplanlar... Önümde ise kocaman uçurum var. İki elimi gökyüzüne kaldırıyorum. "Allahım! Şimdi ne yapacağım?" diye dertleniyorum. Endişeyle arkaya dönüyorum. Kaplanlar deli gibi üzerime doğru geliyor. Nasıl kurtulacağım diye etrafıma bakıyorum. Hey! Yaşasın!.. Uçurumun dibine doğru uzanan bir ağaç kökü görüyorum. Hemen ağaç köküne tutunup aşağıya doğru atlıyorum. Tam o anda kaplanlar uçurumun kenarına ulaşıyorlar. Beni yakalayamadıkları için öfkeyle kükrüyorlar. Kükreme sesinden yer gök inliyor. Kurtulduğum için seviniyorum.
Bi dakika... Uçurumun altından gelen bu tıslama sesleri de ne? İyice bakıyorum. Gördüğüm yeşil çimenlerin aslında binlerce yeşil yılan olduklarını anlıyorum. Tüm zemin onlarla kaplı. Yılanlar beni farkediyorlar. Kafalarını dikip gözlerimin içine içine bakıyorlar. Gürültüyle tıslayarak ağızlarını açıyorlar. Zehirli dillerini çıkarıyorlar. Ben ise uçurumun kenarında ağaç köküne asılı halde duruyorum. Ağaç kökü kısa kaldı. Yılanlar ayaklarıma ulaşamıyorlar. Yukarıya bakıyorum... Azılı kaplanlar... Aşağıya bakıyorum... Zehirli yılanlar... "Ne yapacağım?" diye düşünüyorum.
Kemirme sesi... Bu ne? İki küçük fare tutunduğum ağaç kökünü kemirmekte! İşte şimdi bittim ben diye aklımdan geçirirken... Tam yanımda... Uçurumun yan duvarında... Taşların arasından fışkırmış iki minik yaban çileğini fark ediyorum. Tek elimle ağaç kökünü tutarken, diğer elimle çileklerden birini koparıyorum. Ağzıma atıyorum. Hımm! Nefis! Yaban çileği dilimle damağım arasında eriyor. Gözlerimi kapatıyorum. Çileğin kokusuyla lezzeti başımı döndürüyor. Dünyanın gelmişine geçmişine boşveriyorum. O anın tadını çıkarmaya koyuluyorum.