4 Nisan 2016 Pazartesi

3 Nisan 2016 Pazar

Rüyamda... Hayırdır İnşallah! Güya Bir Kuşmuşum...


Rüyamda... Hayırdır inşallah...

Güya bir kuşmuşum.  Güya  öyle değerli, öyle nadir bulunan bir kuşmuşum ki, öttüğüm zaman insanları büyülüyormuşum.  Benim gibi bir kuşu yakalamak çok ama çook meşakkatliymiş. Olmaz diye bir şey yok. Mahir bir avcı beni  tutuvermiş. Satmak için kafese koyuvermiş. Hey! İnanılır gibi değil!  Güya alıcım da belliymiş. Çünkü benim gibi bir kuş bulsun diye, o avcıya uzuuun zaman önce emretmiş. 

Hah işte... Rüyamın bu kadarcığını sadece hissettim. Devamını ise... Resmen bir film gibi uykumda seyrettim. 

Bakın şimdi... Yakalanıp kafese konduğum an var ya... O andan sonra nasıl sus pus oluyorum anlatamam. 

Avcı benim ne cins bir kuş olduğumu biliyor. Güya  hemcinslerim kafese girse dahi ötüyor. Beyhude gayret! Ben ise ne etse ötmüyorum. Öylece uslu uslu susuyorum. Kafesi sallıyor. Gözlerimin içine bakarak öfkeli lakırtılar ediyor. Başımı tüylerimin içine gömüyorum. Kıpırdamadan sessizce duruyorum. Avcı vazgeçmiyor. Beni kafes içinde alıcıya götürüyor.  Alıcı nasıl seviniyor anlatamam. Tatlı tatlı gülümsüyor. Elini uzatıyor. Avucunun içinde beni kafesten çıkarıyor. Sadece onun duyacağı bir sesle, içli içli, yanık yanık ötmeye başlıyorum. Gözlerini kapatarak, ötüşümü tüm kalbiyle dinliyor. Dinliyor... Dinliyor. Dinlerken pencereye doğru yürüyor. Hiç tereddüt etmeden beni salıveriyor. Çığlık atarak uçuyorum.  Gökyüzünün mavililiklerinde kaybolup gidiyorum. 

Acaba  kulağına ne söylüyorum? Aaa!.. Rüya bu! Elbette bilmiyorum:)


1 Nisan 2016 Cuma

Korku

 

Yağmuru seviyorum diyorsun
Yağmur yağınca şemsiyeni açıyorsun
Güneşi seviyorum diyorsun
Güneş açınca gölgeye kaçıyorsun
Rüzgarı seviyorum diyorsun
Rüzgar çıkınca pencereni kapatıyorsun
İşte, beni sevdiğini söylediğinde
Bunun için korkuyorum...

Anonim


29 Mart 2016 Salı

Yavaş Tren'i Beklerkene:)


Bir dakikanızı istirham edeceğim, kıymetli abilerim, ablalarım.


Şu elinizde tutmuş olduğunuz kitap; Sıdıka 2003, Olası Lakırdılukurdular, Sıkılhan'la Diyalog Çabaları adlı başlıklar altında tam elliiki tane öykü içeriyor.

Düzeyli ilişki yaşamak isteyenler, kredi kartı mağdurları, noter tasdikli TV güzelleri, otoyol fahişeleri, sahte şeyhler, iş arayan tetikçiler, dizi ağaları, çocuklarıyla diyalog kurduklarını sanan anne babalar, hırslı ofis insanları, digital musallatlar, internet bağımlıları, kontör ve bonus manyakları, deprem unutkanları, savaş çığırtkanları...  Velhasıl türlü çeşitli insan öyküleri, fazla kasmayan, araklanabilir kısa cümleler ve göz yormayan harflerle anlatılıyor.

Sadece bunları alıp gitmiyorsunuz. Yanında "Ağlama Dolabı" adlı üç öykülük hisli bir set daha veriyoruz. Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da "Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyordur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz.  Haşarı okurlarının tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için bilbordlara resmini koydurtmayan fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri de bulunuyor.

Deneyiniz, memnun kalacaksınız. 


Atilla Atalay/Ağlama Dolabı





25 Mart 2016 Cuma

35. İstanbul Film Festivali Biletleri Satışa Çıkıyor


Şşşth Kimse Duymasın - 23 -

Soğuk, puslu, nemli bir günün ortasındayım.  
Tarkan şarkı söylüyor.
Artık tedavülden kalkmış  ölümsüz sevdalardan söz ediyor.
Dikkatimi çalmasın diye odanın ışığını söndürüyorum.
Düşle gerçek, hayalle fantezi birbirine karışıyor.
Odada ince bir efkâr kol geziyor. 
Gözlerim bulutlanıyor.
Bir damla yanağımdan kayıveriyor.
Heyy!
    Hoşuma gidiyor.

Gerçekten...



19 Mart 2016 Cumartesi

Hayat


Detaylar üzerinde çok yoğun çalıştığında tamamının ne hakkında olduğunu unutuyorsun.



not
resim-trionfo della morte/ressamı belirsiz
cümle-palermo'da yüzleşme adlı filmden

9 Mart 2016 Çarşamba

Bir Salkım Söğüde Su Verir Gibi


Bu akşam iki şairin, Ahmet Arif ve Ahmet Telli'nin  şiirlerinin menzilinde dolanmaya hazırlanıyorum.  İki şairin seçtiğim  güzel dizelerinin bazılarını  bir araya getirerek yeni bir şiir yazmaya çalışacağım.
 
Şairleri kıskandığım doğrudur. Fakat yeminle kıskandığım için iki şairin dizelerinin peşinde değilim. Son zamanlarda yazı yazmaya mesafeli durduğumu  fark ediyorum.   Bu antremanın  yazma  arzumu  canlandıracağını, tazelik getireceğini,  alışkanlıklarımı silkeleyeceğini, düşüncelerimi yenileyeceğini, yeni heyecanlar sunacağını  hayal ediyorum.
 
Peki niye bu iki şair? Tamamen rastlantı. Şairleri numaraladım. Aklımdan iki sayı tuttum. Baktım  biri Ahmet Arif , diğeri Ahmet Telli. İtiraf etmeliyim ki,   memleketimin bu iki nadide şairi  mütemadiyen okuduğum şairlerden değildi.  Gülümsedim. Vardır bir hikmeti, dedim. Hasretinden Prangalar Eskittim adlı şiir kitabıyla, önce Ahmet Arif'in dizelerine dalmaya karar verdim.
 
Du bakalım...


not- başlık ahmet arif dizesidir.

7 Mart 2016 Pazartesi

İs-mail

Kız heyecanla anlatıyordu arkadaşlarına:
"Herkesin bir maili var, 
oysa benim sevgilimin adı İsmail; 
benim is-mail'im hiç değilse sanal değil!"

Küçük İskender/ Lucifer'in Bisikleti

İstakoz

Geçen yılki Filmekimi'nin en favori filmlerinden biri olduğu halde bilet bulamadığım için seyredemediğim, yönetmen  Yorgos Lanthimos'un  The Lobster (İstakoz) adlı filmini az sonra seyredeceğim. Yönetmenin ilk seyrettiğim filmi Dogtooth (Köpekdişi) idi. Resmen sallayıp silkelemiş, duvara  çivilemişti  beni. Gene  aynı  vaziyet alacağıma  eminim. Alıştırma  niyetiyle filmin afişinden giriş yapayım istedim. Afişi uzun uzun seyrettim. Beden yok.   Görünen sadece endişeli yüzler, parmakları aralanmış eller...  Tuhaf şey! Afiştekiler sanki  istakozu andırıyor. 


Yemek programlarında ballandıra ballandıra anlatılan, lezzeti kaçmasın diye  canlı canlı kaynar suya atılan, canlı canlı ızgara edilen istakoz  pişirme yöntemleri  aklıma geldi. Kaynar suya atılan istakozların nasıl çığlık attıklarını, bu çığlığı duyup sinirleri bozulmasın diye önce baş tarafından suya soktuklarını, kaynar suya atmadan önce çırpınmasınlar diye bacaklarını soparlarla bağladıklarını rahatlıkla anlatan insanları düşündüm. Ne feci!..  Afişteki oyuncuların yüzlerindeki üzüntüye, endişeye ve ellerine tekrar baktım. İstakoz!

1 Mart 2016 Salı

Kör Gibi Değil Mi? Tıpkı Kör Gibi...

Esra, zaten durmaz oturmaz biriydi. Üniversitenin 2. yılı için Erasmus bursuyla Almanya'ya gittiğinden beri resmen bünyesini  evliya çelebiye akort etti. Amsterdam senin Berlin benim, Münih senin Paris benim, Prag senin Brüksel benim... Tek başına dolaşıp duruyor.  Kör deyince, ellerini  uzatıp yavaş yavaş hareket eden, dilenen, gördüğümüzde halimize şükretmemiz istenen, korkulu, güvensiz insan tipi algısıyla büyüdüğümüz için, Esra gibi körler pek çok insanı elbette şaşırtıyor.

 
 

Esra'ya "İnan doğuştan kör olduğunu bilmesem, kör olduğuna asla inanmam. Hiç kör gibi değilsin." diyen biri  olmadım. Onun kör olduğunu biliyorum. Hatta üzerine basa basa tıpkı kör gibi diyorum. Çünkü diğer yetileriyle dünyanın her yerinde cirit atacağına tüm yüreğimle inanıyorum. 

 
Hayat dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi körlere göre düzenlenmediği için, pek çok zorlukla karşılaşıyor. Esra hayallerinin peşinde koşan şahane biri. Zorlukları azimle, bilgelikle aşıyor.  Hayat, çoğunluğu değil  herkesi düşünerek düzenlenmeli... Esra'nın yılmadan yaşamın bizatihi içinde olması,  daha güzel bir dünya için  umudumu kabartıyor. Yolun açık olsun Esra:)

28 Şubat 2016 Pazar

Unuttum

 Bu yıl !f İstanbul Bağımsız Film Festivali'ne gidemedim.  
Öyle işte. 

Az önce Birhan Keskin'in son kitabı "fakir kene"'nin ilk cümlelerinde dolandım durdum.
"Buraya silkintiotu koydum. Kırk dert bir arada canına yandığım, kırkına birden deva olsun." diyor. 

Aslında başka bir şey söylecektim. 
Neydi ki? 
Unuttum



27 Şubat 2016 Cumartesi

Şşşth! Kimse Duymasın!.. - 14 -


Yoo... 
Vapur beklemiyorum
Rüzgarın dinmesini
Mevsimin geçmesini
Çiçeklerin açmasını beklemiyorum.

Ben...
Deniz kenarında oturdum
Yavaş Tren'in gelmesini bekliyorum. 

Gerçekten...










13 Şubat 2016 Cumartesi

Ve Kitap Ve Bale Ve Ben



Gizli Not- 
Bu kadar baleyle ilgilenince, nasıl kitap okuduğumu tahmin ediyorsunuzdur di mi? 

Bilmemek Değil, Öğrenmemek Ayıp Bizim Köyde...

Yüz yüze hiç gelmedik. İlk kez telefonda konuşuyoruz. Sesinin nasıl hoş tınısı var anlatamam. Kelimeler ahizeden kulağıma geldikçe ıpılık esinti geçiriyor. Psikoloji bölümünde okuduğunu, geçen dönem romantik müzik dersi aldığını, derste baleyi de işlediklerini, hocasının baleyi kendisine anlatabildiği kadarını anlattığını, hatta bazı hareketleri gösterdiğini, öyle olunca acaba bale betimlenebilir mi, kör biri olarak tek başına bale seyredebilir miyim diye düşünmeye başladığını çıtır çıtır bi nefeste anlattı. Benim gibi dambur dumbur değil... Nasıl desem? Böyle... Tane tane... Akıcı... Ve isteğine hemen "tamam" dediğime göre, fena halde ikna edici konuşuyor. 

Hocasıyla betimleme yapılabilecek baleyi de seçmişler. Adolphe Adam'ın Giselle adlı balesiymiş. Sesli Betimleme Derneği'ne yazmış. Maalesef işleri yoğunmuş. Bu bireysel bir talep olduğu için, böyle bir talebe ayıracakları vakit de insan da yokmuş. Esra benden bahsetmiş. Esra'yla sinemaya giderdik. Burada anlatmıştım. Kafa kafaya verirdik. Filmleri fısıltıyla betimlerdim. Esra Erasmus bursuyla Almanya'ya gitti. Mektuplaşıyoruz şimdi. Esra, baleyi benim betimleyebileceğimi söylemiş. "Yapar mısınız?" dedi. 

Durur muyum? Hiç ikiletmedim. Heyecanla cevapladım. "Betimlerim tabii. Ne olacak ki? Memnuniyetle yaparım." dedim. Adı Bahar... Kendisini henüz görmedim. Ve fakat adının güzelliğini sesinde taşıdığına kefilim. Hafifçe öksürdü. "Jizel balesinin linkini göndereyim. İsterseniz izleyin fikriniz olsun. Öyle konuşalım." dedi. Ne olacaktı ki? Filmleri nasıl betimleyerek anlatıyorsam, Bahar'ın istediği baleyi de betimleyiverirdim.




Ömrümde bir kez bile sahnede bale seyretmemiş biriydim. Dahası baleden hiç haz etmem, kim çocuğunu baleye gönderse, bu zamanda baleye ne gerek var, judo karateye gönderin derdim. Cahilce konuşuyormuşum. Bahar'ın linkini tıkladım. Önce klasik müzik başladı. Arkama yaslandım. Orkestra şefinin hareketlerini anlatarak betimlemeye başlayacağımı hayal ettim. Sonra... Oyuncuların adları... Yanlarında fotoğrafları...Ne olacak ki? Kolay... Nanananooom! Ve bale başladı. Daha ilk sahnede kalakaldım. Bale bu arkadaşım! Hiç diyalog yok ki! Sinemada diyalog olmayan sahneleri betimliyordum. Yeminle sırtımdan şelale aktığını hissettim. Allahım! Görmeyen birine balede olanları, daha mühimi balenin büyülü atmosferini, oyuncuların şiirsel hareketlerini nasıl anlatacağım diye dertlenmeye başladım. Üstelik bale kültürü olmayan, balenin be'sinden anlamayan benim gibi biri! 


Yooo...  Sakın vazgeçtiğimi sanmayın. Kollarımı sıvadım. Çalışmaya başladım. Bahar'la güçlerimizi birleştireceğiz. Bale betimlemeyi becereceğiz:)


8 Şubat 2016 Pazartesi

Ofis Halleri


Sipariş ettiğim kitaplarım az önce geldi. Ofisteki odamda, sağ duvara dayalı dolabın üstündeki mevcut kitaplarımı  iyice sıkıştırdım. Bazılarını eve götürmek niyetiyle yanıma aldım. Yeni gelen kitapları kargo kutusundan çıkardım. Özenle üst üste koydum.  İşte fotoğraf çektim. Şimdi yan duvara tekrar baktım. Burası sigortacı değil de sinemacı ofisine benziyor. Gelenler acaba ne düşünüyor? Komik valla... Ne yapabilirim? Ben de böyle sigortacı tipiyim:)

25 Ocak 2016 Pazartesi

Kahve Molası - İçimdeki Uçuruma Yolculuk

 
Bazan kendimi  hatırladığım masaldaki o kadın gibi hissediyorum.  Vahşi bir ormanın içindeyim.  Azılı kaplanlar kovalıyor beni... Saatlerdir koşuyorum. O kadar yorulmuşum ki, tüm bedenim ter içinde kalmış. Saçlarım yapış yapış.  Yüreğimin gümbürtüsü boğazımda düğümleniyor. Nefesim ha kesildi ha kesilecek diye korkuyorum. Gene de içimdeki umut yok olmamış. Kurtulacağım diye koşmaya devam ediyorum.

Olamaz! Yol bitti. Arkamda kaplanlar... Önümde ise kocaman uçurum var. İki elimi gökyüzüne kaldırıyorum. "Allahım! Şimdi ne yapacağım?" diye dertleniyorum. Endişeyle arkaya dönüyorum. Kaplanlar deli gibi üzerime doğru geliyor. Nasıl kurtulacağım diye etrafıma bakıyorum. Hey! Yaşasın!.. Uçurumun dibine doğru uzanan bir ağaç kökü görüyorum. Hemen ağaç köküne tutunup aşağıya doğru atlıyorum. Tam o anda kaplanlar uçurumun kenarına ulaşıyorlar. Beni yakalayamadıkları için öfkeyle kükrüyorlar. Kükreme sesinden yer gök inliyor. Kurtulduğum için seviniyorum. 

Bi dakika... Uçurumun altından gelen bu tıslama sesleri de ne? İyice bakıyorum. Gördüğüm yeşil çimenlerin aslında binlerce yeşil yılan olduklarını anlıyorum. Tüm zemin onlarla kaplı. Yılanlar beni farkediyorlar. Kafalarını dikip gözlerimin içine içine bakıyorlar. Gürültüyle tıslayarak ağızlarını açıyorlar. Zehirli dillerini çıkarıyorlar. Ben ise uçurumun kenarında ağaç köküne asılı halde duruyorum. Ağaç kökü kısa kaldı. Yılanlar ayaklarıma ulaşamıyorlar. Yukarıya bakıyorum... Azılı kaplanlar... Aşağıya bakıyorum... Zehirli yılanlar... "Ne yapacağım?" diye düşünüyorum.

Kemirme sesi... Bu ne? İki küçük fare tutunduğum ağaç kökünü kemirmekte! İşte şimdi bittim ben diye aklımdan geçirirken... Tam yanımda... Uçurumun yan duvarında... Taşların arasından fışkırmış iki minik yaban çileğini fark ediyorum. Tek elimle ağaç kökünü tutarken, diğer elimle çileklerden birini koparıyorum. Ağzıma atıyorum. Hımm! Nefis! Yaban çileği dilimle damağım arasında eriyor. Gözlerimi kapatıyorum. Çileğin kokusuyla lezzeti başımı döndürüyor. Dünyanın gelmişine geçmişine boşveriyorum. O anın tadını çıkarmaya koyuluyorum.
 

22 Ocak 2016 Cuma

Hayvanlar Ve Edebiyat -5-

"Evde aniden peydahlanan kahverengi kelebeğin
Tanrının gönderdiği bir müfettiş olduğuna inanan"

Didem Madak (PM75-76)

19 Ocak 2016 Salı

Acaba Özel Bir Vahiy Getirmiş Olabilir Mi?

 
Şu anda elimin altında duran kitabı internetten sipariş etmiştim. Epeydir ofisteki kitaplarımın arasında demlenmekteydi. İtiraf etmeliyim ki, bu kitabın adı bile... Benim gibi biri için... Nasıl desem? Oldukça "sert:)
Gen Haritası  -   Enis Batur Şiiri'nde Kullanım Sıklığı ve Köken Temelinde Sözcük Taraması. 

Kitabın sayfalarını dalgalandırdım. İki sayfalık önsöz dışında, 455 sayfalık kitabın tamamı kelimeler ve sayılardan ibaret. Hay canına sayın seyirciler! Kitabın kabından etkilenip sipariş vermiş olamam. Özel tasarımı olan bir kitap kabı değil.  Yazarı Esra Ermert. Daha önce okuduğum biri hiç değil. Acaba Enis Batur hakkında olduğu için mi bu kitabı edinmek istedim? Yoksa bu tarz bir kitabım olmadığı için mi merak ettim? Yoksa kitap mı beni seçti?


Esra Ermert, Enis Batur'un 1972-2000 yılları arasında yazdığı 17 kitaptaki şiirleri oluşturan 92 bin küsur kelimenin nasıl bir araya geldiğini, hangi kelimenin kaç kez kullanıldığını,  hangi kelimelerin hiç kullanılmadığını, sadece bir kez kullanılan kelimelerin ne olduğunu bilmek, bir diğer deyişle estetiği ölçümlemek, sayılara dökmek bütünü anlamasını sağlayacak bilgi olduğunu söylüyor.  Çok ilginç!

Okumaya devam ediyorum. "Edebiyatın, bize öğretildiği gibi "ilham" işi olduğuna nicedir inanmıyorum. Evet, bir dürtü  olabilir şiiri tetikleyen ama ötesi masa başı çalışmasıdır ve artık işin içine şairin kişisel tarihi, yapmak istedikleri, tüm okudukları, eski yazdıkları ve hatta "hin"likler girmiştir. Çok bilinmeyenli denklem olur o saatten sonra şiir. Artık çöz çözebilirsen..."" diyor. 

Ben ise edebiyatçı ya da akademisyen sıfatı olmayan saf bir okur olarak,  tüm sanat türlerinin "ilham" işi olduğuna inanıyorum. Hatta samimi hissiyatımı söyleyeyim. İnandığım Tanrı'nın  kendi sanatından istediği kadarını,  seçtiği bazı  insanlara armağan olarak dağıttığına inanıyorum.   Adeta bize anlatmak istedikleri için, sanatçıları aracı kılıyor.

Esra Ermert önsözü şu sözlerle bitiriyor... "Neden Enis Batur? Öncelikle üretkenliğiyle geniş kitleleri rahatsız ettiği için... Kişisel olaraksa şairliğini ""yalvaç" diye tanımlayan Melih Cevdet'ten yola çıkarak  "acaba özel bir vahiy getirmiş olabilir mi?"yi bulma çabasıdır, kendisini seçmemdeki temel neden."  

Bu kitap neden elimde şimdi anladım.  "Acaba özel bir vahiy getirmiş mi?" sorusu yüreğime iyi geliyor.