4 Eylül 2010 Cumartesi

Kara Basma İz Olur, Güzellerde Naz Olur...

"Haydi kara yatalım!" dedim arkadaşıma. "Yoo! Asla.. Soğuk olan hiçbir şeyi sevmem!" dedi. Kulaklarıma inanamadım. Nasıl yani? Sanki onu ilk kez tanıyormuşum, hatta ilk kez görüyormuşum gibi suratına baktım. Ne diyordu Allahaşkına? Bu pamuk gibi tertemiz kar bizi beklemiyor muydu? Bedenimiz ve ağırlığımız olduğunu unutarak, hatta içimiz boş sanarak, öylece kollarımızı iki yana açarak, sanki denize sırt üstü atlarmış gibi, kafaya hiçbir şeyi takmazmış gibi kendimizi karın tatlı kucağına bırakmayacak mıydık yani şimdi? Okadar şaşırdım ki, dilim tutuldu, bir süre konuşamadım. Diyebilirim ki öylece kalakaldım. Hatta donakaldım. Etraf ıssız ve sessizdi. Gözalabildiğine bembeyazdı. Ve yüzümüzü ısıran tatlı bir ayaz vardı. Kır evine gelmiştik. Bu soğukta niye mi? Anlatacağım bak, şöyle:

Çok eski arkadaşız biz. Komşuyuz. Acı ve tatlı paylaştığımız okadar çok şey var ki!. Yılların dostluğu. Yılların emeği. Evet, doğru. Arkadaşlık emek ister. Bu emek neticesinde biriktirdiğimiz ne çok anılarımız var. Yıllanan anılarımızın her biri naftalinlendi. Naftalinlenen anılarımız hafızalarımızın kuytu çekmecelerine itinayla istiflendi. Kimi zaman havalanmaları gerekir. Çıkartırız ilgili çekmecelerinden. Sallar bir silkeleriz. Hatırladıklarımıza kimi ağlar, kimi güleriz. Ama en güzeli var ya, acayip güleriz biz Dilek'le. Gerçekten. Kimi zaman gülme krizine tutulmuşluğumuz vardır,biliyor musun? Hani katılmak vardır ya gülmekten. Aynen öyle işte. Gülmekten sahiden katılırız. Ne güldürür ki bizi böyle? Küçük, tatlı şeyler işte. Öyle durup dururken, son anda tesadüfen denk gelinen... Ne bileyim, belki bir kelime... Başkasına söylense anlayamaz. Biz bile kimi zaman, bizi kendimizden geçirecek kadar güldüren şeye, sonra konuştuğumuzda şaşarız. Hani makaraların koyuverildiği anlar vardır ya... Sonradan anlaşılmayan. Anlık şeyler. O an içinde yaşanan. Öyle işte. Kimi zaman da içimizı acıtan anıları deşeriz. Tekinsiz gecerimiz vardır birlikte geçirdiğimiz. Hazin olaylar... Kalp hoplatan, yürek yıpratan, ömür törpüsü, yürek süprüntüsü, yıkık dökük anılar. Onlar da arada havalanmak ister. Havalandırırız korkmadan. Zamanında tüm bu anılar içinde kendimizi zavallı hissetmiş olsak da, Çanakkale geçilmemiştir arkadaşım, bak ayakta, burdayız işte! Zafer bizim demektir. Topyekün tatlıya bağlarız muhabbetimizi nihayetinde. Arkadaşlık hoş şeydir.


Bakar mısın simdi? Bu kadar yıl sonra arkadaşımın soğuğu ve karı hiç sevmediğini öğreniyorum iyi mi? Hiç mi denk gelmedik biz kış günü Allahaşkına? Hiç mi kar yağdığında kar topu oynamadık, kardan adam yapmadık bizim sokakta? Şöyle bir düşündüm. Hafızamı yokladım. Gerçekten Dilek ve kar'la ilgili tek bir fotoğrafı gözümün önüne getiremedim. Evet... Evet... Dilek benim tersime sıcak sever. Kedi gibidir zaten. Soba bulsa mesela, kıvrılır usulca uyur. Ah, canım ya! Ne yaptım ben sana? İş görüşmem akşam üzeri erken bitince, telefon etim Dilek'e. "Hazırlan bebek, 10 dakika sonra yanındayım. Kaçırayım seni. Birlikte biraz anıları havandıralım." dedim. Epeydir görüşmemiştik. İzmit'teki ailesiye ilgileniyordu son günlerde. Bir değişiklik olsun, kafasını dağıtsın istedim.

Gittiğimde hazırdı zaten. Dedim ki Dilek'e: "İki saat vaktim var. Gidelim bizim kır evine. Yakalım köy ocağımızı. Ayaklarınımızı uzatalım. Yandan çarklı bir kahve yapalım... Gönül muhabbet istiyor tabi. Kahve bahane. Ne dersin?" dedim. Tam teslimiyet halinde: "Nasıl istersen!" dedi. Oh ya. Ne özlemişim arkadaşımı. Başladık tatlı dedikodularımıza. İşte konuşa konuşa bizim kır evine geldik. Kır evi biraz tepede kalıyor ya, karlar erimemiş henüz. Hatta ayak basılmamış. Öyle şahane! Göz alabildiğine kar. Eee! Yatılmaz mı şimdi bu kara? Nasıl yatılır hem de. Şaşırdım ya Dilek'in söylediklerine. Bir an dünyam döndü de bayılacak gibi oldum. Kollarımı açtım iki yana. Kendi ağırlığımı unuttum. Sırt üstü attım kendimi. Sonra mı? Hiiiç! Tabi uyandığımda kendimi karın kollarında buldum.

NOT: Bu yazıyı Ocak'ta yazmışım.. Gene yazmak istedim.. Gene kış gelmiş gibi.. Gene kar yağmış gibi.. Anılardan bir demet.... Hımm.. Şeyy... Galiba ben Dilek'i özledim.

3 yorum:

  1. Ya Vildancığım ne güzel yazmışsın arkadaşlığımızı. Bilirim arkadaşlığımız güzeldir..özeldir..benim için çok kıymetlidir.
    Arkadaşlığına dostluğuna değer verdiğim insanın kaleminden bunları okumak beni artı mutlu etti. Bu dostluğa layık olmak gururlandırdı, onurlandırdı, duygulandırdı. Duygulandığımı itiraf etmek mahcuplandırdı, içime döndürdü, kabuğuma sığındım bir müddet. Bu yüzdendir ki yorumum gecikti.
    Zaman zaman ben ne yaptım da bu değerli insanın dostluğunu hak ettim diye düşündüğüm arkadaşıma sonsuz minnet ve teşekkürler ediyorum. İnşallah Pazartesi güzel bir vesile ile görüşmek üzere vildancığım.
    Sevgiler Kardeşim.

    Çok

    YanıtlaSil
  2. Estağfurullah Dilek.. Aşkolsun neler yazmışsın öyle.. O değil de.. Afedersin ama Dilek bir akşam eve geldim ki ne göreyim? Patlıcan salatası var tezgahın üstünde.. Offf...Şahane.. Ertesi akşam kabak yemeği.. Oy oy.. İyi de dün akşam eve geldim ki o ne? Tezgah bomboş... Olur mu ama.. Her gece her gece yemek olmayacaksa.. Bari baştan alıştırmayaydın Dilek:))

    YanıtlaSil
  3. Hahaha..''Elden gelen öğün olmaz..o da vaktinde bulunmaz'' Şaka bir yana dün bizde de yemek yoktu. Kalanları yedik. Ama aklımdan geçmedi de değil. ''Eyvah dedim. Hergün bu kız birşeyler yolluyor bu sefer de ben yolliyim dese(şaka tabii).. tabagına ne doldurur veririm ki..hımm fıstıklı sütlü çikolata var bir tek. Sever de üstelik tamam bulunmuştur'' dedim.
    Bilmem artık. Bu gece bir tabak yolladın yolladın. Yoksa fıstıklı çikolatanın akibeti ne olur bilemem. (tabak boş da olabilir) Hadi yanına bir de benden meyvalı kek olsun.
    Maksat alışveriş olsun .
    Şaka bir yana..Gün ola devran döne.
    Devran uzun olur..Akşam ola hayrola diyelim.
    İyiiftarlar

    YanıtlaSil