14 Eylül 2010 Salı

Tuhaf Bir "En Güzel İstanbul" Yarışması

Şimdi yukarıdaki şahane İstanbul fotoğrafına bakıpta, sakın En Güzel İstanbul Fotoğrafı Yarışmasını, bu fotoğrafın kazandığını sanma, olur mu? Ben... Dün gece... Gene Kara Kitap'tan bir bölüm okudum. Orhan Pamuk'un esrarengiz cümleleri arasında dolandım durdum. Şimdi okuduklarımı anlatmaya karar verdim. Aslında kitaptan okusan keşke, orijinal hali o kadar güzel ki! Bak şimdi...1952 yazı başı. Tam tarih vermek gerekirse, haziranın ilk cumartesi. Bu mutlu tarih, tam da altı ay süren iddialı bir resim yarışmasının sonuçlandığı güne denk gelmiş. Bir Beyoğlu haydutu, işletmesinin girişindeki geniş hole, İstanbul resimleri yaptırmak istemiş. Bu nedenle bir yarışma düzenlenmiş. Akademili ressamlar, sadece bankaların teklifini kabul ettikleri için, haydutumuz da tabelacılara, konak duvarlarını, kamyon kaportalarını şenlendiren ressamlara resim yaptırma isteğini haber etmiş. Aylar sonra iki zenaatkar ortaya çıkmış. İkisi de birbirlerinden iyi olduklarını söylüyorlarmış. Bu durumda haydutumuz, iki iddiacı ressam arasında "En Güzel İstanbul Resimleri Yarışması" açmış. İşletmesinin girişindeki iki duvarı bu hırslı zenaatkarlara vermiş. Birbirlerinden kuşku duyan ressamlar, duvarların arasına kalın bir perde germişler. Birbirlerinden gizleyerek resimlerini yapmışlar. Yüzseksen gün sonra "Klasik Türk Sanatlarını Yaşatma Kulübü" olarak resmi kayıtlara geçecek olan bu batakhanenin açılışı olmuş. Seçkin kalabalığın içinde bizim haydut, iki duvar arasındaki perdeyi çekmiş. Konuklar bir duvarda şahane bir İstanbul resmi, öteki duvarda da, o resmi, gümüş şamdanlar ışığında, olduğundan daha parlak ve çekici gösteren bir ayna görmüşler. Tabii ki ödül aynayı koyan ressama gitmiş. Ama yıllar boyunca bu batakhaneye düşen müşteriler, iki duvardan da o kadar büyüleniyorlarmış ki, saatlerce bir aşağı bir yukarı gidip gelerek eserleri inceliyorlarmış. Resim ile ayna arasında esragengiz bir durum varmış. Mesela birinci duvardaki hüzünlü ve sefil sokak köpeği, karşısındaki aynada hem kurnaz hem hüzünlü bir köpeğe dönüşüyormuş. Tekrar ilk köpek resmine baktıklarında, orada da kurnazlığın resmedildiğini farkediyorlarmış. Üstelik de köpekte insanı kuşkulandıran bir hareket olduğunu seziyorlarmış. Tekrar aynaya baktıklarında köpekte başka tuhaf kıpırtılar ve belirtiler görüyorlarmış. Bir o duvara bir bu duvara bakan seyircinin iyice aklı karışıyormuş.

Ben Kara Kitap'ın yalancısıyım, hatta bir seferinde, yaşlı ve evhamlı bir müşteri, hüzünlü köpeğin gezindiği sokaktaki kör çeşmenin, aynada şakır şakır aktığını görmüş. Telaşla tekrar resme baktığında, resmin kuru olduğunu farketmiş. Tabii resimle aynadaki esrarlı uyuşmazlıkları farkedemeyen aceleci, duyarsız, telaşlı müşteriler de varmış. Bir keresinde ne olmuş biliyor musun? Bu pavyona sık sık gelen Beyoğlu komiseri, birinci duvarda eli tabancalı kabak kafalı karanlık kişiyle, aynada gözgöze geldiğinde, onun yıllardır aradıkları Şişli Meydanı Cinayeti'nin katilinin ta kendisi olduğunu sanmış da, duvara aynayı yerleştiren ressamdan şüphelenip, kimliği konusunda soruşturma açmış. Patrona göre tabii tüm bu şakalar, ilginç rastlantılar, resmin ya da aynanın oyunu falan değilmiş de batakhanede kafaları bulan müşterilerin hüznün ve mutsuzluğun etkisiyle kafalarının içinde yeni bir dünya keşfediyor olmalarıymış. Yıllar sonra ünlü Şişli Meydanı Cinayeti'nin sırrını çözmek için bu pavyona gelen eski Beyoğlu komiseri, yeniden aynaya bakmak istemiş. Ama bir hafta önce, işsizlik ve iç sıkıntısından çıkan bir kabadayı kavgasında iri ayna, kavgacıların üzerine şangırgayarak parça parça kırılmış. Böylece, emekliliğinin eşiğindeki komiser, ne bu faili bilinmeyen cinayeti ne de aynanın arkasındaki sırrı anlayabilmiş. Ben şimdi masadan kalkıyorum. Usulca aynaya bakıyorum. Tesadüf bu ya, İstanbul'la ilgili bir tablo yok mu bizim evdeki aynanın karşısında...Aaaa! Kız Kulesi sanki şahane bir genç kız olmuş aynada da, Galata Kulesi'ne göz kıpmakta. Galata Kulesi de sanki bir külhanbeyi kafasında şapkasıyla. Şimdi başımı aynadan çevirip bakmaya korkuyorum fotoğrafa... Ya gerçekten böyle olduysa? Neden okuduklarımın hemen etkisinde kalıyorum? Of! Ne söylenirse tuhaf bir şekilde cuppadanak inanıyorum. Şimdi bana Numan Serteli'nin şu naiku'su uygun düşmez mi? "Ahmakıslatan değilim dedi.. İnandım o yağmura.. Ve ıslandım tam bir ahmak gibi.." Vaziyetim hakikaten böyle.. Kara Kitap'taki "En Güzel İstanbul" yarışması budur işte.. Yaa.. Bugün de böyleyken böyle...

6 yorum:

  1. çok incesiniz.sanal alemin süper sigortacısı :))

    YanıtlaSil
  2. ilginç bir deneme yazısı olmuş.Elinize ve kaleminize -pardon parmaklarınız ve klavyeniz diyecektim- sağlık

    YanıtlaSil
  3. Ne demek Kara Kitap... Sevildiğinizi bilin... O kadar işimin arasında Hayal Kahvem'e sizin için iki yazı döşendim... Neyse... Gülümsüyorsunuz ya artık... Çok sevindim:))
    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  4. Sevgili Adsız.. Keşke adınızı yazsanız:)
    Teşekkür ederim.. Sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. En güzel İstanbul fotoğrafları arasında Salacak'ın bende yeri başkadır... Salacak'ta güneş başka batar, gün batımı renkleriyle, eski şehrin silüetiyle ve elbet Kız Kulesi'ne göz kırpan uzun boylu, yakışıklı Galata Kulesi'yle :)... Ne güzel bana hatırlattınız yine Salacak'ı bir süredir gitmediğimi hatırladım ve en kısa zamanda, üstelik Sonbahar'da güneşin batışını seyretmek üzere aklımın not defterine yazdım... Teşekkürler...

    YanıtlaSil
  6. Bazan okuduğumuz yazıların bize bir şeyleri çağrıştırması ve heveslendirmesi ne hoş olur sahiden... Bu yazının da size Salacak'a gitme hevesi vermesine çok sevindim Nessuno... Eee.. Artık gidince yazarsınız ve biz de okuruz... Gitmiş kadar oluruz:) Sevgiler.

    YanıtlaSil