22 Kasım 2017 Çarşamba

"Dağılsak Da Göç Yollarında Yarın Bizim Bütün Dünya "














NOT - Hep yerleşik yaşadım. Hiç göç etmek durumunda kalmadım.
Lakin epeydir  göç,  göçmenlik, sürgün, iki kültürlülük sorunları ile bu durumların sonucunda ortaya çıkan trajedilerin, dramların, acıların, dertlerin evrenselliği üzerinde kafa yormakta, okumalar yapmaktayım. Şimdi ise dünyanın farklı coğrafyalarında bu halleri yaşayan insanlar hakkında çekilmiş filmleri seyretmeye niyetlendim. 
Amacım empati hislerimi kışkırtmak, bu konuları daha fazla  düşünmemin ve konuşmamın gerekliliğini iyice hissedebilmektir. 

Başlık - Yeni Türkü şarkı sözüdür.

13 Kasım 2017 Pazartesi

Sevdiğim Kadın Yazarlar -1-


Jane Austen,  1775  doğumlu   İngiliz yazar. 
42 yıllık hayatında hiç evlenmeyen lakin roman kahramanlarını hep evlendiren sevgili yazarımın hem romanının hem sinemaya uyarlanan Aşk ve Gurur’urunun hastayım. 


Emile  Bronte, 1818 doğumlu İngiliz yazar.
30 yıllık hayatında hiç evlenmemiş ve tek romanı Uğultulu Tepeler’in hem kitabına hem filmine bayılırım. 


Virgina Woolf, 1882 doğumlu İngiliz yazar.
59 yıllık hayatına intihar ederek son veren, evli ve çocuksuz yazarın tüm kitaplarının, sinemaya uyarlanan filmlerin,  elbette hakkında yazılan her yazının ve filmin takibindeyim.

12 Kasım 2017 Pazar

Hayal Edebildiğim Kadar Varım


Bilmiyorum 1906 doğumlu  Fredric Brown'ın  öykülerine hiç denk gelmiş miydiniz? Sevdiğim minik öykülerin yazarı Mr. Brown,  şimdi sözünü edeceğim öyküsünde okuruna "hayal et" diye seslenir.

İngilizce'den tam tercüme yapmış olmasa da, Vincent'in öykü hakkındaki yorumu şöyledir:  "Ey insan, muhayyileni uzay gemileri, canavarlar, cadılar, cinler, ölüm perileri, tılsımlar, büyüler, deniz altına batmış şehirler  gibi fantastik dediğin şeyler hayal etmek için kullanmak kolay olanı. 
"Esas zor ve fantastik" olan bizzat kendi varlığının, bedeninin ve içinde yaşadığın gezegenin evrenin içindeki varoluşunu, doğasını hayal etmektir. Yani  aslında kendi varoluşun, bilincin ve evrenin gerçekleri çok daha şaşırtıcı ve hayal gücü gerektiren olgulardır."

Müthiş değil mi? 

Benim olduğum söylenen bir bedenin içindeyim. Görebildiğim, işitebildiğim, tadabildiğim, koku alabildiğim, dokunabildiğim velhasıl ancak duyu organlarımın işlevleri ve de düşünebildiğim, hissedebildiğim, sezebildiğim, elbette hayal edebildiğim kadar dış dünyayla bağlantı kurabilirim. 



Bu bedenle sekiz tane gezegeni bulunan, bulunduğu galakside durmadan turlar atan  bir güneş  sistemindeyim. Şu anda bedenimin içindeyken, bilim insanlarının söylediğine göre  dünya hem kendi etrafında hem güneş etrafında  saatte binlerce kilometre hızla yol alıyor. Çok acayip! Aslında bu hızlarla savruluyor olmalıyım, bu hareketleri hiç hissetmiyorum. Güneş benim gibi dünyalılar için elbette çok büyük. Lakin  bu güneşten  daha küçük ya da daha büyük yüz milyon tane güneşler ve  milyarlarca galaksiler olduğu söyleniyor.  

Binlerce kasırga aşkına! Heey!  Evrende beni duyan vaaaarr mııı?

Uçsuz bucaksız bir evrende, tam olarak anlamadığım şekiller çizerek sürekli hareket ettiği söylenen iğne ucu büyüklükte bir gezegende, sınırlı duyulara sahip beden denen bir kutunun içinde hapisteyim.




Yooooo:)

10 Kasım 2017 Cuma

"Dünya Dedikleri Bir Gölgeliktir."


Levent Cantek ve Levent Gönenç'in  yazılarından oluşan Muhalefet Defteri Türkiye'de Mizah Dergileri ve Karikatürler adlı  kitap epeydir kitaplarımın arasında duruyordu. Bu akşam elime aldım. Sayfalarını  dalgalandırdım. Memleketimdeki dönemlerinin en etkili mizah dergilerinin, geçmişten günümüze maceralarında gezineceğim için elbette heyecanlıydım. Lakin yüreğimin pıtpıtını bastırdım. Tuhaf bir illüzyonla kitabın en arka sayfalarındaki Dizin bölümüne göz gezdirmeye başladım. E harfinde Engin Ergönültaş’ı gördüm. Durdum. 19, 24, 26, 32, 35, 43, 140, 141, 159, 173, 182. 



Hemen bu satırları renklendirdim. İlgili sayfaları açıp, acaba Engin Ergönültaş adı hangi konularda geçiyor diye tüm merakımla okumaya başladım. 

S.19 
Mikrop'un ruhu sadece Limon'da yaşamaz. 1990 yılında bizzat Mikrop'un beyni Engin Ergönültaş, Milliyet gazetesi bünyesinde Pişmiş Kelle isimli yeni bir dergi yayımlamaya başlar. Pişmiş Kelle, bir yandan kenar mahalle öyküleriyle Ergönültaş'ın 1990'lı yıllarda tazelenmş dehasını okuyucuya sunarken, diğer yandan Bahadır Baruter, Oky, Memo Tembelçizer gibi sonraki yıllarda en önemli mizah dergilerinde başarılı işlere imza atan çizerlerin çıraklık dönemlerini geçirdikleri bir okul olur.

S. 24 
Gırgır ve Fırt'ta yayımlanan (Oğuz Aral'ın "Utanmaz Adam"'ı, Nuri Kurtcebe'nin "Gaddar Davut"u, İlban Ertem'in "Küçük Adam"ı gibi) devamlı hikayeler ve (Oğuz Aral'ın "Avanak Avni"si, Özden Öğrük'ün "Çılgın Bediş"i gibi, yarım  veya Engin Ergönültaş'ın "Zalim Şevki"si, Hasan Kaçan'ın ve Latif Demirci'nin "Tarzan"ı gibi) tam sayfa haftalık hikayeler, Gırgır sonrası yayımlanan  mizah dergilerinde çizgi romanın içeriğin ayrılmaz bir parçası haline gelmesinde önemli bir rol oynamıştır.

S.26 
İkinci olarak, mizah dergilerinin politik tavırlarının  çoğunlukla derginin "beyinleri" tarafından  belirlendiği söylenebilir. Örneğin, "tek adam" tarafından yönetilen Akbaba, Gırgır, Mikrop dergilerinde, sırasıyla  Yusuf Ziya Ortaç, Oğuz Aral, Engin Ergönültaş politik çizgiyi  yönlendiren isimler olmuştur. 

DEVAM EDECEK... Du bakalım:)
BAŞLIK / Türkü sözü

8 Kasım 2017 Çarşamba

Hayattı; Yekpâreydi. Her Şey, Bir Şeydi.




Geceydi. Uyku öncesi Rus yazar Yevgeni Ivanoviç Zamyatin'in 1920'li yıllarda yazdığı  BİZ adlı bilim kurgu romanını okuyordum. Kitap distopik bir geleceği anlatıyordu. Zihnim ise mitolojik geçmişte dolanıyordu.

"Bütün dünya tek ve muazzam bir kadındı ve bizler rahmindeydik; henüz doğmamıştık, neşeyle olgunlaşıyorduk." cümlesinde durdum.  Böyle miydi sahiden? Acaba doğmadan öncesini neden hiç hatırlamıyordum? 

Ne vakit kaybolmuş bir düşünceyi hatırlamak istesem, sol elimin işaret parmağını  üst dudağımla  burnum arasındaki o derin oyuğun üstüne koyarım. Gene aynısını yaptım. 

Derler ki, aslında insan doğmadan önce evrenin mucizesini, başlangıcı ve sonu, yaradılışın sırrını, olup bitecek her şeyi çok ama çok iyi bilirmiş. Dünyaya geldiğinde bildiklerini  çığlık çığlığa herkese anlatmak istermiş. Tam o anda bir melek gelirmiş. Kimseye anlatmasın diye parmağıyla bebeğin  dudağına bastırır,  doğum öncesinden bildiği her şeyi bir parmak tıkıyla siliverirmiş. Melek işini yapmanın rahatlığıyla havalanırken, bastırdığı yerde parmak izini bırakıverirmiş. 

Üst dudağımla burnum arasındaki  iz çok derin... Acaba bildiklerimi  unutmamak için o meleğe çok  direnmiş olabilir miyim?

26. yüzyılda geçen,  insanların  numaralarla adlandırıldığı, özgür olmamanın doğru olduğuna, düşünmenin ve sorgulamanın hastalık olduğuna inandırılan, teknoloji ile bürokrasiye teslim olmuş, her dakikası devlet tarafından denetlenen distopik bir gelecek anlatan elimdeki BİZ adlı bilimkurgunun metaforlarıyla bezeli kitabı, yatağımın yanındaki sehpaya usulca bıraktım.

Sol elimin işaret parmağını, üst dudağımla burnumun arasındaki derin çukura koydum.  Yaradılış gayemin, önceden bildiğim her şeyi yeniden keşfetmek olabileceğini düşündüm.  "Neden", "Peki sonra ne olacak," diye  sorular zihnimde uçuşurken rüyalar alemine geçtim.


başlık / birhan keskin/ beyaz delik / yeryüzü halleri
fotoğraf/google'dan


7 Kasım 2017 Salı

Ben Kimim?

İnsan son sayfasına kadar ne olacağı bilinmeyen bir roman gibidir. 
Başka türlü olsaydı okunmaya değmezdi.


Alıntı - Yevgeni Zamyatin / Biz
Fotoğraf - Google'dan



5 Kasım 2017 Pazar

Bu Kitabı Arıyorum: Modesty Blaise






V For Vendetta'yı Seyredesim Geldi.

- Benimle dans eder misin?
- Şimdi mi? Devrim öncesinde mi?
- Dans edilmeyen bir devrim olacaksa hiç olmasın daha iyi!
-Memnuniyetle.

Frederic Brown'a Giriş


Dünyanın en kısa korku öyküsünün, Frederic Brown tarafından yazıldığı söylenir. 
Şöyledir:
"Dünyadaki son adam yalnız başına bir odada oturur. Ve o odanın kapısı tıklanır... "

4 Kasım 2017 Cumartesi

No Blues Öyle Mi?


No Blues'i yeni keşfettim. 
Hollandalı grupmuş.  
Blues ve Arap müziğini sentezleyip, Arabicana dedikleri yeni tarzda şarkılar yapmışlar.


BAKSANIZA... http://www.noblues.nl/




 Ah! İstanbul, sen ne şahane bi şeysin! 

3 Kasım 2017 Cuma

"Ölülere Takılmış Bir Uçurtma Gibiyim. Biraz Öyleyim."

Dilek'in annesi öldüğünde, yıkanıp kefenlenecekti. Hazırlayacak hocaya aileden iki kadının yardımcı olması istendi. Dilek, hiç tereddüt etmeden, ben yardımcı olurum, dedi. Arkasından  hemen atıldım.  Seninle gelirim, dedim. Gittim. Teyzenin  şefkatle yıkanıp kefenlenmesine yardım ettik. Aradan bir yıl geçti.  Dilek ansızın öldü. Yakın arkadaşımdı.  Yüreğim yangın yerine döndü. Dilek'in yıkanmasına, kefen giymesine gönüllü oldum. Bu kez, daha usulüne uygun, kolayca, usulca yardım ettim. Ölümü kucakladım. 

Japon yönetmen Yojiro Takita'nın  2009 da Yabancı dilde En İyi Oscar Ödülü'nü kazanan Okuribito/ Departures/  Gidişler adlı filmini, dün gece tesadüfen denk gelerek seyrettim. Bir kez daha, insan denen canlı iyi ki sanat yapıyor, iyi ki sinema var, dedim. 
Filmdeki yeni evli müzisyen  genç adam Diago  işsiz kalınca, gazetede okuduğu "seyahat acentesi eleman arıyor" ilanına başvuruyor. Diago işin aslını öğrenince şaşırıyor. Çünkü bu seyahat acentesi farklı. Ölen insanları son yolculuğuna hazırlayıp, gönderiyor. Kimsenin kolaylıkla kabul etmediği  ölü yıkayıcılığı  için dolgun maaş verilince, Diago işi kabul ediyor. Karısına ne iş yaptığını söyleyemiyor. 
Film, Diago'nun hayata, hayatın anlamına, ölüme bakışındaki o sancılı, ağrılı değişimi nasıl şiir gibi işlediyse, görüntüleri, müziği, sözleriyle  yüreğimin yangınına  şifa vererek hoşnutluk hissettirdi. 
Roland Barthes, annesinin ölümünden sonra yazdığı Yas Günlüğü'nde der ki: " Tepkisiz kalın, sizi mahvetmiş olan anlaşılmaz gücün sizi biraz toparlamasını bekleyin, biraz diyorum çünkü içinizde her zaman paramparça olmuş bir şey kalacaktır. Bunu da söyleyin kendinize, çünkü sevginin asla azalmayacağını, insanın hiçbir zaman teselli bulamayacağını, giderek daha çok anımsayacağını bilmek de bir hoşluktur."

Son tahlilde, ne sebeple olursa olsun sevenin sevdiğinden ayrı düşmesi beter bir acı.  Lakin ölüm çaresiz ayrılıktır.  Çaresi varken ayrı düşmeye ne demeli peki?  Bu film seyredilmeli...

başlık- edip cansever'in dizeleri

Sarmal Çizmek

Az önce ofisten çıktım. 
Gün içinde masamdaki bir kağıda sürekli sarmal çizmişim.
Ne demek acaba?
Şaşırdım.

2 Kasım 2017 Perşembe

Uyku Büyüsü Yapayım Derken...


Gece. Uykum kaçtı...   Her aklına estikçe kaçıveren uykumun peşinden bu kez  gitmeyeceğim. Kararlıyım. Uykumu kendi ayaklarıyla tıpış tıpış geri getireceğim. Evet. Yapabilirim bunu. Becereceğim.

Yatmadan önce okumaya başladığım Haydar Akın'ın  Ortaçağ Avrupa'sında Cadılar ve Cadı Avı adlı kitabının  büyü ve büyü teknikleri bölümünden derdimin anlam ve önemine uygun bir büyüyü hatırlamaya karar verdim. Düşündüm... Taşındım...  Şu hafıza ne tuhaf bir kutu. Bir tane bile büyü  yapacağım kelimeyi, aklımın ucuna getiremedim. Binlerce kasırga aşkına...  Onun yerine ne yaptım bilin bakalım?  Bir şiirin  en şahane dizelerini, hafızamın tılsımlı dolabından cımbız cımbız çekiverdim... Diyor ki...

"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza." 
(koca bir ömür mü? yok artık!) yeminle yeni gitti!)

"Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana." 
(hoppala! yoo! sakın ha! yooo! )

"Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."
(Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Operası'ndan bu dizeler... Allahım yarabbim...  Nasıl büyülü sözler... Ve  ne zaman aklıma gelse, bu şiir beni duvara çiviler!  Tamamını ezbere bilmiyorum ki... Hem şimdi meselemle ne ilgisi var di mi? Du bi... Nasıldı?)

"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza." 
(yooo! hayır!)

Biliyorum  cadılık yapıp seni ayaklarıma kapatmaya niyet etmiştim. Aklım sıra büyü yapıp seni tıpış tıpış geri getirecektim.  Şiirin dizeleri feci çarptı beni.... Feci... Büyülendim. 

Uykum, lütfen  kendiliğinden dön geriii!

1 Kasım 2017 Çarşamba

Merak

Bazan yıldızların altında tek başıma oturur
Ve kalbimdeki galaksileri düşünürüm
Gerçekten merak ederim,
Acaba bir gün biri bu var oluşuma bir anlam verebilecek mi diye...


Testy Mc Testerson

Ey Büyüleyici Gece


Gece. Uykum kaçtı. Kaçan uykumu tutup kolundan  yakalayamadım.  Usulcacık yataktan kalktım. Işığı yakmadım.  Sevdiğim bir müziği dinlemeye niyetlendim. Bilgisayarın tuşuna bastım. İşte  bu  aryayı ben hep dinlerim. Bizet'in İnci Avcıları operasının en güçlü aryasıymış.  Müziğin hüzünlü notaları odaya dolmaya başladı. Sözlerini anlamıyorum. Gene de şarkıcının  dupduru sesle söyledikleri başımı döndürüyor. Ne diyor acaba? Bilmiyorum. Hayret! Acaba sözlerini neden  merak etmedim? Oysa her dinlediğimde yüreğime yine yeni yendien tesir eder. Hemen gugılladım. Aryanın adı Je crois entendre encore.  Odanın loş ışığında oturduğum yerde hem  salınıyor hem şarkının çevirisini arıyorum. Buldum. Şarkının adı; "Hala duyduğumu hayal ederim" demekmiş. Ne hoş! Tüm hevesimle çeviriyi okumaya devam ettim. 

Hala duyduğumu hayal ederim
Palmiyelerin altında gizlenen ben
Kürek çekenlerin şarkısını andıran
Onun yumuşak ve tınılı sesini
Ey büyüleyici gece
İlahi cazibe
Ey tatlı anı!
Çılgın sarhoşluk! 
Tatlı rüya!
Yıldızların ışığında
Hala onu uzun peçesini aralarken
Gördüğümü hayal ederim
Ilık akşam rüzgarında
Ey büyüleyici gece!
İlahi cazibe! 
Ey sevgili anı!
Çılgın sarhoşluk!
Tatlı rüya!
Tatlı hatıra!

Aryayı kaçıncı dinliyorum kim bilir? Uyumalıyım... Şarkının masal alemine dalmalıyım...  Ey büyüleyici gece.. İlahi cazibe... Ey tatlı anı... Çılgın sarhoşluk..  Rüyalar alemine çek beni.... 


çeviri/burada