20 Haziran 2011 Pazartesi

Kahve Molası - Hayali Saçmalamalar Dünyasına Hoş Geldiniz.


“Hayal gücümün geniş olduğunu söylerler. “Saçmalıyorsun!” demenin şimdiye kadar icat edilmiş en ince yoludur bu. Haklı olabilirler. Endişelenmeye başladığımda, nerede ve ne zaman söylemem gerektiğini karıştırdığımda, insanların bakışlarından korktuğumda, insanların bakışlarından korktuğumu belli etmemeye çalıştığımda, tanımak istediğim birine kendimi tanıtmak istediğimde, aslında kendimi ne az tanıdığımı bilmezden geldiğimde, geçmiş canımı yaktığında, geleceğin de daha âlâ olmayacağını kabullenemediğimde, ne bulunduğum yerde, ne de göründüğüm insan olmayı içime sindirebildiğimde… saçmalarım.  Hakikatten ne kadar uzaksa, yalandan da o kadar uzaktır saçmalık. Yalan, hakikati ters düz eder. Saçmalık ise, yalanla hakikati ayırt edilemeyecek biçimde birbirine lehimler. Karışık gibi görünüyor ama basit.”

Bu cümleler Elif Şafak’ın Bit Palas adlı romanının giriş cümleleri. Ofisteyim. Günün ilk  Kahve Molası’nı verdim. Şöyle  mis gibi bir kahve içmek niyetindeyim.  Gözüm Bit Palas’ı aradı. İşte dolabın üzerinde, diğer kitaplarımın arasındaydı. Kitabı  elime aldım. Hemen ilk sayfasını aceleyle açtım. Okumaya başladım. Bu bölümü okumak bir nebze  kendime getirebilirdi beni.  Çünkü az önce tuhaf bir hâl yaşamıştım. Sonu lehime biten büyük bir teklifin tatlı yorgunluğu üzerime çökmüştü. Masamdaki işlerimi bir kenara bırakıp başımı oturduğum koltuğun yumuşaklığına bırakmış, film başlayacağı için kararan sinema  ışıkları gibi, gözlerimi dünya renklerine kapatmıştım. Hayal çarklarım  anında dönmeye başlamıştı gene. Bildiğim bir filmin kareleri  nazlı nazlı gözlerimin önünden akıyordu sanki. Baktım etrafıma. Allahım! Ben ofiste değildim ki! Nerde miydim?  Anlatacağım...


Haziran başında Hayal Kahvem’e yazdığım bir yazımda, (burada), Oya, Dilek ve ben geyiğine kahve fallarımıza bakarken, benim fincanda, ne bileyim flamenko yapan hipopotamlar görmemiştik de kuyruğu S biçiminde kıvrık, kanatlı, bir gözünü kırpan, sinsi sinsi sırıtan bir kedi  figürü görmüştük. Şaşırmıştım. Çünkü baktığım fincanlarda hiçbir şekli hiçbir şeye benzetebilmeye muktedir bir bünyeye sahip değildim ben.  Bu kez nasıl olduysa bu kediyi   ayan beyan görebilmiştim. İşin tuhafı, aynı kedi aynı günün gecesi  ekranımdaki İstanbul Belgesel Film Festival’i reklamında karşıma çıkmamış mıydı? Afalladığımı hatta oturduğum yerde büzülüp nasıl tırstığımı gözünün önüne getirmelisin. Of! “Madem bu durum korkuttu seni… Çivi çiviyi söker diyeceğine, otur oturduğun yerde!” diyorsan… Aman diyeyim! Sakın aklından bile geçirme. Neden biliyor musun? Bilakis bu durum benim hayal çarklarımı anında öyle bir kışkırttı  ki, ben bunu gökyüzünden gelen bir emir sandım. Yemedim içmedim. İtiraf etmeliyim ki, o günler işlerimi azıcık kaytardım. Bil bakalım ne yaptım? Documentarist İstanbul Belgesel Film Festival’ine gittim. Hatta giderken kendi kendimi tebrik bile ettim. Öyle ki kısa yoldan kendimi özüme dönmüş gibi hissettim. Abartıyorsun deme lütfen. Ah, şu benim minik bir kuş yüreği gibi çırpınan hassas ruhum! Akabinde ve detayında sevinçli bir telaş içine girmiştim işte.  Bu kararım sebebiyle öpebilsem kendimi  o an  alnımdan öpecektim. 

İlk gittiğim film, Albert’in Kışı adlı Danimarka yapımı bir filmdi.  Ben sinemanın koltuğuna yerleşmiş filmin başlamasını bekliyordum. Eski huyumdur. Çocukluğumdan beri  insanları seyretmeyi seviyorum. Sinemanın o efsunlu loşluğunda karşı konulmaz bir istekle etrafıma bakınıyor,  bu insanların kim bilir ne sırları, ne korkuları, ne huzursuzlukları vardır diye aklımdan geçiriyordum. Gözlerimin radarlarını sonuna kadar açmıştım ki birdenbire onu gördüm. Tamıtamına önümde otuyordu. Yıllardan beri tanışmak istediğim o şaire Yarabbim ne kadar çok benziyordu! Hissetti mi bilmiyorum. Bir mucize oluştu. Usulca başını bana çevirdi. Kemiğime kadar işlemiş mahcubiyetimden, beklemediğim anda bakışlarına denk geldiğim bu şairin yüzüne açıkça bakamadığımı itiraf etmeliyim. Daha da kötüsü, yüzüme bakmakta ısrarlıydı. Yanaklarımın al al olduğunu hissettim. Mümkün  mertebe başımı öne eğerek mevcut tehlike’nin geçmesini sabırla bekledim. Şair umarsızca yüzüme bakmaya devam etmekteydi. Acaba sahiden O muydu?  Aklıma bir şey geldi.  Küçüklüğümden beri renklerle oynamayı çok severim.  Mekânların, insanların hatta duyguların bile kendine has bir rengi olduğuna inananlardanım. Şimdi uzatmamak için bu konu hakkında düşündüklerimi ayrıca yazmayı uygun buluyorum. Ben sinemanın loş ışığında hayal meyal gördüğüm bu kişinin  o şair olup olmadığına emin olmalıydım.  İyice bakarsam eğer onun rengini görebileceğimi biliyordum. Gözlerimi yerden kaldırdım. Kirpiklerimi bir kez bile kırpmadan, göz bebeklerimi oynatmadan, geniş bir merakla ona baktım. Artık emindim. Kesinlikle O'ydu. Başının üzerinde sarı ve kırmızı renkler ışıldıyordu.  Ben kirpiklerimi bir süre kapatıp açmayınca, gözlerim sulanıp, gördüğüm görüntü bulanıklaşmaya başladı tabiatıyla... Şairi kaybedeceğim endişesiyle, en son "Sizsiniz!" diye bağırdığımı hatırlıyorum.  Maalesef daha fazla dayanamadım. Gözlerimi bir an kapatıp açtım.  Ben... Ben ofisteydim. Peki... Sinema? Ya şair? Yok! Saçma değil mi şimdi bu yaşadıklarım? Elim  tekrar Elif Şafak'ın Bit Palas adlı kitabına gitti. Yıllar önce okuduğum kitabın, yukarıda yazdığım ilk cümleleri şöyle devam etmekteydi: "Diyelim ki hakikat yatay bir çizgidir. O zaman yalan dediğimiz şey de dikey bir çizgi olur. Saçmalığa gelince o da şöyle bir şeydir... O... Çember...  Ne yatay vardır çemberde, ne dikey. Ne bir son, ne bir başlangıç." Evet saçmaydı hayal ettim şeyler. Ben demek ki gene hayali saçmalar dünyasına gidip gelmiştim. "Saçmalama  daha fazla" demezsen bir şey daha söyleyeceğim.  Of! Albert'in Kışı adlı filmdeki, hüzünlü ve kaçamak gözlerle  hasta annesini izleyen çocuğun görüntüleri  gözümün önüne geldi şimdi. Yok artık. İyi ama ben bu filme gitmemiştim ki. İnanmıyorum, yoksa gittim mi? Ya şair? Oydu eminim. Heyy! Tamam.  İşe dönmeliyim. Kahve Molam bitti.


14 yorum:

  1. http://www.tramvayduragi.com/parodiler-cizgi-roman-kendini-hicvediyor/ bunu görünce aklıma ilk sen geldin :)

    YanıtlaSil
  2. Küçücük bir şekerleme nelere kadir !

    YanıtlaSil
  3. selam yaprak, hemen bakayım::)
    akla gelmek ne güzel:))

    YanıtlaSil
  4. ahh o şekerlemeler ahh buket.. bu şekerleme olsa iyi.. bu.. bir kirpik kırpması anda hayal edilen:))

    hayallerim ve bennn:))

    YanıtlaSil
  5. kafam allak bullak oldu..senin hayallerin bana fazla geldi vildancığım. Tekrar okumalı ve düşünmeliyim.. çember, yatay,dikey falan..
    Ben hayal cigabaytım yetersiz kaldı algılamaya. Yükseltemiyorum da..yer yok galiba. Kafamı atıp yenisinimi alsam acaba :)
    Sevgiler çok.

    YanıtlaSil
  6. Sen uyma bana Dilek:) Benim hayallerimle başa çıkılmaz... Dert etme sen... Boşver...

    Saçmalama hakkımı kullanıyorum arada:)

    YanıtlaSil
  7. :) Sen her zaman bu hakkı kullan Vildancığım.
    Ben az kullanırmış kelepir kafalar bulurum.
    ( ne dedim ben şimdi )

    YanıtlaSil
  8. Dilek, yorumun için rahatsız olma e mi? İçinden geldiği gibi yorum yaz ne olacak ki?

    Yazı bencil bir şey Dilek.. Sen yazıyorsun ve yazdığının ne olduğunu biliyorsun.. Tuhaf..
    Yazdıkların saçma olsa da ortaya bir yazı çıkardın ya mutlu oluyorsun.

    Sen de yorumların için dertlenme.. Mutlu ol:)

    YanıtlaSil
  9. Anladım ki yazı yazmak da resim yapmaya benziyor. Ressam bazen yapacağı resmi aklında tasarlar ve aynısını yapar.
    Bazen de hçbir tasarısı olmadığı halde bir ucundan yada ortasından bir renk dokundurur tulave ve içinden o anda ne geliyorsa devam eder. Sonunda ne çıkacagı o da bilmiyordur. Bu süreçte bazı renk ve şekillerin büyüsüne kapılarak daha detaya girer. Aynen yazarın
    kelimelerinin büyüsüne kapılması gibi. Sonunda bu doğaçlamadan bir eser çıkar..yada bir kepazelik. Karalar..kapatır..yırtar artar.
    Yorumlarımızda da bu sonuçlar çıkabilir. Hevesle başladığımız yorumlar..yanlış renklerle farklı anlamlara bürünebilir.
    Korktuğum; yırtıp atma şansımız olmadan yanlış renlerin sırıtıp rahatsızlık yaratmasıdır.
    Yanlışlıkla yani :) Böyle de bir korku oluşabiliyor ister istemez.
    Sevgiler

    YanıtlaSil
  10. Dilek Kardeş siz kimsiniz bilmiyorum ama çok özür dileyerek bir çift söz de ben etmek isterim. Müsade ederseniz size katıldığımı itiraf ediyorum. Bu manada aynı fikirdeyim. Manalandırmalar insanın o günkü psikolojisi ile benzerlik taşımakta ise de bu yazıya da yansıyormuş meğerse. Onu nerden farkettim biliyormusunuz. Msn de okul arkadaşımla yazışıyordum. Birden arkadaş sordu bana
    -Senin bugün canın birşeye mi sıkıldı?
    Haydaaa..atilla mayda dedim. Ne alaka yani.
    -yok yok sıkılmış dedi. Ve çıktı msn den. aaa....???
    Bir bu eksikti yani..ne olmuş ki canım sıkılsın
    Sonra anladımki.. sıkıntılı modda yaşamaktan sıkıntıyı benimsemiş ve kendimle özdeşleştirmişim adeta. Huysuz bir karakter sergilemekteyim. Derin bir nefer aldım ve arkama yaslandım. Yüzüme geniş bir gülümseme yerleştirdim. Kalbim ve beynim de anında uyum gösterdi. Psikolojim yükseldi. Bu kadar basitti aslında duyuları yönlendirmek farkında olmak ve istemek yapmanın yarısı demişler (esasen benimdir bu laf)
    O sırada msn arkadaşım yine sohbete başlamasınmı..pozitif halim onu yine msn e getirdi diye düşündüm. Sohbet devam etti böylece.
    İyi ol..iyi düşün.. iyi yaz. Sevgiler Dilek Kardeş :)

    YanıtlaSil
  11. Sevgili Mahmure, ne güzel şeyler döktürmüşsün gene:))

    YanıtlaSil
  12. Ah, Dilek.. Gene yorum yazıp silmişim gördün mü:))

    YanıtlaSil
  13. Görmedim. Yorumunu keşke silmeseydin. Merak ettim şimdi ben. Niye sildin ki? yanlış anlamazdım yada alınmazdım inan. Üzülmezdim de.. Bir yorum başka neden silinirki. Deyiver hemen bi? Eycemcenek meraklandım.

    YanıtlaSil
  14. Dilek biz seninle sürekli görüştüğümüz halde, bu yorumların muhabbetini hiç yapmıyoruz dikkat ediyor musun:) Yorumda ne yazdığımı bilmiyorum ama şöyle tamamlamıştım... "Canımsın!":)

    YanıtlaSil