5 Kasım 2017 Pazar
V For Vendetta'yı Seyredesim Geldi.
- Benimle dans eder misin?
- Şimdi mi? Devrim öncesinde mi?
- Dans edilmeyen bir devrim olacaksa hiç olmasın daha iyi!
-Memnuniyetle.
Frederic Brown'a Giriş
Dünyanın en kısa korku öyküsünün, Frederic Brown tarafından yazıldığı söylenir.
Şöyledir:
Şöyledir:
"Dünyadaki son adam yalnız başına bir odada oturur. Ve o odanın kapısı tıklanır... "
4 Kasım 2017 Cumartesi
No Blues Öyle Mi?
No Blues'i yeni keşfettim.
Hollandalı grupmuş.
Blues ve Arap müziğini sentezleyip, Arabicana dedikleri yeni tarzda şarkılar yapmışlar.
BAKSANIZA... http://www.noblues.nl/
Ah! İstanbul, sen ne şahane bi şeysin!
3 Kasım 2017 Cuma
"Ölülere Takılmış Bir Uçurtma Gibiyim. Biraz Öyleyim."
Dilek'in annesi
öldüğünde, yıkanıp kefenlenecekti. Hazırlayacak hocaya aileden iki kadının yardımcı olması istendi. Dilek, hiç
tereddüt etmeden, ben yardımcı olurum, dedi. Arkasından hemen atıldım. Seninle gelirim,
dedim. Gittim. Teyzenin şefkatle yıkanıp kefenlenmesine yardım ettik.
Aradan bir yıl geçti. Dilek ansızın öldü. Yakın arkadaşımdı. Yüreğim yangın yerine döndü. Dilek'in yıkanmasına, kefen
giymesine gönüllü oldum. Bu kez, daha usulüne uygun, kolayca, usulca yardım ettim. Ölümü kucakladım.
Japon yönetmen Yojiro Takita'nın 2009 da Yabancı dilde En İyi Oscar Ödülü'nü kazanan Okuribito/ Departures/ Gidişler adlı filmini, dün gece tesadüfen denk gelerek seyrettim. Bir kez daha, insan denen canlı iyi ki sanat yapıyor, iyi ki sinema var, dedim.
Japon yönetmen Yojiro Takita'nın 2009 da Yabancı dilde En İyi Oscar Ödülü'nü kazanan Okuribito/ Departures/ Gidişler adlı filmini, dün gece tesadüfen denk gelerek seyrettim. Bir kez daha, insan denen canlı iyi ki sanat yapıyor, iyi ki sinema var, dedim.
Filmdeki yeni evli müzisyen genç adam Diago işsiz kalınca, gazetede okuduğu "seyahat acentesi eleman arıyor" ilanına başvuruyor. Diago işin aslını öğrenince şaşırıyor. Çünkü bu seyahat acentesi farklı. Ölen insanları son yolculuğuna hazırlayıp, gönderiyor. Kimsenin kolaylıkla kabul etmediği ölü yıkayıcılığı için dolgun maaş verilince, Diago işi kabul ediyor. Karısına ne iş yaptığını söyleyemiyor.
Film, Diago'nun hayata, hayatın anlamına, ölüme bakışındaki o sancılı, ağrılı değişimi nasıl şiir gibi işlediyse, görüntüleri, müziği, sözleriyle yüreğimin yangınına şifa vererek hoşnutluk hissettirdi.
Roland Barthes, annesinin ölümünden sonra yazdığı Yas Günlüğü'nde der ki: " Tepkisiz kalın, sizi mahvetmiş olan anlaşılmaz gücün sizi biraz toparlamasını bekleyin, biraz diyorum çünkü içinizde her zaman paramparça olmuş bir şey kalacaktır. Bunu da söyleyin kendinize, çünkü sevginin asla azalmayacağını, insanın hiçbir zaman teselli bulamayacağını, giderek daha çok anımsayacağını bilmek de bir hoşluktur."
Son tahlilde, ne sebeple olursa olsun sevenin sevdiğinden ayrı düşmesi beter bir acı. Lakin ölüm çaresiz ayrılıktır. Çaresi varken ayrı düşmeye ne demeli peki? Bu film seyredilmeli...
Son tahlilde, ne sebeple olursa olsun sevenin sevdiğinden ayrı düşmesi beter bir acı. Lakin ölüm çaresiz ayrılıktır. Çaresi varken ayrı düşmeye ne demeli peki? Bu film seyredilmeli...
başlık- edip cansever'in dizeleri
Etiketler:
arkadaş,
cenaze kaldırıcısı adem,
Departures,
dilek,
edip cansever,
film,
keder,
Okuribito,
ölüm,
Roland Barthes,
sinema,
sonrası kalır,
yas,
yas günlüğü,
Yojiro Takita
Sarmal Çizmek
Az önce ofisten çıktım.
Gün içinde masamdaki bir kağıda sürekli sarmal çizmişim.
Ne demek acaba?
Şaşırdım.
2 Kasım 2017 Perşembe
Uyku Büyüsü Yapayım Derken...
Gece. Uykum kaçtı... Her aklına estikçe kaçıveren uykumun peşinden bu kez gitmeyeceğim. Kararlıyım. Uykumu kendi ayaklarıyla tıpış tıpış geri getireceğim. Evet. Yapabilirim bunu. Becereceğim.
Yatmadan önce okumaya başladığım Haydar Akın'ın Ortaçağ Avrupa'sında Cadılar ve Cadı Avı adlı kitabının büyü ve büyü teknikleri bölümünden derdimin anlam ve önemine uygun bir büyüyü hatırlamaya karar verdim. Düşündüm... Taşındım... Şu hafıza ne tuhaf bir kutu. Bir tane bile büyü yapacağım kelimeyi, aklımın ucuna getiremedim. Binlerce kasırga aşkına... Onun yerine ne yaptım bilin bakalım? Bir şiirin en şahane dizelerini, hafızamın tılsımlı dolabından cımbız cımbız çekiverdim... Diyor ki...
"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza."
(koca bir ömür mü? yok artık!) yeminle yeni gitti!)
"Biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana."
(hoppala! yoo! sakın ha! yooo! )
"Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz."
(Murathan Mungan'ın Yalnız Bir Operası'ndan bu dizeler... Allahım yarabbim... Nasıl büyülü sözler... Ve ne zaman aklıma gelse, bu şiir beni duvara çiviler! Tamamını ezbere bilmiyorum ki... Hem şimdi meselemle ne ilgisi var di mi? Du bi... Nasıldı?)
"Gittin. Şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza."
(yooo! hayır!)
Biliyorum cadılık yapıp seni ayaklarıma kapatmaya niyet etmiştim. Aklım sıra büyü yapıp seni tıpış tıpış geri getirecektim. Şiirin dizeleri feci çarptı beni.... Feci... Büyülendim.
Uykum, lütfen kendiliğinden dön geriii!
1 Kasım 2017 Çarşamba
Merak
Bazan yıldızların altında tek başıma oturur
Ve kalbimdeki galaksileri düşünürüm
Gerçekten merak ederim,
Acaba bir gün biri bu var oluşuma bir anlam verebilecek mi diye...
Testy Mc Testerson
Ey Büyüleyici Gece
Gece. Uykum kaçtı. Kaçan uykumu tutup kolundan yakalayamadım. Usulcacık yataktan kalktım. Işığı yakmadım. Sevdiğim bir müziği dinlemeye niyetlendim. Bilgisayarın tuşuna bastım. İşte bu aryayı ben hep dinlerim. Bizet'in İnci Avcıları operasının en güçlü aryasıymış. Müziğin hüzünlü notaları odaya dolmaya başladı. Sözlerini anlamıyorum. Gene de şarkıcının dupduru sesle söyledikleri başımı döndürüyor. Ne diyor acaba? Bilmiyorum. Hayret! Acaba sözlerini neden merak etmedim? Oysa her dinlediğimde yüreğime yine yeni yendien tesir eder. Hemen gugılladım. Aryanın adı Je crois entendre encore. Odanın loş ışığında oturduğum yerde hem salınıyor hem şarkının çevirisini arıyorum. Buldum. Şarkının adı; "Hala duyduğumu hayal ederim" demekmiş. Ne hoş! Tüm hevesimle çeviriyi okumaya devam ettim.
Hala duyduğumu hayal ederim
Palmiyelerin altında gizlenen ben
Kürek çekenlerin şarkısını andıran
Onun yumuşak ve tınılı sesini
Ey büyüleyici gece
İlahi cazibe
Ey tatlı anı!
Çılgın sarhoşluk!
Tatlı rüya!
Yıldızların ışığında
Hala onu uzun peçesini aralarken
Gördüğümü hayal ederim
Ilık akşam rüzgarında
Ey büyüleyici gece!
İlahi cazibe!
Ey sevgili anı!
Çılgın sarhoşluk!
Tatlı rüya!
Tatlı hatıra!
Aryayı kaçıncı dinliyorum kim bilir? Uyumalıyım... Şarkının masal alemine dalmalıyım... Ey büyüleyici gece.. İlahi cazibe... Ey tatlı anı... Çılgın sarhoşluk.. Rüyalar alemine çek beni....
çeviri/burada
31 Ekim 2017 Salı
Sonbahar Hüznü
Ekim başında çıkan bir poyraz fırtınasından sonra Boğaz'ın akıntılı suları girilemeyecek kadar soğuyunca, kısa sürede hüznüm saklanmayacak kadar koyulaştı. Akşamın erkenden inmesi, arka bahçeye ve rıhtıma erkenden dökülen sonbahar yaprakları, yazlık olarak kullanılan yalı dairelerinin boşalması, iskelelere, rıhtımlara çekilen sandallar ve yağmurlu ilk günlerden sonra bir anda boşalan sokaklara devrilmiş bisikletler, ikimize de kaldırmakta zorlandığımız ağır bir sonbahar hüznü vermişti zaten.
Orhan Pamuk - Masumiyet Müzesi - Sayfa 220 - İletişim
30 Ekim 2017 Pazartesi
24 Ekim 2017 Salı
Ve Psikanaliz Ve Resim Sanatı Ve Dali Ve Narsisin Başkalaşması
Psikanaliz dersindeyiz.
Salvador Dali'nin tablolarına bakıyoruz. Hoca, Dali'nin Narsisin Başkalaşması
tablosu üzerine konuşuyor. Diyor ki:
- Önde yerden çıkan bir
el görüyoruz. Yerden çıkan bu el, yumurtaya benzer bir şekli tutuyor.
Yumurta çatlamış. İçinden bir nergis dalı yükseliyor. Bakın, bu elin hemen
arkasında su birikintisinden çıkan başka bir el var. Bu elin rengi farklı. İlk el gibi bu el de parmaklarının arasında yumurta şeklinde
bir şey tutuyor. İyice baktığımızda görüyoruz ki, bu yumurta değil. Daha çok
cevize benziyor. Cevizin çatlağından saça benzer püskülümsü bir şeyler çıkıyor.
İkinci ele daha dikkatli bakabilir
misiniz? Bu gördüğünüz bir el mi sizce? Yoksa suyun içine çömelmiş bir insan mı? Ne
dersiniz? Ceviz sandığımız form adamın başı olabilir mi? Başın arkasında
saçlar... İki forma iyice bakın lütfen... İki formun aynı
ölçülerde olduğunu farkedeceksiniz.
Çok doğru. Ve şaşırtıcı.
Öndekiyle arkadaki form, renkleri hariç tüm ölçüleriyle tıpatıp aynı. Hoca konuşmasına şöyle devam etti:
- Freud'a göre, insan beyninde bilinç ve
bilinçaltını ayıran filtreler var. Dali psikolojik hastalığı sebebiyle paranoya esnasında, bilinçli olanla bilinçdışı
olanı aynı anda algılayabiliyor. Böylece müthiş bir zeka eseri olduğunu
söyleyebileceğimiz bu tabloda görüleceği gibi, Dali bilincin her iki düzeyini birleştirmiş, ölçüleri tıpa tıp aynı olan iki formun birini taştan bir el, diğerini ise toprak bir vücut olarak resmedebilmiş.
Hoca, Dali'nin hayatına geçti. Dedi ki:
- Salvador Dali, bir yaşındaki abisinin ölümünden dokuz ay sonra doğmuştur. Bir ikame çocuktur.
İkame çocuk mu? Ömrümde böyle bir şey duymadım. İkame çocuk ne demek?
Ölen çocuğun yerine konan çocuk demekmiş. İlk çocuk ölmese, Dali doğmayacaktı. Abisinin ölümü Dali'nin doğum sebebi. Ailenin yasını hafifletmek için doğmuş olduğunu düşünerek büyümüş. Abisinin kendi bedeninde tekrar vücut bulduğunu düşünüyormuş. Dedesinin, babasının, ölen abisinin adı, kurtarıcı anlamındaki Salvador. Dali'ye de aynı adı takıyorlar. Ölecek korkusuyla aşırı korumacı büyütülmüş. Hastalık ve ölüm korkusu hayatına sinmiş. Bir sır olan dedesinin intihar ettiğini ergenlik yaşında öğrenmiş. Yoğun değersizlik duyguları, derslerde başarısızlık, yalnız geçen çocukluk, ergenlik sorunları, cinsel problemler, halüsinasyonlar, paranoya krizleri, evli ve çocuklu bir kadın olan Gala'ya olan saplantılı aşkı... Ve... Gala ile evlendikten sonra üreticiliği artmış. Gala ölünce ölmek istemiş. Artık resim yapmamaya başlamış. 1989'da öldüğünde bedeni mumyalanmış.
Segen Kuguş Digiligi Bigiligiyogor Mugusugun?
Ankara'daki Somut Olmayan Kültürel Miras Müzesi'nin varlığından haberdar olunca, somut
olmayan kültürel miraslarımız nelermiş diye merak ettim.
Masallar, efsaneler, bilmeceler, atasözleri, fıkralar, halk hikayeleri,
karagöz, meddah, kukla, geleneksel yemeklerimiz, halk hekimliği, halk takvimi,
dokumacılık, telkâri, nazar boncuğu, bakırcılık, ebru, halk mimarisi,
doğum, düğün, nevruz kutlamaları, ölüm ritüelleri diye kısaca
özetleyebilirim.
Konuyla ilgili haber ve
yazıları okurken, "kuş dili, lavaş ve çinicilik" in de UNESCO'nun
somut olmayan kültürel miras listesine yer alması için girişimde bulunduğumuzu
öğrendim. Lavaş ve çiniciliği anladım. Kuş dili ne oluyor ki diye merak ettim. Araştırınca şaşırdım kaldım. Giresun'un Çanakçı ilçesinde, coğrafyanın engebeli olması sebebiyle yöre halkı yaklaşık 500 yıl önceden beri birbirleriyle iletişim kurmak amacıyla kuşdili kullanıyorlarmış. Halk eğitim merkezlerinde kurslar açılıyormuş ki, memleket olarak teknolojiye hemencecik alıştık ya, kuşdili unutulmasın, nesilden nesile aktarılsın isteniyormuş.
Nasıl heyecanlandım anlatamam. Lakin tam anlayamadım. Kuş dili ne demekti? Kuş dili nasıl konuşulurdu? Durur muyum? Hemen sanal aleme göz attım. Meğer kuşdili, ıslıkla haberleşmeymiş. Türkçe'nin ıslıkla çalınan şekliymiş. Uzak mesafelerde iletişim kurmak için kullanıyorlarmış. Allahım yarabbim... Müthiş! Ben bunu neden daha önce duymadım? Bencileyin tamtam ve dumanla iletişim yollarını sular seller gibi bilen Zagorsever biri, memleketimin somut olmayan kültürel değerleri olduğu söylenen, ıslıkla iletişim yolunu nasıl bilmez? İtiraf etmeliyim, önce kendimi berbat hissettim. Lakin "bilmemek değil öğrenmemek ayıp" denir bizim köyde... İcabında atlar giderim valla Kuşköye:)
Ayrıca Türkiye'de Giresun'un Çanakçı ilçesine bağlı Kuşköy'de kullanılan kuşdili olan ıslık dili var ya, sadece bizim memlekette değil, İspanya, Fransa, Çin, Meksika'nın bazı bölgelerinde de kullanılıyormuş.
Bakınız, ŞURADA hem açıklamalı anlatıyor hem uygulamayı gösteren video var. Bayıldım:)
23 Ekim 2017 Pazartesi
Evvel Zaman İçinde Kalbur Saman İçinde, Cinler Cirit Oynarken Eski Hamam İçinde
Gazi Üniversitesi Türk Halk Edebiyatı bölümünden yardımcı doçent Evrim Ölçer
Özünel'in uzun zamandır takibindeydim. Kendisi aynı zamanda Ankara'daki Somut Olmayan Kültürel Miras
Müzesi'nin koordinatörüymüş. Ne hoş! Ankara'ya gidip o müzeyi gezmek, Anadolu
masalları dinlemek, bilmecelere kafa yormak, eskiden kullanılan eşyaların
etrafında dönen geleneksel yaşamı hatırlamak kim bilir ne heyecan vericidir.
Ayrıca Evrim
hocanın yüksek lisans tezi olan, Masal Mekanında Kadın Olmak adlı kitabını
epeydir arıyordum. Arayan bulur derler ya... Sahiden buldum ve tüm merakımla
okudum. Okumakla kalmadım, masal kadınlarını anlatırken seçtiği bazı metinlerin içinde bulunduğu Prof. Dr. Saim Sakaoğlu tarafından olağanüstü emek verilerek hazırlanmış, Gümüşhane ve Bayburt Masalları adlı derleme kitabını da aradım, taradım,
buldum, aldım. Evrim Ölçer Özünel'in kitabını ilk kez okurken, örnek gösterilen
masal cümlelerinin altını çizmiştim. Şimdi o masalların orijinallerini, Saim
hocanın kitabından okuyacağım.
Tolkien, masal diyarının "tehlikeli bir ülke" olduğunu; "bu diyarda ihtiyatsızlar için tuzaklar ve fazla cesur olanlar için de zindanlar" bulunduğunu söylüyor. Son günlerde masalların menzilinde ihtiyatsızca ve cahil cesaretiyle hoplaya zıplaya gezinmekteyim. Nanananoom! Misal, az sonra Gümüşhane ve Bayburt yöresi masal diyarına bodoslama gireceğim.
Masal diyarı sahiden tehlikeli bir ülke mi? Koskoca Tokien söylemiş... Tuzaklar ve zindanlar varmış öyle mi? Heyy! Üstelik masal mekanında kadın başıma kaldım di mi?
Haydi ordan! Kimden korkacakmışım ki? Başlıyorum işteee: "Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içindeeeee.........."
Masal diyarı sahiden tehlikeli bir ülke mi? Koskoca Tokien söylemiş... Tuzaklar ve zindanlar varmış öyle mi? Heyy! Üstelik masal mekanında kadın başıma kaldım di mi?
Haydi ordan! Kimden korkacakmışım ki? Başlıyorum işteee: "Evvel zaman içinde kalbur saman içinde, cinler cirit oynarken eski hamam içindeeeee.........."
21 Ekim 2017 Cumartesi
Tövbe!
Zamanında yetişmek niyetiyle, sabah evden o kadar erken fırlamışım ki, üniversiteye vardığımda dersin başlamasına bir saat vardı. O sevdiğim kafedeki salaş tahta masalardan birine geçip, en öğrenci edamla sandalyeye kuruldum. Baktım sıcacık simit var. Ohh! Misss! Simitin yanına beyaz penir ve ince belli bardakta çay rica ettim. Daha ne olsun? Ders öncesi en şahane kahvaltıyı ediverecektim. Garson:
- Haşlanmış yumurta ister misiniz? diye sorunca...
- Oluuur, deyiverdim.
Tabağım geldi. Yanında kız belli bardakta çayım... Nasıl mutluydum anlatamam.
Normalde şu güzelliğin hakkını verecekken... Ne bileyim... Hayatın bedava hazları törenim yok mu hani... Önceee avucumla kavrayacaktım bardağımı mesela... Diğer yuduma kadar tabağa asla koymayacaktım... Çayın kokusu aklımı alacaktı... Çok şükür, deyip simidi beyaz peynire katık yapıp, hımlaya humlaya, keyfini çıkara çıkara, yemeğe başlayacaktım...
Yooo! Yapmadım! Vallahi böyle yapmadım!
Ne yaptım bilin bakalım? Cep telefonumu elime aldım. Ve masadakilerin fotoğrafını çekmeye başladım. Sonra durdum. Binlerce kasırga aşkına! Ben ne yapıyorum, dedim. Niye, çok şükür diyerek yemeğe başlayacağıma, fotoğraf çekiyordum ki? Korktum iyi mi? Abicim, bu yoksa teknoloji dini mi ne? Büyükannem duymasın valla! Tövbeee! Tövbe!
19 Ekim 2017 Perşembe
16 Ekim 2017 Pazartesi
Az Gitmiş Uz Gitmiş...
Hepimiz bu zamanda, bu yerin konuklarıyız.
Amacımız gözlemlemek, öğrenmek, büyümek, sevmek.
Sonra eve geri döneriz.
Aborjin Atasözü
11 Ekim 2017 Çarşamba
Filmlerdeki Gibi Olmaz.
Evdeydim. Tökezledim. Yüzüstü düştüm. "Kötü düştüm. Kötü düştüm.
Kötü düştüm." diyerek üç kez tekrarladım. Elimi alnımın sağ köşesine
koydum. Ceviz büyüklüğünde şişlik hissettim. Ayağa kalktım. Mutfağa yöneldim.
Buzdolabından buz çıkardım. Alnımda gezdirdim. Salona geçtim. Koltuğun ucuna
çöktüm. Gözüm sehpaya bıraktığım telefonumun ışığına takıldı. Sol elimin işaret
parmağıyla tuşuna bastım. İki kelimelik cümleyi gördüm: "Dilek
gitti."
Zihin tuhaf kutu! Sherlock'un 3. sezon 3. bölümdeki silahla vurulma sahnesi
aklıma geldi. Sherlock'u vuran kadın "Filmlerde izlediğin gibi değil,
değil mi Sherlock?" demişti. Vurulacağını asla tahmin
etmeyen Sherlock'un yaşadığı şoku atlatması ve hayatta kalması için neler
yapması gerektiğini anlattığı sahneleri hatırladım. Vurulmuştum. Kurşun
hiç beklemediğim yerden gelmişti. "Dilek gitti." Bu iki kelime
kurşun gibi yüreğime girmişti. Diz üstü çöktüm. Yüz üstü düştüm. "Kötü
düştüm. Kötü düştüm. Kötü düştüm." diye üç kez tekrarladım. Her
zaman aptaldım. Her zaman hayal kırıklığıydım. Arkadaşımın öleceğini hiç
düşünmemiştim. Tanımadığım bir acıydı. Yaramı iyileştirecek bir
şeyler olmalı... Kontrol... Kontrol... Kontrol... Acıdan korkmama gerek yok.
Acı... Kalp kırıklığı... Kayıp... Ölüm... Hepsi bizim içindir.
Yağmur yağıyor... Seller akıyor... Filmlerde izlediğim gibi değil, değil
mi? Zihnimdeki anılar dosyasından Dilek'li bölümün çekmecesini açtım. Anılar yüreğimdeki kurşunu çekiyor. Gülüyorum ben... Ağlıyorum
ben... Dilek gitti.
8 Ekim 2017 Pazar
Binlerce "Zıplayan Pire" Aşkına!!!!
Yeminle niyetim bambaşkaydı. İşte uzun zamandır yolunu gözlediğim çizgi roman elimin altındaydı. Sert bir kahve eşliğinde tüm duyularımı canlandırma gayretindeydim. Usta bir film yönetmeninin kamera hareketlerini takip eder gibi Christophe Chaboute'nin çizgilerinin peşine düşme hayalindeydim. Eksiğim var abartım yok. Tıpkı böyleyken böyleydim.
Lakinnn....
İlgim dağınık... Merakım çok... Hafızam zayıf... Sadakatim yok.
Çizgi romanı olduğu yerde bıraktım. Cep telefonumdan Chaboute'nin hayatını gugıllamaya başladım. Yukarıdaki fotoğrafını görünce şaştım kaldım. Çizer tüm sevimliliğiyle gülümsüyordu. Arkasındaki duvarda bir müzik aleti asılı duruyordu. Bayıldığım çizer Chaboute yoksa ukulele mi çalıyordu!! Heyyy! Binlerce zıplayan pire aşkına! Sırf bu sebeple başım leyla gibi dönüyordu.........
19 Eylül 2017 Salı
Ve Birkan Erdem Ve Betimlemeli Ukulele Dersine Giriş
Her zaman yürüyüş yaptığım parkta, bir keresinde Pınar ve Mahmut'la birlikte çene çalıyordum. Mahmut:
- Bu parkta palmiye mi var, diye sordu.
- Yoo, dedim. Ne palmiyesi? Palmiye malmiye yok abi bu parkta.
Sonra etrafa yeniden bi göz attım ki, o ne? Şaşırdım kaldım.
- Aaa! Gerçekten palmiye varmış Mahmut. Yeminle daha önce görmemişim, diye bağırdım.
Pınar:
- Kör müsün sen, dedi.
Gülümsedim. Pınar ve Mahmut, o görmeyen gözleriyle sadece gülümsediğimi değil gülümserken dudak ve göz kenarlarımda oluşan kıvrımları da görüyorlardı. Eminim.
- Evet, dedim. Bakar körüm, ne olmuş yani.... Peki Mahmut, sen nasıl bildin bu parkta palmiye olduğunu?
Söylediği mıh gibi aklımda:
- Palmiyenin yaprakları rüzgarda yelpaze gibi ses çıkarır.
*********
Geçtiğimiz hafta Pınarlar'a giderken, ukulelemi de götürmüştüm. Pınar, ukuleleyi sevmişti. Kimden ders aldığımı sorunca, Birkan Erdem'in Türkukulele videolarından çalıştığımı söylemiştim. Sonra, acaba Birkan Erdem'den rica etsek görmeyenler için betimlemeli ukulele videosu hazırlayabilir mi diye sormuştum. İşte burada.
Veee.... Nanananoom! Birkan hocam hazır etmiş videoyu. Şimdi görmeyen arkadaşların videoyu dinleyip yorum yapmaları gerekiyor ki, Birkan Erdem en güzelini, en işe yarayanını, en kullanışlı olanını hazır etsin.
Aynı zamanda hepimizin Birkan Erdem'in videolarını beğenmesi ve abone olması gerekiyor ki Birkan hocam ukulele öğretmekten vazgeçmesin:)
13 Eylül 2017 Çarşamba
Bu Hafta Neler Yaptım?
Sinemada seyrettim.
Evde seyrettim.
Okudum. Okuyorum.
Ukulelemle türkü çalmaya çalıştım. Çalışıyorum.
Akorlar:
Ha bu akan dereler denizlere dolacak
Am Dm C G
Söylesene güzelum sonumuz ne olacak
Am Dm C G
Ah duman kara duman sardı dört yanımızı
Dm Am
Ander kalsun sevdaluk oy alacak canımızı
Dm C G Am
Etiketler:
24. hafta,
ander sevdaluk,
bu hafta neler yaptım,
çizgi roman,
homo deus,
indeh,
power range,
sweet and lowdown,
Tom Cruise,
ukulele,
vincent,
yedinci hayat
7 Eylül 2017 Perşembe
Fransız Kalmak
Christrophe
Chaboute... 8 Şubat 1967 doğumlu. Uzun zamandır
hakkında yazı yazmaya niyetleniyorum. Yukarıdaki fotoğrafı ekranımda
duruyor. Hiç bir şey yazamıyorum. Fransız çizgi romancı. İlk kez Jack London'un aynı adlı hikayesinden uyarlanan Ateş Yakmak
çizgi romanında Chaboute adına denk gelmiştim. Çizgilerinin peşi sıra titreyerek gezinmiştim. Aslında hakkında yazmak istediğim başka bir çizgi romanı daha var da... Başlayamıyorum.
Elbette siz şimdi diyeceksiniz ki:
- Anladık, Chaboute hakkında yazacaksın. Peki. Bu Na King Cole'un söylediği Autumn Leaves'in Fransız versiyonunun burada işi ne?"
Aynı Fransızca şarkıyı tekrar tekrar dinliyorum.. Ne bileyim? Yazmama yardımı dokunur belki:)
4 Eylül 2017 Pazartesi
Ve Ben Ve Ukulelem Ve Pınar Ve Birkan Erdem
Fotoğraftakiler, arkadaşım Pınar ve ukulelem:)
Pınar, son üç haftadır ukulele öğrenme gayretinde
olduğumu biliyor. Adı değişik ya... Neye benziyor diye merak ediyor. Epeydir görüşememiştik. Bayram vesilesiyle bir araya gelecektik. Pınar, vatsaptan bana şöyle yazmış. "Gelirken senin zımbırtıyı da
getir. Neymiş merak ettim:)" "Bi dakka... Hop dedik! Ukuleleme
zımbırtı mınbırtı dedirtmem!" diye cevap verdim. "Ne bileyim...
Unutuyorum adını. Tamam. Ukuleleni kap gel." diye mesaj attı.
Ukulelemi koluma taktım, Pınarlar'a yollandım. Pınar bayıldı ukuleleye...
Elinden düşürmedi. Kimden ders aldığımı sorunca,
youtube'daki Birkan Erdem'in Türk Ukulele videolarını gösterdim.
Pınar görmüyor.
Birkan Erdem, itinayla hazırladığı videolarıyla sahiden oldukça açıklayıcı ukulele dersleri veriyor. Lakin Pınar'ın
ukulele çalışabilmesi için, ukulele üzerindeki akorların, ritimlerin, körlere göre daha fazla betimlenerek
anlatılması gerekiyor. Pınar'a dedim ki: "Du bi... Birkan Erdem arada sırada Hayal Kahvem'e
uğruyor. Durumu anlatalım. Ve soralım:
"Birkan hocam, körler için
betimlemeli ukulele videosu hazırlar mısınız lütfen:)
2 Eylül 2017 Cumartesi
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)