23 Ocak 2010 Cumartesi
Kara Yatmalıyım, Karaa!
Türkülerin Menzilinde Dolanmak
Hasbihal
22 Ocak 2010 Cuma
"Bir Beyaz Lerze, Bir Dumanlı Uçuş"
Eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar"
Sanırım böyle bir şeydi. Devamında bir yerlerde de:
"Karlar
Ki sessizce arasıra ağlar " diye iki dizesi daha vardır hani.
ZOOM!..
18.Yüzyıldan Haber Var!
21 Ocak 2010 Perşembe
Bir Gün Sen De Aynı Şeyleri Söylüyor Olacaksın
20 Ocak 2010 Çarşamba
Portakal Şurubu Tadında Filmler
Merak ki, En Çok Yakışandır Bize
Yukarıdaki resme bakarak, mesela desem ki sana... Geçmişi görmüş, şimdiyi yaşamış, geleceği bilir insanlar anlatırlar ki, eski doğu mitolojisinde Vakvak Ağacı denilen bir ağaç varmış. Bu efsanevi ağacın meyvesi neymiş biliyor musun? İnsanmış! Evet... Evet... İşte yukarıda gördüğün gibi, ağacın meyveleri insanmış da, bu meyveler güneşte sallandıkça olgunlaşırlarmış. Ne tuhaf bir şey değil mi? Sence böyle bir şey gerçek olabilir mi? Adına hayal gücü denilen o dipsiz, hudutsuz derya, merak ediyorum seni de benim kadar hayrete düşürmez mi? "Merak ki en çok yakışan ve en çok yanıltandır bizi!" Şairin ünlü dizeleri böyle değil miydi? Şimdi gelelim Sultanahmet Atmeydanında, hemen Alman Çeşmesi yanındaki çınara... Osmanlı tarihinde kanlı olaylara sahne olduğu için Kanlı Çınar da denirmiş bu ağaca. Öldürülmüş kişiler bu çınara asılırmış. Son olarak da 1826 yılında Yeniçeri ocağının kaldırılışı sırasında öldürülen Yeniçerilerin bir kısmı bu ağacın altına getirilmişler. Hatta eğer doğruysa, bir kısmı ağacın dallarına asılarak sallandırılmışlar. Bu durumda, ağacın görüntüsünü mitolojideki Vakvak Ağacı'na benzetince, bu olaya Vaka-i Vakvakiye denmiş işte. "Merak ki en çok yakışan ve yanıltandır bizi!" Sahi şair böyle mi söylemişti? Bak, merak ettim şimdi gene...
19 Ocak 2010 Salı
En Büyük Korku
Edebi Bilmeceler
Cevap2- Göçmenler- Aslı Erdoğan- Bir Delinin Güncesi- Sayfa 125
Cevap3- Sanatçı – Romain Gary- Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı- Sayfa 91
Cevap4- Bunaltıcı sıcak- Ruşen Ergün- Yazlık Sinema- Sayfa 82
Cevap5- Belli belirsiz bir akordeon sesi- Kürşat Başar- Başucumda Müzik- Sayfa 311
18 Ocak 2010 Pazartesi
Küstüm, Konuşmuyorum İşte...
Söyle Bakalım Çocuğum,İlk Kez Ne Zaman Aşık Oldun?
17 Ocak 2010 Pazar
Bugün Aklım Sadece Bir Karış Havada Galiba
16 Ocak 2010 Cumartesi
Kireçburnu'nu Eve Getirme Sanatı
Bu hafta Sabancı Müzesi'ne gidince, Kireçburnu'na doğru yola devam ettim. Dedim ki, buraya kadar gelmişken bir balık ekmek yiyeyim. Madem içinden deniz geçen şehirdeydim. Dünyanın en güzel şehri İstanbul' dayım. Karşımda masmavi deniz... Hele benim gibi denizden babanız çıksa yiyen biriyseniz... Balık Norveç'ten gelmiş demezsiniz, Norveç uskumrusuyla yapılan balık ekmeğe bile delirirsiniz. Hayal Kahvem'e böyle yemek konulu yazılar pek yazmak istemiyorum aslında. Okuyanın canı ister ama bunu mutlaka paylaşmak istedim. İnanın elimin yağıyla geldim. Fotoğrafını da çektim. İşte bakın...
Kendi Hayatları Film Olacak İnsanlar
Bu hafta kitaplığımda eski bir kitabıma rastladım. Elime hasretle aldım. Sayfalarını ayaküstü şöyle bir dalgalandırdım. Allahım… Cümlelerinin altını ne kadar çok çizmişim. Kitabın adı Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı. Can yayınlarından çıkmış. Bendeki kitabın 2. baskısı. Alev Er Fransızca aslından Türkçe'ye çevirmiş. İşte şimdi geliyorum sadede. Kitabın yazarı yaşamındaki iniş çıkışları, kara mizaha yatkın mükemmel zekasıyla her daim ilgimi çeken Romain Gary. Şafakta Verilmiş Sözüm Vardı, bildiğim en iyi otobiyografik romanlardan biridir. 2. dünya savaşı zamanları. Küçük bir çocukla, ona delicesine bağlı olan annesinin öyküsüdür. Annesi oğluna karşı o denli sevgisiyle donanmıştır ki, hayat daha çocukluğunun şafağında, küçük çocuğa, bazı şeyler üzerine yemin ettirecek ve belki ilerleyen zamanlarda bu yemini tutamadığını görecektir. Sonunda hiçbir şeyi umursamayan, hiçbir şeyden tat almayan bir adam durumuna geliverecektir belki. Belki bir yandan eli kolu bağlanacak, öte yandan büyük bir vicdan azabına kapılacaktır. Sonra sokağa atılmış bir köpek yavrusu gibi, gidip annesinin mezarına kapanacaktır belki. " Bir daha yapmayacağım, bir daha asla yapmayacağım, kesinlikle bir daha yapmayacağım…" diyecektir belki kimbilir? Aslında Romain Gary yazılarında‘Annesinin anlattığı masallara bunca yılın ardından bağlı kalabilmiş, yeryüzündeki az bulunur insanlardan biri herhalde benim.’ der. Sonra gerçeği anlar. Bu gencecik özlemin yalnızca ona, annesine yönelik olmadığını anlar düşündükçe… Uğrunda yemin ettiği, gerçekleştirmek için söz verdiği şey, sevdiği tek bir kadının talihini değil, tüm bir insanlığın alın yazısını değiştirmeye çalışmaktır aslında. "Onu yengi dolu bir ışıltıya ulaştırmaktır." der.
15 Ocak 2010 Cuma
Şu Metris'in Önü Bir Uzun Alan
İçimdeki kuytuda gizli kalmış, yıllardır saklanmış bağlama çalma hevesi durup dururken ortaya çıkınca, hazırda böyle bir kurs olduğunu duyunca, başladım işte bağlama çalmaya ne yapabilirim?Ama o kadar cahilim ki, her hafta rüsva oluyorum kurs arkadaşlarıma. Bağlamayla çalınan türkülerin çoğunun sözlerini bilmiyorum. Bırak bilmemeyi, hatta pek çoğunu hayatımda duymamışım. Diğer kursiyerler nasıl şakır şakır ezbere söylüyorlar anlatamam.
Bu hafta yeni bir parça çalıştırmaya başladı hoca. Daha sözleri ve hangi şarkı olduğunu söylememişti. Sadece notalarla şarkıyı söylüyor ve tekrar tekrar o notaları bağlama üzerinde pratik ediyorduk. fa mi fa re mi do / mi remi re do / re si ... İşte bu son si var ya... Notaları baştan çala çala gelip,vurduk mu bağlamanın si teline, tuhaf bir kalp titremesi oluyor sanki. Öyle etkili. Mehtap Hoca'ya dedim ki: "Hocam bu hangi şarkı? Nasıl çarptı beni.
"Daha Mehtap Hoca cevap vermeden bütün sınıf "Aaaa!" dediler. "Şu Metris'in Önü" "Şu Metris'in Önü mü? O zaman bu bir mahpushane şarkısı. Hocam keşke biraz söyleseniz." dedim ki... Mehtap Hoca elimden Gönül'ü aldığı gibi tellerine vurmaya ve bütün sınıf gümbür gümbür şarkıyı söylemeye başlamadı mı?
"Şu Metris'in önü / Bir uzun alan / Bir tek seni sevdim / Gerisi yalan / Senin hasretindir / Hücreme dolan / Bir tek seni sevdim / Gerisi yalan" Of.. Of.. Nedir bu? Sanki bağlamanın tellerinden notalar tek tek ses olup çıkıyor... Çıkıyor da damardan damardan ezgi olup giriyor... Gidiyor... Gidiyor... Gidiyor... Çana vuran tokmak gibi yüreğimi "çııınnn" diye titretiyor. Şahane bir şey bu. Anlatamam. "Edip Akbayram söylüyordu bu şarkıyı, değil mi?" diyerek biraz kendimi kurtarıyorum sanki. "Evet, ama esas Ali Asker'in şarkısı bu." diyorlar. Ali Asker mi? Vallahi hiç duymadım. Gene bütün sınıfın tanıdığı bir şarkıcıyı daha bilmiyorum. İyi ama, şimdi Ali Asker'i de tanımadığımı nasıl söyleyeceğim? Of ya. Ben nerede yaşıyorum? Niye bütün bunları bilmiyorum? Bağlama öğrenmeye diye geldim. Neler neler öğreniyorum. Cahilin biriyim. Yoo.. Lütfen, estağfurullah falan deme... Öyleyim! Sonra devam edeceğim....
Yazarlar Okuyucularını Merak Etmezler Mi?
NOT: Hayal Kahvem'e yazdığım eski bir yazım.