30 Kasım 2013 Cumartesi

yarın yapılacak işler

mutlu aşk yokmuş, mutlu aşk aranacak, mutlaka bulunacak


  
vakte aşk, aşka vakt ayrılacak


 

insanlar uzaktan sevilecek, belli edilmeyecek



dostlar alış-verişte  görülecek




merhumlar hep iyi bilinecek





 gidenin arkasından bakılacak




böyle gelmiş, böyle gidecek



cümleler - metin üstündağ
film kareleri - helena bonham carter

29 Kasım 2013 Cuma

Tılsım......



Nerede okumuştum acaba? İnan hatırlayamadım.

Bir tılsımı vardır hayatın, tadında bir cümleydi. Yoğun bir iş günümün bitimine denk gelmişti. Aman,  gözlerim nasıl ışıldamıştı anlatamam. Koskoca yazı içindeki o kelime, yüreğimi şıpır şıpır ılıtan, portakal şurubu lezzetinde bişeydi.

Bugün Cuma ya... Benim için haftanın son çalışma günü. Feci yoğun bir haftanın üstesinden gelmiştim. Çalışırken farkında değildim. Bu akşam... İş bitimi... Kendimi yorgun, bezgin, tükenmiş hissettim.

Aaa! Hep çalışmaya mı geldim bu dünyaya... Ya da birilerinin gönlünü yapmaya... diye düşünüp keder girdabına taam düşüyordum ki... O cümle aklıma geldi.

"Bir tılsımı vardır hayatın!"

Acemi  defineci misali... Hayatın tılsımının peşine düştüm.



28 Kasım 2013 Perşembe

Yazarların Şehirlerinde Küçük Bir Hayali Sergüzeşt...


 Ahmet Hamdi Tanpınar ile İstanbul




Dostoyevski  ile St Petersburg




Dickens ile Londra




Joyce ile  Dublin




Kafka ile  Prag



Balzac ile Paris




gizli not - "sergüzeşt" kelimesini hep sevdim. "serüven", "macera" anlamına geliyor. "sergüzeşt"i hiç cümle içinde kullanmamıştım. bu sayfayı, sırf "sergüzeşt"i cümle içinde kullanmak için hazırladım:)

26 Kasım 2013 Salı

Şşşth Kimse Duymasın - 15 -

 Tamam. 
Hemen söyleyeceğim. 
Çocukluğumdan beri enstrüman çalanlara imrenmişimdir. 
Ben ise...
Gitarı denedim. Olmadı.  
Bağlamayı denedim. Olmadı. 
Bilenler bilir...
Yeteneksizin tekiyim.
Kaç kere yenik düştüm anlatamam...
Yeminle, akord bile edemedim. 
Anladım ki telli sazları beceremeyeceğim 
Allahım bi şeye bari yeteneğim yok mu benim, dedim. 
Ümidimi kesmedim. 
Vazgeçmedim.
Tam vurmalı çalgılara geçecektim ki...  
Neden bilmiyorum? 
Başımda kavak yelleri,
Özüm gökteki yıldızlar
Sözüm sevmeler üstüne
Yüreğimde yılgın rüzgarların ayak sesleri
İçim blues, dışım hüzünler içinde...
Mızıka çalmaya karar verdim. 
Mızıkacı oldum.

Gerçekten.

23 Kasım 2013 Cumartesi

Herşey Yalan, Herşey Yalandan Yani Öyle Mi?



Stratejik Pazarlama Ve Marka Yönetimi dersindeydik. Konunun uzmanı hocamız, sürekli değişen piyasa koşullarından, giderek çetinleşen rekabet ortamlarından bahsederek söze girdi. Ortaya çıkan fırsat ya da tehditlere göre güçlü ve zayıf yönlerimizi belirleme, geliştirme,  büyüme, farklılaşma safhalarını anlaşılabilir bir lisanla anlatmaya başladı.  Derken... Derken... Konu marka yönetimine geldi. Marka yaratma, marka olma vaziyetlerinin akabinde, alıcının satınalma davranışlarını etkileme  stratejilerinden bahsederek konuşmasını sürdürdü.

Dersi anlatırken örnekler verdi. Mesela uluslararası dev  bir elektronik alışveriş şirketinin, yeni girdiği piyasada markasını bilindik kılmak icin, bazı mahallerin çöp bidonlarının yanına, kendi sirketlerinin logosu olan açılmış koli kutuları bıraktıklarını, böylece daha  önce sanal alışverişe alışkın olmayan, mesafeli duran insanlar üzerinde, demek ki komşularımız bile  online alışveriş yapıyorlar, elektronik alışverişlerde problem yaşanmıyor olmalı, düşüncesi uyandırdıklarını ve bu yolla satışlarını arttıkdıklarını anlattı.

Ardından... Dünyaca ünlü kafe zincirine sahip sirketlerden birinin, bir şehre ilk defa kafe açtıklarında, önce o şehrin büyük üniversitelerinin bazı çalışkan öğrencilerini bulduklarını, onların fotokopiyle çoğaltılan ders teksirlerinin kimi sayfalarının kenarlarına, "okul çıkışı ....kafe de bulusalım" ya da "....kafe"nin kahveleri nefisti." gibi cümleler yazdırdıklarını, böylece o ders notlarını çoğaltan öğrenciler arasında kafenin reklamını yaparak, markanın öğrenciler tarafindan kolayca tanınmasını    sağladiklarını anlattı.

Bu örneklerin her biri,  etkileyici birer satış stratejisi  olabilir... Ne bileyim... Anlatılanlar benim içime sinmedi. Aslında  bu örnekler ne ki,  bazı filmlerde seyrettiğim  ibretlik satış stratejileri aklıma geldi. Bilirsin, sinema sayesinde kendi dışımızda bambaşka hayatların içinde gezinebiliyoruz.  Başkalarının zaaflarına, oyunlarına, yalanlarına şahit olabiliyor, yaşananları, sonuçları seyredebiliyoruz ya hani...  Demek ki iyi filmler insanın duygu ve düşüncelerini etkiliyor.  Bak şimdi...  Örnek Aile ile başlayalım sözgelimi...


Mahalleye yeni bir aile taşınmıştır. Görünüşte mükemmel bir ailedir. Harika bir çift, sevimli yetenekli çocuklar, son model eşyalar, hoş giysiler... Ailenin her bireyi nasıl güler yüzlü, nasıl misafirperverdir anlatamam. Sürekli evlerinde partiler veriyorlar. Komşu ziyaretlerini çok önemsiyorlar. Mahalledekiler bayılıyorlar bu aileye.  Ne güzel değil? Yoo... Değil işte.  Seyretmeyenler beni affetsin ama yazmak zorundayım. Anlıyoruz ki, aslında bu insanlar gerçek aile değiller. Acı ama gerçek.  Bir pazarlama şirketi için çalışıyorlar. Satmaları gereken ürünleri kullanarak çaktırmadan reklamlarını yapıyorlar. Bir bakıyoruz ki tüm mahalle bu aileye özeniyor.  İhtiyaçları olsun olmasın, bu insanların kullandıkları ürünleri, eşyaları almaya başlıyorlar. Mahalle ahalisi  lüks tüketimin birer neferi olup çıkıyor.  Elbette  aile sandığımız kişilerin her biri ayrı ayrı satıcı olduğu için, kendi aralarında da rekabet var... Pes! Kim daha fazla satış yapmış, ayda bir patrona hesap veriyorlar.  Eski bir film Örnek Aile.  Tam bu konuya örnek değil mi?


Ya Truman Show a ne diyeceksin? Feci!

Truman,  iyi bir işi,  lisede tanışarak evlendiği karısı,  düzenli hayatı olan bir adamdır.  30 yıllık ömrü boyunca yaşadığı adadan hiç çıkmamıştır. Film ilerledikçe anlarız ki, aslında  yönetmen tarafından evlat edinilen Truman, doğduğundan beri bir film stüdyosunda yaşamakta ve dizi haline getirilen hayatı milyonlar tarafından  ilgiyle seyredilmektedir.  Ve Truman'ın,  dünyanın en büyük film stüdyosunda yaşadığından, annesi, babası, karısı, en yakın arkadaşı dahil, çevresindeki herkesin özenle seçilmiş oyuncular olduğundan, kendisinin çok ünlü biri olduğundan haberi yoktur. Elbette televizon dizisi olarak hazırlanan bu filmde oynayanlar, arada ellerindeki ürünleri, Truman'dan gizlenen  kameraya göstererek ürün reklamı da yaparlar. Bu oyunculardan biri de Truman'ın karısıdır.  Vay canına sayın seyirciler!.. Her şey düzmecedir. Her şey yalandır.  Her şey yalandandır. Ve sırf daha fazla para kazanmak niyetiyle, bir insanın hayatı üzerinden feci bir sanal dünya oluşturulmuştur.

Aslında diğer filmleri de yazmaya devam edecektim ama geç olmuş. Yalanım yok. Yorgunum. Çok uykum geldi. Sana bir şey söyleyeyim mi, bence Tüketim Toplumu Yaratma, Yozlaştırma, Yabancılaştırma Stratejileri diye okullara ders konmalı...  Ve bu filmler ibretle izletilmeli. İyi ama ben bunları derste söyledim mi peki? Yooo. Utandım gene... Söyleyemedim tabii:)

18 Kasım 2013 Pazartesi

kahve molası - seni seviyorum


- seni seviyorum
- ne bu.. yeni mi piyasaya çıktı,
almadım, okumadım, seyretmedim,
dinlemedim, çok mu güzel

 
- seni seviyorum
- hayır, izin vermiyorum.. bugün beni seven
yarın kediyi, köpeği, otu böceği de sever..
hayır olmaz, ben ciddi bir insanım





- seni seviyorum
- iyi güzel de, bu ne'ye cevap olacak, neyi çözecek ki şimdi


- seni seviyorum
- fakat, uzaktan değil mi.. valla en güzeli






- seni seviyorum
- hadi ya, çok ilginç, ee sonra, devam et


- seni seviyorum
- ne diyiyim, allah işini rast getirsin.. allah akıl fikir versin





 - seni seviyorum
- ben de senin beni sevişini seviyorum


- seni seviyorum
- üzülme, zamanla geçer





- seni seviyorum
- beni bu işlere karıştırma ne olur



- seni seviyorum
- neden.. bende benim bilmediğim
müthiş bir şeyler mi gördün





 - seni seviyorum
- sen aşmışsın arkadaş, ben artık ne desem boş

 - seni seviyorum
- güzel.. peki başka çeşidin veya şuben var mı





- seni seviyorum
-bu dünyaya, bu hayata, bu zamana,
bu insanlara rağmen, hem de ha..
bravo sana, binlerce kez bravo


- seni seviyorum 
 - herkes bir öteki'nin kıyamet günüy'ken
nasıl beceriyorsun bunu peki




- seni seviyorum 
 - ya da başka bir deyişle, kendini mecnun beni de leyla
sanıyorsun, veya sanmak istiyorsun, öyle mi


- seni seviyorum 
 - durumdan vazife çıkarıyorum
ve ben de seni seviyorum




- seni seviyorum 
 - sevme, büyüklerimiz ne der sonra

  
- seni seviyorum 
 - ben de seni seviyorum.. e, şimdi ne olacak peki


 

not : metin ustundag in cumleleriyle, muhtelif film karelerini eslestirdim.

17 Kasım 2013 Pazar

Yerçekimi'nden Yalnız Bir Opera'ya Yolculuk...


Astrobiyoloji  evrende yaşam olup olmadığını inceleyen bilim. Astrobiyoloji benim gibi hayalperest bir bünyeyi kışkırtan bilimlerden en önemlisi. Düşünsene.. Bizim şu anda bildiklerimizi geçmişte yaşayanlar tahmin edebilir miydi? Dünyanın tepsi gibi olduğunu düşünenler yuvarlaktır diyenlere inanmışlar mıydı? Nerdeee? Neyse.. Bu geniş bir mevzu.. Girmek istemiyorum derinlemesine.. Benim söylemek istediğim ise... 

Bak şimdi... Yerçekimi adlı bilim kurgu filmi seyrediyordum tamam mı?  İki astronot uzay boşluğundalar... Biliyorsun, günümüzde artık kabullendiğimiz durumlar. Uzay teleskopundaki arızayı onarmaktalar.  Muhabbetler ilerledikçe anlıyoruz ki, aslında iki yalnız ruh, iki kaybeden insan uzaydaki işleri sebebiyle rastlaşmışlar. Bir ara kadın kahramanın bağlantısı kopuyor. Uzay sonsuzluğunda ordan oraya savruluyor.  Hiç korkutmadı bu durum beni biliyor musun? O kadın astronotun  o anki durumunda olmak istedim.



Düşünsene... Binlerce yıldır yapılan keşiflerle neler bulmuş bilim insanları... Kimbilir bilmediğimiz daha neler neler var? Of! Bunları düşünmek bile ne kadar heyecan verici. Mesela düşünsene Güneş'ten dünyamıza ışık sekiz dakikada geliyormuş. Bu bizim güneşimiz... Evrende yüz milyar kadar galaksi, her birinde de yüz milyar yıldız var. Bir o kadar da gezegen olmalı. Bu kadar sayı insanın başını döndürüyor. Hatta bilmediğimiz başka canlılar neden olmasın ki?

İşte  filmi bu düşüncelerle seyrederken... Kadın astronot ve ben, aynı yeryüzündeki insan hâlleri gibi, hâlden hâle girerken... Carl Sagan'ın Kosmos adlı kitabında okuduklarım aklıma geldi. Bazı yıldızların, misal, Güneş'in  tek başına olduğunu düşündüm. Oysa çoğu yıldızların grup halinde kalabalık halde olduklarını... Sonra aslında sistemlerin çift olduğunu, iki yıldızın birinin yörüngesinde dolaştığını... Bazı genç yıldızların parlayarak göründüklerini, bazılarının kararsızca yanıp söndüklerini... Kimisinin çılgınca, edalı edalı dönüp durduklarını düşünce sözgelimi... Mavi yıldızların genç ve kızgın, sarı yıldızların ise orta yaşlı, kırmızı yıldızların ise çok yaşlı ve ölgün olduklarını... Bazı çift olması gereken yıldızların, birbirlerinin öylesine yakınından gelip geçtiğini ama gelip geçerken aralarında kalan toz bulutundan birbirlerini görmeyi beceremediklerini düşünce..Aynı insanlar gibi değil mi vaziyetleri... Hah işte... Tam burada.. Murathan Mungan'ın Yalnız  Bir Opera adlı uzun şiirinin şu dizeleri aklıma geldi birden...


Şimdi biz neyiz biliyor musun?
Akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
Birbirine uzanamayan
Boşlukta iki yalnız yıldız gibi
Acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
Bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
Kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
Ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
Sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
Ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
Bizden diyorum, ikimizden
Ne kalacak?

Şimdi biliyorum ne ilgisi var seyrettiğin filmle bu şiirin diyeceksin... Ne bileyim? İnsan nerede ve niye; aklından neler gelecek bilemiyor ki... Hafıza tuhaf bir kutu... Şaşırtıyor insanı... Zaten bu şiirin sonuna doğru Murathan Mungan'da şöyle diyor:

"Bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?"

Şiirin ilerisinde gene yıldızlı dizelerle devam ediyor:



"ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta başka türlü geçilen
Aşkın bir yolu vardır
Her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
Ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
Sen de değilsin. O da değil
Kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında
Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey

şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözüklerin gücünden

Dönüp ardıma bakıyorum
Yoksun sen
Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren" İşte şiir böyle bitiyor.

Ne kadar çok olmuş Murathan Mungan'ın bu şahane şiirini düşünmeyeli. Hatırlamak iyi geldi. Aslında bu şiir çook uzun tabii.. Bu dizeler aynı gökyüzündeki yıldızlar gibi toz bulutuna karışmayıp yüreğime takılan bölümleri...  Bir kez daha anladım. Yıldızların hayatı da aynı bizler gibi. Kimimiz  bir Güneş gibi yalnızız... Kimilerimiz grup halinde kalabalık... Kimi kararsız, mutsuz... Kimimiz çılgın, edalı, huzursuz... Kimimiz, aslında ruhlarımız denkken, yan yana geçsek bile aramızda kalan toz bulutundan birbirimizi görmeyi beceremeyen... Kimimiz ise, bir sebeple sersemleterek çarpışan, nasıl denir,? Tesadüfen... Haydi bakalım, görüyor musun? Bu yazıya başladığımda nerdeydim, şimdi nerdeyim? Ne diyebilirim ki başka... "Ey sanat! Her şeyi hayata dönüştüren."