3 Ekim 2010 Pazar

Ekim Ayının İlk Cumartesi Gününde Bir İstanbul Hikayem Böyleyken Böyle...


Tamam, itiraf ediyorum. Dayanamadım işte ne yapabilirim?  İstanbul'da Beyazıt'ta, Kadıköy'de, Beyoğlu'nda dağınık yerlerde hizmet veren sahaflar, duymuştum ki Beyoğlu Belediyesi'nin desteği ile Taksim Gezi Parkı'nda bir araya gelmişler. Bilirsin festival deyince yerimde duramam. Bana gökyüzünde festival var desen merdiven dayayıp çıkan cinstenim ya...  Tabii ki ucunda sinema ya da kitap varsa... Bu kez Sahaflar Festivali vardı. Ve sanki İstanbul'un tüm sahafları benim için bir araya toplanmışlardı. Gitmezsem hem içimde kalırdı hem de ayıp olurdu vallahi.. Son iki günü kalmıştı üstelik. İşte bugün sona erecekti. Nasıl yapsam da gitsem diye düşünürken dün sabah çok erkenden   telefonum çaldı. Ev ahalisi uyanmasın diye telefonu kaptığım gibi  parmaklarımın ucunda salona gittim. İstanbul'da oturan bir müşterimin üst kattaki komşusunda yangın çıkmış. İtfaiye gelmiş. Yangını söndürmüş ama tazzikli sudan müşterimin  evi ve eşyaları da hasar görmüş. Yaşlı bir hanım. Tek başına yaşıyor. Nasıl endişeli konuşuyordu anlatamam. "Merak etmeyin, hemen  gelirim" dedim. Gittim. Fenaydı evin hali. Ama dert değil. Sigorta işte bu günler içindi. Beni görünce çok sevindi. Biraz hasbihal ettik. Rahatlayınca müşterim... Ver elini Taksim! İşte Sahaflar Festivali... Hava da bir güzeldi ki. İnan bana şahaneydi.  Hele karanlık dükkan içerisinde değil de, gün ışığında eski kitaplara bakmak var ya o kadar hoşuma gitti ki anlatamam.


İlk basım  ya da yazarından imzalı olan kitaplara ayrı bir hürmetim vardır. Sorunca bir kaç tane buldum. Tabii vardı epeyce de keseme uygun olanlardan iki tane kitap alabildim. Benim ilgili olduğumu görünce sahaflardan biri Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Halide Edip Adıvar'a imzaladığı bir kitaptan söz etti. Fiyatını sordum. 750 lira deyince, "Hiç görmeyeyim" dedim. "Aman ha, sakın bana göstereyim  filan demeyin!" Bu ay malum Filmekimi de var. Bir kaç kez İstanbul'a gidip geleceğim. Bütçem fazlasıyla delik deşik olacak.Şimdi Ahmet Hamdi Tanpınar'ın bizzat kendi yazısı ve imzasını  görürüm ve unuturum köy acentesi olduğumu... Zaten kitap alınca daima kendimi zengin zannederim. Yanımda o kadar  para yok ama veririm kredi kartını ve bayılırım o parayı... İllizyona girer alırım o kitabı  filan... Aman diyeyim... Hiç görmeyeyim... Hiiiççç... Diyeceksin ki "Nerden biliyorsun Ahmet Hamdi Tanpınar'ın imzaladığını? Ya satıcı seni aldatıyorsa? Ya çakma yazı ve imzaysa?" Sana bir şey söyleyeyim mi insanlara inanırım ben. İnanmaktan yanayım. Eğer halim vaktim yerinde olsaydı,  o sahafa inanırdım ve o kitabı alırdım. Aklımın ucundan geçmezdi aldatılmak. Kitaba elleyen biri insanları aldatmaz. Tamam belki bu halimle saftorik olabilirim.  Değişemem. Benim bu konularda fikrim de zikrim de böyle. Zaten bu kadar para olmadığına göre cepte.. Az aşım kaygısız başım... Neyse... İki tane yazarından imzalı kitap aldım. Biri hayatı anlatılsa roman olacak bir ressamımız İbrahim Balaban hakkındaki kitaptı. Balaban-İzdüşümü... Kitap kapağı Balaban'ın. "Bu kitabımdaki fotoğrafımı çeken Jan'a sevgilerimle- Balaban 1969" yazıyor. Kitabın ilk baskısı ve Balaban'ın  böyle yazısı ve imzası var. Nazım Hikmet'le uzun yıllar hapis yatan Balaban için, Nazım Hikmet onun Bahar adlı tablosundan etkilenmiş ve İbrahim Balaban'ın Bahar Tablosu Üzerine adlı bir şiir yazmış. Aslında bir ara enine boyuna araştırıp Hayal Kahvem'e misafir etmeliyim İbrahim Balaban'ı. Bak Nazım Hikmet'in yazdığı şiirden bazı dizeler şöyle:

"İşte seyreyle gözüm, hünerini Balaban'ın /.........../İşte sürülen toprak / İşte insan: / dağın, taşın, kurdun kuşun efendisi. / İşte çarıkları, işte poturunda yamalar / İşte karasaban. / İşte sağrılarında kederli, korkunç oyuklarıyla öküzleri. / On yıl mapusta yattı ama, kaybetmedi umudunu Balaban. / İşte Seçköyünden Ali'nin kızı geliyor al taylarıyla tarlaya. " Ayrıca Nazım Hikmet  İbrahim Balaban'ın "Mapushane Kapısı" ve "Harman" tabloları için de birer şiir yazmış. Sahaflarda dolaşırken bir tane de ünlü yazarımız Vüsat O. Bener'in 1963 yılında Türk Dil Kurumu Tiyatro Armağanı kazanmış oyunu Ihlamur Ağacı'nıın yazarı tarafından  bizzat  imzalamış kitabını satın aldım. Pamuklara sararmışcasına itinayla taşıdım yanımda. Murathan Mungan, Atilla Atalay ve Metin Üstündağ'ın bende olmayan kitaplarından bulabildiklerimi,  Attila İlhan'ın eski basım bir kitabını kitap kapağına hayran olarak satın aldım. Bir kaç Jack London kitabı ve Sait Faik hakkında yazılan kitaplar vardı. Onları da çok uygun fiyatlara aldım. İlginç gene Zagor yok. Bir kaç tane zor buldum vallahi. Onları da 1lira diye duyunca  evdekilerden mi değil mi diye bakmadan aldım gitti.
 
 

İstanbul var ya gene harikulade güzellikteydi. Dünyanın en güzel şehri değil midir İstanbul? Benim için öyledir. İstanbul aşktır... sevdadır... deniz ve balık kokusudur.. özlenendir... hüzündür İstanbul.. sevinçtir... minareler uzanmış gökyüzüne bağırır.. kara sevda nerelerden yüreğimi çağırır... dua gibi... büyü gibi hasretini ezberlediğim... yeditepe üzerinden saçlarını dağıtan, hatıraların tarihin küllerini savurduğu, kadın gibi, kısrak gibi ince beline sarılıp gerdanından öpülesi bir Levent Yüksel şarkısıdır. İstanbul sinemadır... kitaptır...  gene İstanbul.. gene İstanbul.. Ekim  aynın ilk cumartesi günü bir  İstanbul hikayem daha böyleyken böyledir.

8 yorum:

  1. Efendim, 750 TL olan o imzalı kitabı duyunca aklıma M.Mungan'ın Rodos Testisi hikayesi geldi :

    Mungan, bir antika mağazasında gezinirken, bir müşteri, elindeki testinin fiyatını öğrenmek ister. Satıcı oldukça yüksek bir rakam söyleyince, müşteri nedenini sorar. Satıcı,
    testinin bir Rodos testisi olduğunu söyler. Mungan, müşteri çıkıp gittikten sonra, satıcıya soru sormaya başlar ve testinin ne testisi olduğu hakkında satıcının da, satıcıya testiyi getiren aracının da gerçekten fikir sahibi
    olmadığını anlar...

    Sizin o kitapta rodos testisi gibi bişiy olmasın sakın? :)))

    Selamlar

    YanıtlaSil
  2. İstnbul'da oturuyoruz, Sanki İstanbul'u yeniden, bir başka açıdan seyretmiş gibiyiz bu yazınla.

    YanıtlaSil
  3. Selam Tomrukcan,
    Hatırladım Rodos Testisini.. Murathan Mungan'ın Meskalin 60 Draje adlı kitabında okumuştum. Oldukça ilginç tespitleri vardı. Haklısınız antika eşyaların çok meraklıları var. Özellikle sonradan zengin olup gösteriş merakına düşenler, antikanın ne olduğunu bilmeden dünya kadar para ödüyorlar antika zannettikleri eşyalara. Sonra evlerinde sergilemekten büyük bir keyif alıyorlar. Bu durumu bilen ve kullanan nice insanlar da antika işinden zengin oluyorlar.

    Ama Tomrukcan kitap farklı değil mi? İnsan ilk basım ve yazarından imzalı bir kitaba çok para verse, antika diye kimseye gösteriş yapamaz ki. Kitap sergilenecek bir şey değildir çünkü. Sehpaya mı koyacaksınız küllük niyetine, masada mı sergileyeceksiniz vazo diye.. Böyle kitapların peşine düşenler eğer ticaretini yapmıyorlarsa benim gibi sadece kitap sevenler olacaktır. Bu tip kitapların ticaretini yapanlar da bilirler zaten hangi kriterle böyle bir kitap alacaklarını.. Demem o ki, kitap kadrini bilen saf insanları sahaflar kandırmazlar diye düşünüyorum. Murathan Mungan’ın kitabında özellikle üzerinde durduğu konu, Türkiye’nin her alanda emeksiz, birikimsiz bir değer piyasası oluşturma vaziyetinin toplumun tüm kesimlerini kuşatmasının verdiği ürküntüydü sanırım. Bunu daha ileriye götürüyor, bu çaptaki kişilerin ne yazık ki önemli koltuklarda oturuyor olmalarından dert yanıyordu. Sahaflarda umarım Rodos testisi misali durumlar olmuyordur. Olacağını sanmıyorum. Gösteriş merakı yüzünden eski kitap alınıyor mudur? Aklım ermiyor… Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Halide Edip Adıvar’a yazıp imzaladığı bir kitabı ne yapsın mesela:)) Ama ben var ya sırf evde o kitap var diye kitaplığın önünden geçerken önümü iliklerim. Öyle değerlidir benim için. Neden böyle hissediyorum? Bilmiyorum ama aynen böyle hissediyorum. Eğer sahaflarda varsa böyle insanlar … Olsa bile çakma Rodos testisi alıp kandırılacağına, çakma eski kitap alsın bari diyeceğim, ne diyebilirim? Anlayacağınız insanlara inanmaya devam edeceğim:))

    YanıtlaSil
  4. Merhaba Profösör
    Depremden sonra iki yıl İstanbul'da yaşamıştık. İçinde yaşadığım halde İstanbul'u en az gördüğüm dönem sanıyorum ki o dönemdir. İstanbul'u içinde yaşayanların bizim kadar fark edebileceğini sanmıyorum. Ben İstanbul'da yaşasam İstanbul'dan şimdiki kadar haz alır mıydım bilemiyorum? Canı tez biriyimdir. O trafikte sanırım kısa sürede deliririm. Amaaaa... İstanbul'un biraz dışında yaşayıp, arada İstanbul'a gitmek var ya... Of!
    İşte o zaman İstanbul'un tadına doyulmuyor. Bir de İstanbul aynı kitap gibi bir tutkudur bende.
    Severek abartabilirim hislerimi o nedenle:)

    YanıtlaSil
  5. Selam Vildan,

    Ben nasıl duymadım bu festivali (: turnuva programımın içine mutlaka sıkıştırırdım, ama teselli buldum sizin gitmiş olmanızdan, ordaki mutlu halinizle ben de mutlu oldum... Bu arada bu gidişle yakında elime Zagor almaya başlarım :) İstanbul ? Halden hale geçiştir, benim için, yani İstanbul = Aksiyon.

    Sevgiler, saygılar...

    YanıtlaSil
  6. Merhaba Nessuno,

    Nasıl gidiyor turnuva programınız? Umarım kazanmışsınızdır. Kazanamadıysanız da ne yapalım?
    Maksat spor olsun, deriz:)

    Aaa! Zagor'a daha başlamadınız mı? Karamba karambita Nessuno.. Hemen başlamalısınız:)

    YanıtlaSil
  7. Gayet güzel olmuş.. Kahvemi yazılarını okuyarak içtiğimi ve hazmettiğimi söyleyebilirim. Yüreğine kuvvet..

    YanıtlaSil
  8. Teşekkür ederim Profösör..

    YanıtlaSil