1 Ekim 2010 Cuma

Senin Kalbinin Böcüü Öldü Mü Hiç?


"Yaklaşık onbeş yıldır birlikte çalıştığımız İletişim Yayınları tarihinde ilk kez TÜYAP Kitap Fuarı Etkinlikleri çerçevesinde bazı yazarlarıyla imza günü düzenlemeye karar verdi. 7 KASIM PAZAR günü Beylikdüzü TÜYAP Kongre ve Fuar Merkezi'nde 13- 14 arasında yazarınız tükenmez kalemiynen Usulcacık, Uyuyamadığım/Düşkovalayan, Ebekulak, Sıdıka, Civciv Kutusu, Menekşe İstasyonu, Yalnızlık Aletleri, Dup Dup Çedene, Eray, Hayaller Kâhyası, Ağlama Dolabı, Kişi Başına Bir Yalnız ve Kalbin Böcüü kitaplarını okunaklı bir şekilde karalıyacak"

İşte bu haberi duyunca yüreğim gene kanatlanıverdi. Dedim ki, Atilla Atalay 'ın imza günü var ve bizzat kendisi ile tanışacağım öyle mi? 7 Kasım Pazar günü 13-14 arasında... Allah Allah! Bir saatte kaç kişinin kitabını imzalayacak acaba? Az mı okuru var? Sadece ben miyim Atilla Atalay küllayatının peşine düşen yoksa? Olabilir mi? İnanamıyorum valla. Peki, ben gitsem imza gününe, imza isteyebilir miyim Atilla Atalay'dan? Yoooo... Utanırım. Mümkünatı yok... Yapamam... Ne diyeceğim ki ona? Of! Şöyle bir baktım kitaplığıma... Elim Atilla Atalay'ın Kalbin Böcüü adlı kitabına gitti. Ben biliyorum... Kesin eminim... Bu kitap benim için... Başka türlüsü olamaz... Kalbin Böcüü adlı kitabını, kitapçıda ilk elime aldığımda o kadar şaşırmıştım ki anlatamam... Dedim ki "Nasıl yani? Bu kamera şakası gibi bir şey mi? Atilla Atalay'ın en sevdiğim öyküleri aynı kitapta nasıl böyle yan yana gelebilir ki? Hayat bir tesadüfler silsilesi mi? Hadiiii! Olamaz!" demiştim kendi kendime... Aynen demiştim inan ki... İyi de... Kalbin Böcüü ne demek oluyordu ki? Oturmuştum kitapçıdaki pufa... Öteden beri bayılırım  güzel kapaklı kitaplara bakmaya... Önce uzun uzun kitabın kapağını seyretmiştim... Bugün gibi hatırlıyorum, nasıl da acıktığımı hissetmiştim... Baksana yukarıdaki kitap kapağını gösteren fotoğrafa... Oyy... Önce "Kırılan" adlı öyküsü geldi aklıma... Der ki "Kırık kalpleri götürürsün peşinden, çocukken yarım bıraktığın ekmekler gibi, ardınsıra koşarlar. Olmadık bir zamanda kendilerine dair şarkıyı kulağına fısıldar her biri." Yazar, kitabın kapağını seyrederken duymam artık sandığım o bildik melodiye dudağım eşlik ederken yakalattı kendimi... Daha demin çocuktum... Büyüdüm mü ne, demeye başlamıştım bile... "Kırık kalpler durağında inecek var" şarkısını daha söylemiyordu o vakitler Canan Erçetin yeminle.... Fakat bir hüzün böcüüğü içimdeki kırık kalpler durağına doğru yollanmaya başlamıştı... Bilirim...O böcüü gidecek gidecek boğazıma bir yumru olup oturacak önce... Birinci durak... Yook... Durmak yok... Sonra kitabın içindeki "ciddi ve hisli" öyküleri okudukça yoluna devam edecek... Bu kez gidecek... Gidecek... Yüreğime çeki taşı misali bağdaş kurup yerleşecek... Böyle işte... Uzatmayayım... Yoksa öykülerindeki bütün hüzünlü cümleleri gözlerime doğru harekete geçecek... Aaa! Dışarıda ceviz iriliğinde dolu mu yağıyor ne?.. Neyse... Çukurova yöresinde bir deyimmiş. Hayattan bıkkın, yılgın, olan bitenlerle uğraşmaktan vazgeçen insanlara "Senin kalbinin böceği ölmüş!" derlermiş... Atilla Atalay'ın öykülerini okuyunca, kalbin böcüü ölmek ne demek, bilakis fıtıl fıtıl dolaşmaya başlıyor içimdeki bir duraktan bir durağa gördüğün gibi... Hele bu kitap var ya, benim için hazırlanmış inan ki... Bu kadar kıyak olur mu okuyucuya? Evet.. Evet... Kalpten kalbe yol var kesin... Ben Atilla Atalay'ın öykülerini üç tane, beş tane filan değil, bir öyküsünde yazdığı gibi sekiz tane sevdiğim için... Ama yatık sekiz... Bildi... Hayalimi gerçekleştirdi. Sevdiğim öyküleri tek kitapta ardı ardına dizdi..  Sence gitmeliyim imza gününe? "Öykülerinizi çok seviyorum... Hem de üç tane, beş tane filan değil, sekiz tane hiç değil... Yatık sekiz kadar seviyorum" desem mesela... "ciddi" ve "hisli" gözlerle bakar mı acaba bana? Hımm... Bilmiyorum ki? Bunu düşünmek bile utandırıyor beni. Neyse çok vakit var daha... Karar veririm nasıl olsa... Şimdi ne yapacağım biliyor musun? Gözlerimi kapatacağım. Öykülerinden bir fal tutacağım... Hep şarkılardan fal tutulacak değil ya... Aaaa! Sen yapmaz mısın yoksa? Tamam... Kapattım gözlerimi... Açtım kitabın bir sayfasını... Artık ne çıkarsa bahtıma... Heyyy! Şahane öykülerinden biri... Buyurun... Atilla Atalay anlatıyooooorrr.... SESLERİM.... 
 
SESLERİM


Gözlerini gözlerime dikmiş… Kaçırıyorum, yine buluyor… “Sen, sen bana dokunuyorsun” dedi… “Yüreğimde bir yerleri acıtıyorsun, ama anlatılmaz güzellikte bir şey.” Tanrım, birşey olsa… Aygaz kamyonu filan geçse… Aniden ceviz iriliğinde dolu yağmaya başlasa… Bu romantik ortamın içine etse… Ne oldu bu kıza, neler söylüyor… “İyi ki varsın… İyi ki… Neye benziyo biliyor musun? Eskiden kaldığım yurtta camlar, içerisi dışarıdan gözükmesin diye beyaz yağlıboyayla boyanmıştı. O boya tabakasındaki küçücük bir delikten bakınca dışarıyı görüyordum ben… Hele baharda, öyle güzel gözüküyordu ki… İşte seninle olmak, o bembeyaz ya da siyah şeyin ortasında küçücük bahara bakan deliği bulmak gibi.”


İşi şamataya boğmalıyım, yoksa fena olucak… Bu havada hayatta dolu yağmaz… Aygaz kamyonu geçiceği de yok… Kız resmen yerli film replikleri atıyor… Hayır, ben ters adamım, inanıveririm, dökülürüm, aşık olurum, betonlara çakılırım, asıl benim canım acır… Yerli film… Evet… Yerli film… Ordan sı.malı muhabbete… En Ayhan Işık sesimi kullanarak, hınzır bir ifadeyle, ona Belgin Doruk muamelesi çektim… Misilleme olarak Yeşilçam öykülerinin değişmez repliğini attım… “Bırak bu lafları, kaç para istiyorsun onu söyle… Onbin,yirmibin?..” Esprime güldü… Güzel… Ardı arkasına zincirler, konuyu dağıtırım… Gülmesi bitince, “Bu da senin numaran” dedi… “Zırhın delinsin istemiyorsun… Hesapta hiçbir şeyi ciddiye almıyorsun… Aslında, sana göre hayat o kadar ciddi ve acıklı ki… Böyle bir numaraya gerek yok… Koyver gitsin kendini.” Gözlerime anne anne bakıyor… “Güzel olduğunuz kadar küstahsınız da bayan” dedim, Ayhan Işık sesimle… Dedim, ama mümkün değil… Saatlerce bana inanılmaz sevgi sözcükleri sıraladı… Ben ise ona yerli filmlerin değişmez repliklerinden attım durdum… Sırasıyla Necdet Tosun, Sami Hazinses, Cilalı İbo, Turist Ömer, Ediz Hun… Hatta bir ara ayağa kalkıp “Ayy-gaaz” diye bile bağırdım…


Sözünü ettiği yağlıboyadaki küçük delikten zırhımı açmasına izin vermedim… Yıkılmadım, yavşamadım, kendimi asla açmadım… Erkeklik gururuma, değmesindi yağlıboya… “Korkacak bir şey yok” dedi… “Ben sana ne yapabilirim ki?” “Çok şey” dedim… “Çok şey” derken kendi sesimi kullandığımı fark ettim. Hemen kendimi toparlayıp Ediz Hun, Ayhan Işık, Fügüran Osman ve Erdal İnönü sesleriyle ayrı ayrı üç kez “Çok şey” demeye çalıştım… Ama üçünde de kendi sesim çıktı… Sonra… Sonra, yine yerli filmlerdeki gibi takvim yaprakları uçuştu… Ben onu hiç aramadım… Bir gün aklıma fena düştü, aradım… Aslında aramadım… Telefon açtım. O, “Alo… alo” dedi, ben sustum… Aniden,”Susarken bile Ayhan Işıktaklidi yapıyorsun” dedi… Anlamıştı… Aslında belki de tek sorun, gerçekten anlamasıydı… “Ne fena diil mi?” diye sürdürdü… “İnsan hep çok sevilsin diye uğraşır… Sevilince de ödü patlar…” Sustum… “Belki de sen haklısın, o zırh ne kadar kalın olursa, o kadar iyi… Artık arama, olur mu?” dedi. “Ve sakın üzülme… O öyle nalet bir zırh ki; sen bile içerden delemezsin.” Yine sessizlik… Derken, Belgin Doruk gibi son cümlesini söyledi….”Hesapta kendini koruyordun ama yine acı çekiyorsun… Boşver… Ne diyorlardı… Gençsin, unutursun.”


Genç miyim, unutur muyum?.. Telefonu kapadım… Sokağın köşesinden, yırtınarak bir Aygaz kamyonu geçip gitti…


Kalbin Böcüü - Sayfa 247

2 yorum:

  1. Çok teşekkürler Hayal Kahvem, Atilla Atalay' ın bu güzel hikayesini bizlerle paylaştığınız için.Bir kez daha olsa da okumak çok iyi geldi. Hem komik hem duygusal ne güzel yazıyor değil mi? Romantizminde neşe,neşesinde bolca da hüzün var.
    sevgilerimle...

    YanıtlaSil
  2. Selam Aylardan Şubat,
    Ben var ya doyamıyorum A.Atilla'nın öykülerine.
    Kusura bakmayın tekrar tekrar hayal kahveme koyduğum öyküleri var. Özledikçe buraya alıyorum. "Hem okudum hem yazdım.... Yalan dünya senden geçtim" hallerinde yüzüyorum da yüzüyorum:)
    Sevgiler.

    YanıtlaSil