5 Ekim 2010 Salı

Sizce Yaşamak Nedir?

 
İstanbul'daki Sahaflar Festivali'nden aldığım kitaplardan birinin adı Sait Faik Abasıyanık 90 yaşında... Sait Faik (1906-1954) memleketimin ana dilimle kitaplar yazan  en sevdiğim öykücüsü. O sadece bir öykücü değil bana göre, ayrıca  büyük bir bilge. Her öyküsü  bambaşka bir dünya açar insana... Sait Faik'le ilgili bir kitap gördüm mü dayanamam. Keşke akraba olsaydık Sait Faik'le... Ya da arkadaş olsaydık keşke... Yaşar Kemal anlatıyordu kitabın bir yerinde... Akşam üstleri Tünel'den Taksim'e doğru sol kaldırımdan yürürsek eğer, gözümüze dalgın, yüzü kederli, ama müthiş kederli, hatta öyle ki yüzündeki keder besbelli olurmuş, elle tutulacak gibi, keder yüzünde donmuş gibi olurmuş adeta.. Ne fena! Siyah gözlüklü, pantolonu ütüsüz, ağarmış saçları kabarmış bir adam gözümüze çarparmış. Öyle bir hali varmış ki Sait Faik'in o Beyoğlu kalabalığı içinde, o koskocaman şehirde, o hali, yalnız, yapayalnız olduğunu söylermiş. Niye böyleymiş? İşte  orasını kimse bilmezmiş. Yaşar Kemal öyle bir anlatıyor ki... İnsanın yüreği cız ediyor... Diyor ki... "bazı adamlar vardır, insan yüzünde sırf hınç, kin okur. Bazısında gurur, bazısında neşe, bazısında bayağılık, aşağılık... " Böyle anlatırken anlatırken Sait Faik için ne diyor biliyor musun? "Bu adamın üstünden başından da yalnızlık akar."  Bir gün Yaşar Kemal pırıl pırıl, cam gibi parlayan sonbahar sabahında, Kadıköy iskelesinin kanepelerinde Sait Faik'e rastlar. "Ne var ne yok Sait? Hikaye yazıyor musun?" diye sorar. Sait Faik şöyle cevap verir:"Yok, yaşıyorum."  O hüzünlü, ılık, insan sevgisi dolu hikayelerini Sait Faik yazmıyordur da yaşıyordur demek ki Yaşar Kemal'in  1953 yılında anlattığı gibi. Yaşar Kemal 1953'de bu yazıyı yazmış ya, Sait Faik'te 1954 de çok genç yaşta ölmüş zaten. Demek ki hastalığının kederini iyice yaşadığı zamanlar bunlar. Ne fena!

Sahaflar Festivali'nden satın aldığım bu kitap,  Bilgi Yayınevi'nden çıkmış. Derleyen Perihan Ergun. Basıma hazırlayan ise Ayla Kutlu. Kitabın kapağında Sait Faik'in bir fotoğrafı var. Şöyle bir dalgalandırıyorum kitabın sayfalarını, bir yerinde Sait Faik'e soruyorlar... "Sizce yaşamak nedir?" diye... Canım ya... Bak şöyle cevap vermiş: " Balık tutmak, kahvede oturmak, yanımda sevdiğim köpeğim insanları tanımak, Beyoğlu'nda bir aşağı bir yukarı dolaşmak, arada içmek, hikaye yazmak, velhasıl hiçbir şeye bağlanmadan avare gezmek bütün gün. İşte ben böyle hayattan zevk alırım, buna yaşamak derim."
Sivriada Günleri adlı öyküsündeki gibi, bırakalım yazarlar istediği gibi yaşasınlar... Sonra işten yorgun eve döndüğümüzde bize sevinme ve üzülme duyguları verecek öykülerini anlatsınlar. Hikayeci olmasa ne olurmuş Sait Faik biliyor musun? Kahveci... Kahveci olmayı çok istermiş. Neden istiyor ama? Şöyle deniz kenarında sessiz bir kahvesi olsa, oraya kimbilir ne çeşitli insanlar gelip gidecek ve Sait Faik onları tanıyacak, sevecek... 48 yıl yaşamış büyük yazar... Kısacık yaşamında hiç evlenmemiş. Annesiyle yaşamış. İnsanları sevdiği kadar doğayı,kuşları, börtü böceği, ağaçları bize tanıtan ve sevdiren bir bilgedir Sait Faik.  Sait Faik öykülerini sevmemin bir nedeni de nedir biliyor musun? Sait Faik fantastik, gerçek üstü öyküler yazar... Hiç ben anlatmayayım.. Alemdağ'da Var Bir Yılan adlı kitabından Öyle Bir Hikaye'den bazı cümleleri okuyalım mı birlikte? Öğrenecek çok şey var Sait Faik'ten... Haydi...
 
“Baktım, Zeyrek yokuşunun dibinde uyumuş bir köpek. Yanına oturdum. Gözünü açtı, böcül böcül baktı. Korka korka kafasını okşadım. Bir konferans da ben ona çektim. Dedim ki:
-Oğlum patlak göz. Ben insan oğlu. Sen hayvanoğlu. Bundan milyonlarca sene evvel her ikimiz de kurttuk, solucandık, tek hücreli mahlûktuk. Ondan evvel boşlukta tozduk. Sor da bak, işte bu hale geldik. Bundan sonra belki böyle kalırız. Belki değişiriz. Ama böyle kalmayalım. Siz de behbahtsınız, biz de. Evlerde uyuyanlar, ipekler içinde uyuyanlar, kadın koynunda uyuyanlar, soba başında kıvrılmış bobiler var. Lastikten kemikleri, topları var. Hanımları atar, koşar getirirler. Sabahları kapıcılar gezmeğe çıkarırlar. İnsanlar var, sevdiklerini almışlar bu saatte koyunlarına, dalmışlar iki kişilik rüyalarına. Pekâla ne yapalım? Ama sen Zeyrek yokuşunda kuyruksuz, tüysüz, uyuz, soğuktan titreyen bir sokak köpeği, ben Panço’nun arkadaşı, başka hiç bir şey değil, yağmura vurmuş, uykusuz, canı burnunda, yüreği Ağaç Çileği sokağında. Kafası Bomonti tramvay durağından yüz metre uzakta kirli bir yastıkta bir adamcağızım. Ne yapalım? Günün birinde dostluklardan, insanlardan ve hayvanlardan ve ağaçlardan ve kuşlardan ve çimenlerden yapılmış vazife hissile çarpan yüreklerle dolu bir âlemde yaşayacağımızı düşünelim. Bir ahlâkımız olacak ki, hiç bir kitap daha yazmadı. Bir ahlâkımız, bugün yaptıklarımıza, yapacaklarımıza, düşündüklerimize, düşüneceklerimize hayretler içinde bakan bir ahlâkımız. "

2 yorum:

  1. bence de yaşamak sait faik'in tarif ettiği gibi.o yüzden yaşamıyorum diyorum.sahaf festivaline gittiğiniz için sizi kıskandım.

    YanıtlaSil
  2. Eyvah Kara Kitap, demeyin böyle:)
    Sahaf Festivali için kıskandığınızı söylüyorsunuz ya benim de kıskandığım blog sahipleri var. Zaten festivallere gitmeye başlamamın sebebi bu kıskançlıklardır:) Diyeceğim odur ki bu tip kıskançlıklar bünyeye iyi gelir:)
    Hımm.. Ne yapsam, Kara kitap'ın morali düzelsin diye Kara Kitap ile ilgili bir yazı mı yazsam:)

    YanıtlaSil