29 Nisan 2013 Pazartesi

Sadece İnsanlar Mı Kaygı Duyar Sence?



Tanıdığım bir ağaç var. Yeni Cuma Camii'nin hemen alt köşesinde...  Ukala mı ukala... Afralı tafralı duruşuyla, diğerlerinden farklı bir ağaç bu... Arabamla geçerken... Tam ağaç kalabalıklığının olduğu yerde... Trafik sıkışınca bir süre... Gözüm hemen o ağaca takılır. Nasıl burnu havada bir ağaçtır anlatamam. Yüzde binbeş yüz eminim şehrin ilk tomurcuklanan ağacı olduğuna. Aziz Nesin der ya hani... "Bir ılman hava esmeye görsün." Hopp!  Patır patır açıverir çiçeklerini... Hemencik kendini o güzel havalara vuruverir. Daha ne oluyoruz demeden en güzel renklere bürünüverir. Gene becerdi... İlkin o çiçek açıverdi. Baktım. Of! Gene bir kibirli hâl… Bir şımarma… Nasıl herkesi küçümseyen küstah bir havası var anlatamam. Resmen gözlerimin içine bakarak diyor ki… "İster bak! İster bakma!"... Aaa!.. Umrunda değil dünya!.. Anlatılacak gibi değil!   Kalıbımı basarım… Mümkünü yok,  ağaçların aptalı değildir. Gözlerimle şahidim. Ne ilkbahar yağmurları, ne kocakarı soğukları, ne de kiremit uçuran fırtınalar sallayıp silkeleyebildi  dallarını...  Bana mısın demedi! Nasıl beceriyorsa beceriyor. Sırlarını gizlediği tomurcuklarına hiç bir şeycik olmuyor. Hayır. Kaç kere utanarak "nasılsın?" diye soruverdim. Allahım! Beni hiiç kaale almıyor. Cevap vermeye tenezzül etmiyor.

Of! Biliyorum, şaşkının tekiyim. Bana yaptıklarını bile bile, her defasında ilgimi çekiverir. Abartmıyorum… Arabayı yolun ortasına bırakıveresim, koşup sarılıveresim, kulağımı gövdesine dayayıveresim, şımarık iç kahkahasını duyuveresim gelir. Öyle baştan çıkarıcı hâli vardır ki anlatamam. Başka bir şeyi gözüm görmez, o an  yüreğimin  merkezine oturuverir.

Şimdi neden yazdım bunları biliyor musun? Az önce içimi kurcalan bir merak sebebiyle sanal ansiklopedide bir şeyler arıyordum. Kierkegaard'ın kaygılı olmanın,  insanı diğer canlılardan ayıran şey olduğu tadında bir yazısına denk geldim. Ünlü Danimarkalı filozofa göre, insan dışındaki diğer canlılar kaygı duymazlarmış. İnsanın ise yitip gitmeden, boyun eğmeden kaygıyla yaşamasını öğrenmesi lâzımmış. İşte tam bu yazıyı okuduğumda... Kafama dank etti. Anlattığım bu hoş ağacın hemen yanındaki zavallı ağaç ansızın gözümün önüne geliverdi. Deminden beri o deli dolu, kendini beğenmiş  ağacı anlatıyorum ya hani... Hah işte… O ağacın hemencik yanındaki ağaç ise bizimkinin tersine... Dalları nasıl kara kuru... Nasıl cılız... Nasıl süklüm püklüm... Nasıl acınacak haldedir anlatamam. Şimdi anladım. Beriki  etrafına aldırmadan havalı havalı renklendikçe... Bu ise,  kederinden eriyor olmalı günden güne... Hey!.. Ne demek kaygı duymamak, kaygılı olmamak… Kierkegaard görebilseydi keşke! Bu ağaç var ya, baştan aşağıya kaygı… Tepeden tırnağa tasa… Kökünden dallarına mutsuzluk…Gerginlik… Endişe. Ay, düşündükçe yüreğim daraldı yeminle... Acaba yanındaki ağaç, çevresine yüz vermeden gerim gerim gerindikçe, bu kendini aciz, eksik mi hissediyor? Acaba hep diğeriyle ilgilenince, bu ağaç hayatta bir kıymeti yokmuş gibi mi düşünüyor? Ne fena! Yooo... Var! Bak aklıma geldi işte. Ben onu önemsiyorum. Ne diyorum biliyor musun? Çıkıp oraya gitmeliyim. Evet, gitmeliyim inan ki. Gözünün önünde olan biteni göremeyip "dünyanın en şahane ağacı benim" havasıyla salım salım salınan o kendini beğenmişi değil, bilakis günden güne eriyen kaygılı ağaca kulağımı dayayıp ilgiyle dinlemeliyim. Ne bileyim? Aziz Nesin'in dediği gibi... "Bir güler yüz, bir tatlı söz..."  Havasını bulur da önce aydınlatır kararan yüreğini... Çırpıştırır dallarını şööyle... Yanındaki şımarık ağacı şaşırtmanın sevinciyle içinde kalmış çiçeklerini patır patır  açıverir belki. Şaşkın ya! Şimdi anladım. Enayi gibi  hep  o şımarık ağacın havasına kapılmışım! Tamam. Kararlıyım. Kaygılı ağacın yanına hemen gideceğim. Biliyorum. Benim öğretebileceğim bir şey yok, hiç kimseye ya da hiçbir şeye. Hey!.. Ağacın kulağına sadece... "Kimi zaman ben de senin gibi hissediyorum. Olur böyle haller." diyerekten  gönül alma kıvamında bir kaç lakırtı edeceğim. O kadar! 

Ah! Ben insanların aptalı. Bunu daha önce nasıl akıl edemedim?! Bari sen kaygılanma  e mi? Merak etme. O kaygılı ağacı teselli edeceğim.


27 Nisan 2013 Cumartesi

Şşşth! Kimse Duymasın!.. - 7 -

 
Az önce usulca yatağımdan kalktım.
Balkona çıktım.
Gökyüzünde bir mücevher gibi parıldayan Ay’a  hayranlıkla baktım.
Ne yaptım biliyor musun sonra?
Hani, ilk insandan bu yana,
milyonlarca yıldır hep aynı Ay’a bakılıyor ya…
Ay’ın hafızasında,  kimbilir ne bakışlar birikiyor diye,
hesaplamaya kalktım:)

Gerçekten!

24 Nisan 2013 Çarşamba

İMZA: Bir Dost - Dertleşme Durumu



Bir insan, öteki bir insanla neden, nasıl, niye, niçin, ne zaman, nerede, kim için, ne kadar arkadaş olur.. dürtüleri mi dürter, yalnızlık mı köpürder.. öncesiz ve sonrasız bir muamma muallak yolculukta bir ben, çıldırmamak için öteki ben'e, bir nevi şıracı şahit mi yazılır





bir ben, öteki bir ben de ne arar.. yankı mı, eskiz mi, ayna mı, paratoner mi, tahammül gücü nü, yalnızlık ve sıkıntı savar mı.. bir ben, öteki bir beni gerçekten, doğru ve tastamam anlayabilir mi.. var mı yeryüzünde böyle bir iklim.. atlı kaç gün, yayan kaç gün sonra vardır, nerde kalınır



bir insan, bir insanla neden dertleşir.. dost denilen hatırı sayılı kişiler, hayatın tampon bölgeleri midir.. bir insan, bir insanı ne kadar dinler, ne kadar anlar.. dertleşmek bir benin, öbür ben huzurunda verdiği töleranslı bir özeleştiri veya pişmanlık hâli midir.. halk arasında arkadaş ve dost ismi verilen hatırı sayılır kişiler nasıl, ne zaman, neye ve kime göre seçilir





herkes kendi kendisine bile yeterince açık, dürüst ve içten olamazken bir başkasına karşı nasıl çırılçıplak durabilir ki.. arkadaş kelimesinin arkasında bir arka çıkma, koruma, hatta giderek yaltaklanma durumu söz konusu değil midir.. bir ben'in, öteki bir ben'e anlattıkları, nihayet, günün birinde alehine delil olabilecek, farazi-marazi harf ve kelime toplulukları değil midir..  bir dertleşme durumu'nda gizli özne ve asıl konu, mankeni anlatan mı, dinleyen mi, yoksa anlatılan mevzunun ta kendisi midir.. dertleşilen konu ha memleket, ha gönül meselesi olsa bile, biraz gerilim, komedi, erotizm gibi sürükleyicilik tonları tercih edilmez mi


insanın yeryüzüne kazandırdığı kültür, sanat ve diğer bilgiler de, özlerinde birer dert bilgisi ve bu bilgilere karşılık olmaya bulunmuş, çare müesseseleri midir.. dertleşme durumu, risk de içermez mi.. çoğu zaman rahatlayacağı yerde, daha da germez mi.. yine de insan denilen hayvan olarak, adımız hıdır, elimizden gelen budur mudur




aman, siz, siz olun, derdiniz ne olursa olsun, ona sahip olun ve karakol önlerine, cami avlularına, bar ve meyhane köşelerine asla ve bilhassa, mümkünse bırakmayın.. mümkünse, zaman aşımına uğrayıp, komik hallere dönüşecek dertler de edinmeyin.. sizi sıçratacak, sizi evvela kendi kendinize yetirecek, ilerde kendi ayaklarımız üzerinde durdurabilecek, kallavi dertler edinin.. ya da bu kıllı yazıya boşverin, derdinize yanın.. hadi yarasın


yazılar - metin üstündağ, imza: bir dost, adlı kitabından-1997
  fotoğraf kareleri - kill bill



23 Nisan 2013 Salı

Şşşth! Kimse Duymasın!.. - 6 -

Bazan cadı olduğumu hayal ediyorum.
Misal bu ya, 
dilediğimde,
"Okus pokus!" deyip,
kendimi miniminnacık ediveriyorum.
Hooop!
Şişenin içine atlıyorum.
Bakıyorum.
Şişenin içindeki ben,
bana gülümsüyor.
Niyeyse... 
Küçücük şişeye sığıvermek,
hoşuma gidiyor. 
Seviniyorum. 
   


 Gerçekten...




22 Nisan 2013 Pazartesi

Ve Modern Şiir Ve Kurtlarla Koşan Kadınlar Ve Mavi Sakal


Elimde Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı bir kitap var. Bugünlerde kadın meselesiyle ilgili bir kitap okumaya ihtiyaç hissettim. Kısmetime bu kitap denk geldi. Galiba niye bu kitabı okumaya niyetlendiğimi anlatmadan, konuya gene bodoslama girdim.

Bak şimdi... Üşenmedim, gözümde büyütmedim, edebiyatçı mıyım, ne işim var Bilgi Üniversitesi'ndeki Modern Türkçe Şiire Yeniden Bakmak adlı programda demedim, tam  altı hafta, her cumartesi günü, İstanbul'a gittim. Ömrümde tek dize şiir yazmamış biriyim. Ama çok şükür şiirden etkilenen bir bünyeye sahibim. Şiirin menzilinde dolaşmayı çok seviyorum. Metin Üstündağ'ın söylediklerine aynen katılıyorum: "Şiir fesleğen çiçeği gibi. Geçerken eliniz değer, müthiş bir koku; genziniz bayram eder. Şiirin az okunması değil mesele, hayatımızdan iyice çekilmesi acı. Şiir sadece sözcüklerle yazılmaz. Bazen bir jest, bir mimik, bir ince marifet de şiir olabilir. Katır kutur bir hayat yaşıyoruz. Mizah ve şiir bu hayatı biraz inceltmeye çalışıyor." Şiirin hayatımın içinde olmasına ihtiyacım var. Şiirsiz bir hayat yavan geliyor bana... Şiirle ruhumun beslendiğini hissediyorum.

Edebiyatçı olmasam, şiir yazmasam bile, madem Orhan Kahyaoğlu böyle bir şiir programını, akademik bir ortam içerisinde koordine etmiş, üstelik ücretsiz, kaçırır mıyım? Elbette güle oynaya gittim. Her hafta, her bir anlatıcıyı tüm merakımla dinledim. Nefis bir programdı. Emeği geçenlere çok teşekkür ederim. İyi ama... Son haftaya kadar tek kadın şair adı geçmedi. Ne fena!.. İlk kez 1970-80 arası şiirde, çok şükür Gülten Akın devreye girdi. Onca sene niye hiç kadın şair çıkmamış memleketimde peki? Erkeklerin yazdığı her şiir,  kadın duygularına tercüman olabilir mi? Önümüzdeki hafta 1980 sonrası şiirde ise anılacak pek çok kadın şair olacak elbette... Yeterli mi? Bu vaziyete fena halde dertlendim. Neyse işte... Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okumak iyi gelecek bana... Öyle düşündüm. Çünkü bilindiği gibi insanlık tarihi boyunca bastırılmış, örselenmiş kadınların durumunu sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ele alan çok sayıda inceleme var. Kurtlarla Koşan Kadınlar bence farklı bir kitap. Yazarı Dr. Clarissa Estes bir şair, psikanalist ve geleneksel öykü derleyicisi. Kitabın arka sayfa açıklamasında kitapla ve yazarla ilgili şöyle bir açıklama var: "19. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak, kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söylüyor ve kadınların içlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın, kurtların doğal yabanılığında yattığı savını ileri sürüyor. Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor. Masallar! İnsanlığın ortak bilinçaltının aynaları olduğunu düşündüğü masallar aracılığıyla kadın psişesinin derinliklerine iniyor ve bir çok açmazdan kurtulmalarına yardımcı olacak masal tadında terapiler uyguluyor."

Ne yalan söyleyeyim,  farklı kültürlerden derlenen masallar üzerinden, kadim kadın meselesi hakkında yazılanları okumanın bana iyi geleceğine, bir nevi ruhsal vitamin işlevi göreceğine inanıyorum. Bu kitap bir solukta bitirilebilecek kitaplardan asla değil. Zihnimi silkeleye silkeleye, iyice sindire sindire okumaya niyetliyim. İlk okumaya başladığım öykü Mavi Sakal... Az buçuk farklılık gösterse de dünyanın değişik coğrafyalarında hep bilinen Mavi Sakal masalını okuyunca, aklıma öncelikle Murathan Mungan'ın Yedi Kapılı Kırk Odası'nda anlattığı Mavi Sakal novellası geldi. Elimdeki kitabı bıraktım. Nedense Murathan Mungan anlatımıyla Mavi Sakal masalını tekrar okumaya heves ettim. Sonra.... Gecikmeden Kurtlarla Koşan Kadınlar arasına katılıvereceğim.

Görüyor musun? Şiir programına gittim. Program koordinatörü böyle bir sonuç düşünmüş müydü bilmem ama...  Kurtlarla Koşan Kadınlar'a katılmak üzereyim:)

Du bi... İyisi mi önce Mavi Sakal'dan bir şarkı dinleyeyim:)

"Neden soruyorsun
Nereye gideyim
İki yol var demiştim
Hangisini seçeyim
Korkma bebeğim hepsinin sonu aynı
Çok yukarlarda biri mumları yaktı "