31 Mayıs 2010 Pazartesi
Kolay Lahmacun Tarifi
30 Mayıs 2010 Pazar
Şaka Cehennemini Duymuş Muydun?
Şaka Cehennemini Duymuş Muydun?
Şimdi oturdum ya bilgisayar başına... Gölgesizler kitabıyla ilgili bir konu paylaşacağım. Şimdi bak... Eğer okursan göreceksin... Yada okumuşsundur belki...Herkes kaybolmaya başlayacaktır, Hasan Ali Toptaş'ın Gölgesizler adlı kitabında... Önce berber çırağı gitmiş, geri dönmemiş... Sonra berber, çırağını merak etmiş. Aramak için çıkmış gitmiş... Berber dükkanında bir bizim yazar, bir de berber koltuğunda uyuyakalmış adam var... o kadar... 23. Bölüm... Adam "benim gitmem gerek" diyerek uyanır. Yazar "nereye?" diye sorunca, adam uykulu gözlerle aynadan bakar ve sorar " ne nereye?". "Gitmem gerekir "dedin ya?" der yazar. Adam alay eder gibi "ben öyle bir şey demedim." der. Şaşırır yazar. "Sen gitmem gerekir demedin mi?" diye tekrar sorar. "Hayır demedim." der adam. "Peki bana son kez ne söyledin?"diye sorar. Adam şöyle cevap verir: "Belki de şu anda konuştuklarımız bir rüyadır dedim."
29 Mayıs 2010 Cumartesi
Elveda Lenin Ve Annem
Şifasız bir hastalığa yakalanan annem, son günlerinde yattığı yatağında benden siyah üzüm istemişti. Üzüm zamanı değildi. İyi de, şimdi zamanı yok ki meyvenin. Her meyve her mevsim bulunabilir. Hiç unutmam, nefes nefese şehrin tüm manav ve marketlerini dolaşmış, hiç bir yerde siyah üzüm bulamamıştım. Yeşil üzüm vardı fakat terslik olacak ya siyah üzüm yoktu. Sonunda hiç ummadığım bir yerde buldum siyah üzümü. O anki mutluluğumu anlatamam. Hemen eve gidip, yıkadım ve anneme verdim. Annem bir salkım siyah üzümden ancak iki tane yiyebildi. Bana sevgiyle baktı. En tatlı haliyle tebessümünü etti. Birşeyler söylemek istedi. Merakla eğildim. “Boyadın mı sen bu üzümü?” dedi. Güdüm. Güldü. Yattığı yerden, o hasta haliye komikliğine devam ediyordu.
27 Mayıs 2010 Perşembe
İğne Deliğine İpliği On Metreden Geçirebilir Misin?
Yaa, böyleyken böyle işte! Şimdi iğne deliğine ipliği on metreden geçirmeyi bi deneyeyim:)
25 Mayıs 2010 Salı
Yazmak Denen Cehennem
Tahammül edemedim buna. Hayatımda hiç şiir yazmamışım ya. Üstelik bunu şimdi, az önce farkedince, içim içimi yedi. Bütün şairleri gözlerimin önünden geçirdim. Her birini nasıl kıskandım anlatamam? Fırladım yerimden. Hemen kitaplarımın başına gittim. Bir kült filmin baş artizi gibi hissettim kendimi. Sen şiir sev ama bir tane bile şiir yazma, iyi mi? Düşünsene bundan daha kült durum ne olabilir ki? Bunları düşünerek bakarken kitaplarıma, dün satın aldığım İlhan Berk'in Kült Kitap'ı ile göz göze gelmedim mi? Bu kadar mı denk gelir insana? Bütün öfkemi ondan çıkarmak istercesine, kitabı elime aldım hırsla. Oturdum koltuğa. Amacım bir kaç şiirini okuyacağım. Yarama şiirlerini merhem niyetine basacağım. Üstelik bakar mısın, kitabın adı Kült Kitap. İyileşecek hastanın doktor eline gelir diyerekten, açtım kitabın ilk sayfasını heyecanla. Aman Allahım! Gözlerime inanamadım. Kitap, ilk bölümüne YAZMAK DENEN CEHENNEM diye başlamıyor mu? Yapılır mı bu bana? Yoo... Yooo.. Hiç kusura bakma. Devam edemem artık. Ben... Ben... Bu yazıyı kesmeliyim burada!
24 Mayıs 2010 Pazartesi
Ç.R.O.P Çizgi Roman Ödülleri Yarışması'na Oy Kullanmaya Var Mısınız?
Bakın ÇROP'taki duyuru aynen şöyle:
Çizgi Roman Ödülleri (1. Comics Readers Comics Awards) Adayları Okurların önerileriyle oluşturuldu.
23 Mayıs 2010 Pazar
Hayalin Derinliklerinde Ortak Bilince Yolculuk...
Aşkın Güngör yazısının devamında, Ortak Bilinç konusuna fazla dalmadan, birbiriyle ilgisi olmayan iki romanın iki bölümündeki ortak benzerlikleri örnekler vererek anlatıyordu. Böylelikle ortak bilincin varlığını ispatlamaya çalışıyordu. Biri Türkiye'de ilk baskısını 2003 yılında yapmış Aşkın Güngör'ün Gohor adlı bilimkurgu romanı, diğeri İngiltere'de yaşayan J.K Rowling'in 2007 yılında yayınlanan Harry Potter Ölüm Yadigarları adlı fantastik romanı. İki kitaptaki alıntı cümleleri okudukça gerçekten çok ilginç benzerlikler olduğu anlaşılıyordu. Demek ki Ortak Bilinç diye bir şey vardı işte. Eğer J.K. Rowling, Aşkın Güngör’ün kitabından alıntı yapmadıysa ki, Aşkın Göngör yazısında böyle bir duruma ihtimal vermiyordu, demek ki "birbirini hiç görmeyen iki zihin, etkileşime geçip neredeyse aynı şeyleri düşünüp yazabiliyordu."
Sırrı Süreyya Önder Benim Kafa Dengim!
22 Mayıs 2010 Cumartesi
Bir İstanbul Masalı
Kararlaştırdık. Kardeşle İstanbul'a kaçacağız. Kaçtık da. Bu kez kaçma sebebimiz bir iki gece elbisesine ihtiyacımız var. İzmit'te bulamadık. İstanbul'da arayacağız. Ne yazık ki, hep kot ve tişörtle dolaşmak yetmiyor kimi zaman. Biraz... Hımm.. Bu kez frapan giyinmeye ihtiyacımız var. Nasıl söylesem hani film festivalinde kırmızı halıda yürüyen artizlerin üzerinde olanlardan. Şöyle uzun bir elbise bulmalıyız. Nasıl söylesem, boyu topuklara kadar olanlardan. Ayrıca şifon olmalı mutlaka şifon. Nasıl söylesem, hani rüzgarda uçuşan kumaşlardan. Rengi... Hımm... Ben öyle rengarenk bir şey değil de, şöyle duman rengi bir şey olsun istiyorum. Nasıl söylesem.. Giyince sonbahar bulutu içindeymişim hissi uyandıran. Kardeş ise illa ki pembe diyor. Yakışır haspaya. Genç ya. Öyle cart pembe olmamalı ama. Uçuk pembe olmalı. Nasıl söylesem, akide şekeri pembesi renginde misal. Biz bu minvalde muhabbet ede ede, ayrıca Yaşar'ın son cd'sini dinleye dinleye vardık güzeller güzeli İstanbul şehrine. Şu İstanbul'u var ya çok seviyorum ben. Yeminle çok seviyorum. İstanbul benim için, seni uzaktan sevmek aşkların en güzeli şarkısının sevgili hali. İçinde yaşamıyorum ya kötü hiç bir şeyini farkedemiyorum. Şahane bir duygu. Sonra nasıl hüzünlü gelir bana İstanbul. İstanbul'u bir duygu olarak ifade et desen. Aklıma ilk gelen, nedense hüzün kelimesidir hemen. Peki niye koklarım İstanbul'u her seferinde? Hele köprüden karşıya geçiyorsam, hele hele vapura binmişsem hani Kadıköy'den Beşiktaş'a gidiyorken misal... Oyy! Şöyle bir koklarım şehri biliyor musun? Ne güzel kokar ama. İstanbul deniz ve balık kokusudur, öyle değil mi? İstanbul bir koku olsaydı eğer, deniz ve balık kokusu diye tarif edilmez miydi? Edilirdi elbet. Neyse... Konuyu dağıttım gene. Ne diyordum? Elbise alacağız. Bu sebeple gittik İstanbul'a. İyi de, nedir bu? Bir tane bile elbise bulamadık ki hayalimize göre. Kim giyiyor bu satılan giysileri Allahaşkına? Kendimizi uzaydan gelmiş gibi hissettik iyi mi?
İzmit'e dönüyoruz. Fonda Yaşar'ın son müzik cd'si çalıyor. Yaşar şarkıları, kardeşle benim ortak sevgimiz. Çok beğeniriz. Yaşar'ın yeni şarkılarını ilk dinleyince, ehhh, bir kez daha dinleyince hımmm, bir daha dinleyince fena değil deriz. Sonra bir müptelası oluruz şarkılarına, onun şarkıları olmadan yaşamak mümkün değil, öyle oldu gene. Dinledikçe daha çok seveceğiz. Eminiz. Kardeş elinde kitap. Ben araba kullanıyorum. O sesli kitap okudu. Müzik ve kardeşin sesinden kitap cümleleri... Bir de nasıl iştahlı okur, aynı prefitörol yer gibi... İçim gitti vallahi. Ne güzel bir gündü! Kardeş ve ben... Aileme teşekkür ettim içimden. Kardeşlik şahane bir şey. Tam bunu düşünürken, kıskandım kardeşi birden. Yaa, neden hep ben araba kullanıyorum. Sen kitap okuyorsun. Şimdi ben okumak istiyorum. Sen arabayı kullan dedim. Arabayı yolun kenarına çektim. Hiç kullanmamış benim arabamı. Olmaz abla yapamam dedi önce. Mecburen direksiyona geçti, ben arabadan inince. Oh,ya! Şimdi ben başladım kitap okumaya. Kardeş de araba kullanmaya. Biraz ürktü, korktu farkındayım. Hem bilmediği bir araba hem de ilk kez İstanbul İzmit arası otobanda araba kullanacak. Getirdi işte ne var? Herşeyin bir ilki olacak! Bugün kardeşi gördüm ki o ne? Dudağında bir uçuk tomucuklanmamış mı? Bak dedi. Pembe bir elbise alamadım ama, artık pembe bir uçuğum var sayende!!! Yaa, bir İstanbul masalı daha, böyleyken böyle işte!
Müzikli Çizgi Romanlara Bayılırım! Hele Ki Gitar Varsa!







