Bu
sabah yeni gelen makineleri sigortalatmak için müşterim beni
fabrikasına çağırınca, ne yalan söyleyeyim koşa koşa gittim. Sigorta
çeşitleri arasında en çok Makine Kırılması Sigortasını seviyorum.
Çünkü böylelikle hiç bilmediğim makine çeşitlerini tanıma olanağı
buluyorum. Galiba insanların yüklerini hafiflettikleri, işlerini
kolaylaştırıp daha konforlu yaşamalarını sağladıkları için makinalara
sadece büyük bir sempati duymakla kalmıyorum... Biliyorum abartıyorsun
diyeceksin gene bana ama… İnanmalısın… Yüreğimden gelerek
söylüyorum... Resmen her birinin yanında önümü ilikleyip saygı
duruşuna geçmek istiyorum. Hele evdeki çamaşır ve bulaşık makinelerinin
benden işittikleri iltifatları anlatmaya kalksam var ya şaşırıp
kalacağını biliyorum. Ben makinaların ruhu olduğuna inanıyorum.
Neyse…
Benim bu halim başlı başına bir hikaye tabii. Hele sigortaladığım
makinenin bir tarafına bir şey olup kırıldığı bana haber verildiğinde…
Makina Kırılması Sigorta teminatını devreye soksam bile… Benim o
makinenin illa romantik bir sebeple kalbinin kırıldığını filan hayal
ettiğimi... Makine Kırılmaları hasarlarında eksperle birlikte benim de
kırılan makinanın başına illa gittiğimi… Kimseye belli etmemeye
çalışarak, makinanın kulağına usulca “Kırılan kalbin hiç kimseye faydası yok.” diyerek
psikolojik destek verdiğimi… Kimi zaman sadece bu kadarlık bir hissi
dokunmayla bile makinanın çalışmaya başladığına defalarca şahit
olduğumundan sana bahsetmeyeyim istersen… Biliyorum artık “abartıyorsun”
demeyip, “delirmişsin sen” diyebilirsin. Her neyse…

Sabah
sabah ofisten fırladığım gibi müşterimin fabrikasına gittim. Gelen
makineleri hayranlıkla seyredip, fotoğrafladım. Akabinde detayları bizim
ofise göndermek niyetiyle fabrikanın idari bölümüne geçtim.
Masaların arasında hâl hatır sormak için hızla dolanırken Dış Ticaret
bölümünün sekreterliğini yapan, hafta sonları ara sıra buluşup
hâsbihal ettiğim veya sinemaya gittiğim Selen’le birkaç dakika oturup
muhabbet ettim. Canı çok sıkkındı gene. Camekânlı bölmenin arkasındaki
masada oturan çocuğu çaktırmadan başıyla işaret etti. Göz ucuyla çocuğa
baktım. Selen daha önce bana bahsetmişti. Bu çocuk üç ay kadar önce,
bölüm değiştiren Selen'in müdürünün yerine işe alınmıştı. Pek haz
etmediğim "anan soğan baban sarmısak sen nereye gidiyon ıspanak" türü
hava atmaya meraklı bir tipti. İlk ay Selen'le aralarında duygusal bir
yakınlaşma olmuştu. Tam iş çıkışları buluşmaya başlamışlardı ki çocuğun
nişanlı olduğu Selen'in kulağına gelmişti. Belli ki gönül eğlendirmeye
meyilli hercai erkek tiplerindendi. Zaten Haziran ayı başında
evlenmişti. Üstelik başkalarının yanında kızı umursamaz görünüyor,
gözünün içine baka baka Selen'e yazdığı maillerde ise unutamadığını
yazıyordu.
İyice rüzgârına kapılmadan ucuz kurtulduğu için Selen adına
seviniyordum. Eğer nişanlı olduğunu tesadüfen öğrenmeyip ilişkisini
iyice ilerletseydi etkisinin daha dehşetli olacağı kesindi. Harbi bir
kızdı Selen. Henüz çok gençti. O güzelim kadınlık duygusallığını
kaybetmesini asla istemiyordum. Dünyada güvenilecek ve aşık olunacak
erkek çoktu. Buna gönülden inanıyordum. Makinalar kadar bile ruhu
olmayan bu gereksiz adamın Selen'in üzerinde erkekler adına olumsuz etki
bırakmasını asla arzu etmiyordum. Şimdi ufak sıyrıklarla atlatmıştı
işte. Zaman her şeyin ilacı olacaktı. Selen olanı biteni kulağıma usulca
fısfısladı. İş dışında görüşmek istemediğini defalarca anlatmaya
çalıştığı halde, gene sabahtan beri Selen’e “akşam 7 de buluşalım.”
diye mesaj atıyormuş. Malûm günümüzde teklifler artık elektronik mektup
yoluyla yapılıyor ya… Selen'in suratı sinirden kıpkırmızıydı. Masanın
üzerinde duran peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Elinin içinde
öfkeyle sıkmaya başladı. Onu eğlendirmek istiyordum. Ne dedim bil
bakalım Selen’e? “Ne duruyorsun? Sen de gözünün içine baka baka mendili
ortasından yırtsana!” dedim. Şaşırarak baktı suratıma. Güldüm. Ne
demiştim ben Allah aşkına? Anlamayacaktı tabii beni. O mailleşmeyi
biliyordu. Mendilleşmeyi –mendilnameyi- bilmiyordu ki… Bak şimdi…


“Keyfim, sen buraya gelir misin, yoksa ben mi geleyim?” Bu söz Salâh Birsel’in bir sözüdür. Ne yalan söyleyeyim kendisi bayıldığım biridir. İşte Selen’le konuşurken Salâh Birsel’in “Ey okur, şimdi seni sana gösterip, yeniden öğrenim rahlesinin önüne oturtacağız.” diye
başladığı ve Kağıthâne aşk dilini bellettiği yazısı aklıma geldi.
Yazar bu yazısında resmen bir öğretmendir. Şimdi sıkı dur. Dersinimizin
adı nedir bil bakalım? Kırk yıl düşünsen tahmin edemezsin. Çünkü
dersimizin adı Mendilname. Yani mendileşme yoluyla haberleşme
metodları… Şimdiii… Mailleşme değil mendilleşme yoluyla yapılacak
teklifleri ve cevap verme metodlarını öğreniyoruz:
Mendili sağ elinde toplayıp onunla ağzını örtmek – Hiç merak etme. Söz bir, Allah bir. Aşkımız aramızda sır olarak kalacak.
Elindeki mendili başına götürmek – Her ne buyurursan can ile baş üstüne… Dile benden ne dilersen..
Mendili kalbinin üstüne bastırmak – Sevgin kalbimde yer etti, canım sana feda olsun..
Mendili kabinin üstüne bastırmanın bir anlamı daha var. – Sensiz dünya bana karanlık. Buluşmaya ne dersin?
Mendili kalbinin üstüne bastırdıktan sonra hemen başını mendille örtmek – Korkma, kimse görmez.
Şimdiii… Bir taraf mendille böyle haber edince, muhatabın cevapları şöyle olabilir:
Mendili havada sallamak – Dolaş gel. Şimdi buluşamayız.
Sol elindeki mendilin yanında sağ elinin beş parmağını havaya kaldırmak – Şimdi olmaz. Saat 5’de buluşalım. (Eğer gece 5 de buluşulacaksa beş parmağını gösterdiği elini mendilin altına sokmalıdır.)
Mendilin iki ucunu iki elinde tutmak – Sensiz ölüyorum. Saat 5’i bekleyemem.
Mendili dize bırakmak – Zahmetten sakınma.
Nanananoooommmm….
Mendili ortasından iki parça etmek – Sen yoksun artık. Benim için bittin.

Nasıl
ama? Şahane haberleşme yolu değil mi bu? Güldürmek maksadıyla
oturduğum yerden bunları Selen’e anlatınca… Kağıtlıktan bir peçete
çekti. Ayağa kalktı. Camlı bölmeye döndü. Ben çocuğa sırtım dönük
oturuyordum. Ama karşımdaki camekana yansıyan görüntüden çocuğun her
hareketini ayna gibi görüyordum. Tam göz göze geldiklerinde Selen iki
eliyle iki ucundan tuttuğu kâğıt peçeteyi ortadan ikiyi böldü. Çocuk
umursamaz bir tavırla ayağa kalktı. Cebinden bir tomar para çıkardı.
Kalbinin üstüne bastırdıktan sonra başına örttü. Şaşırma sırası bana
gelmişti. Çünkü Selen beni olduğum yerde bıraktı. Bir hışımla odadan
çıkıp çocuğun yanına gitti. İnan rüzgarından çıkan çizgi romanlardaki
"Whooossh!" efektini işittim. Ne fesatsın! Hemen “Parayı görünce
Selen çocukla çıkmaya karar verdi demek ki” diye geçirdin aklından
değil mi? Hayır canım. “Sen beni sen mi sanıyorsun?” dedi. Çocuğun
masasındaki peçetelikten bir kağıt mendil çekti. Ortasından ikiye
böldü. Çocuğun yüzüne fırlattı. Bunu sanırım yedi defa tekrarladı.
İdari bölümdeki herkes onlara baktı. Zaten neler olup bittiğini merak
edenler tarafından durum öğrenilecek ve çocuk bir daha dönmemek üzere
işten ayrılacaktı. Selen olduğu yerde topukları üzerinde gerisin geri
döndü. Bana gülümsedi. Elindeki son mendili kalbinin üstüne bastırdı.
Güldüm. Kendimi tutamadım. Kahkalarla güldüm. Salâh Birsel'in ruhuna
rahmet gönderdim.