12 Mayıs 2025 Pazartesi

İlkbaharda Sonbaharı Hissetmek...

 


Bazan durup kendime soruyorum.

Ben mi fazla alınıyorum, yoksa insanlar mı fazla hoyrat davranıyor? 

İçimde bir yer var.

Hırpalanmış ve kırgın hissediyorum.

Aslında sadece şunu istiyorum: 

Ne olursa olsun,  asla kırılmamak.

Gerçekten… 

Nasıl yapılır bu? 

Kırgın  hissetmemeyi nasıl becerebilirim?



NOT: Fotoğraf Sonbahar adlı filmin bir karesi.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Black Mirror'dan Yeni Seyrettiğim Etkileyici Bir Film Daha - Common People


Bazı hikâyeler vardır, insanın içine işler. 

Hele ki her şey sıradan bir aşk hikayesi gibi başlayıp, bir anda modern çağın kabusuna dönüşüyorsa... 

Amanda ve Mike tam da böyle bir çift. Amanda bir öğretmen, Mike inşaat işçisi. Sade, sevgi dolu hayatları var... Ta ki Amanda’nın beyninde  tümör çıkana kadar.

Mike, şaşırmış, çaresizlik içinde çırpınırken devreye Rivermind adında bir şirket giriyor. Bilim kurgu gibi ama değil... Beyni tarıyorlar, kopyalıyorlar, tümörü alıyorlar, yerine sentetik bir beyin yerleştirip hafızayı yüklüyorlar. Hem de ücretsiz... Sadece aylık 300 dolar abonelik ücretiyle Amanda yaşamaya devam ediyor. Ne büyük nimet di mi?

Ama işte olay tam da burada başlıyor...  Amanda, hayatta kalabilmek için artık daha fazla uyumak zorunda. Çünkü beyni, aynı zamanda bir server gibi çalışıyor. Uyudukça veri taşıyor, , hizmet ediyor... Kadın hem hayatta kalıyor hem de bir şirketin dijital altyapısı oluyor.

Derken ek paketler devreye giriyor. Kapsama alanı dışına çıkmak mı istiyorsun? Ayda 750 dolar daha ödemeleri gerekiyor... Daha iyi bağlantı, daha az uyku, daha fazla bilinç...  Ekstra ücret. Her yeni özellik, bir uygulama güncellemesi gibi hayatlarına çörekleniyor. Bu  resmen bir abonelik sistemi...

Mike parasızlıktan online karanlık işlere bulaşmak zorunda kalıyor. Amanda, öğretmenliğini neredeyse kaybediyor çünkü sürekli uyuma halinde...  Yaşamak için para ödüyorlar, bedel sadece para değil. Kontrol ellerinden kayıyor, ilişkileri paramparça oluyor, ruhlarını aylık üyeliğe kiraya veriyorlar.

İronik değil mi? Birini yaşatmak için kendi hayatından vazgeçiyorsun. Rivermind’ın sunduğu teknoloji, belki tıp tarihinin devrimi ama aynı zamanda kapitalizmin elinde başka bir pranga. Yaşamak artık bir hak değil, bir lüks. Kredi kartına taksit taksit umut. 

Kısacası Common People, bize şu soruyu soruyor: Yaşamaya devam etmek, gerçekten yaşamak mı? Yoksa bir sistemin aboneliğine dönüşmek mi?

Aaa! Durun bi... Üstelik çile bununla da bitmiyor. Premium pakete geçemedikleri için Amanda’nın beyni, artık bir canlı yayın  reklam panosuna dönüşüyor. Kadıncağız yarı bilinçli haldeyken  bir anda, yüzde 50 indirim sadece bugün,  diye bağırmaya başlıyor. Resmen bilinçaltına giren influencer gibi. Yayıncılık sektörü sevinsin; ekran yetmedi, sıra zihinlerde, demek ki!!

Bu hikaye, teknolojinin değil, sistemin insanlar üzerindeki egemenliğini sorguluyor. Teknoloji hayat kurtardı, evet. Ama hayat dediğin şey sürekli güncellenmesi gereken bir uygulamaya dönüştüyse, biz hala yaşıyor muyuz, yoksa sadece sistem açık kalsın diye mi varız? 

Hay canına sayın seyirciler... Ne diyeyim? Allah yazdıysa bozsun.😅



4 Mayıs 2025 Pazar

Bu Hissin Adı Ne?

 


Hiç aklında yokken bir şey olur ya…
Hiç beklemediğin bir anda, hayat sana usulca bir hediye uzatır.

Sıradan, telaşsız bir gündü. Yoldan geçerken gözüm bir afişe takıldı.



Pulp Fiction.


Tarantino’nun efsane filmi. Hastasıyım:)

Benim çok sevdiğim… ama sinemada hiç izleyemediğim filmi...

Önce bir duraksadım.
Afişe biraz daha yaklaştım.
Yok canım, dedim içimden.
Ama evet… gerçekten oradaydı.
30 yıllık film, bizim şehrin sinemasında oynuyordu.
O kadar şaşırdım ki… inanamayıp içeriye girip sordum.
Ve cevap netti: Evet, gösterimde.

Bir şey oldu o an.
İçimde hafif bir titreme, bir heyecan, bir tuhaflık…
Sanki evren bana küçük, tatlı bir sürpriz hazırlamış gibiydi.
Bir armağan gibi.
Bir ikram gibi.
Durup dururken.
Hiç aklımda yokken.

Bir filmi bu kadar çok sevmiş, ama asla sinemada izleme şansı bulamamıştım.
Şimdi, tam karşımdaydı.
İşte bu his…

Hiç aklımda yokken denk geldiğim,
Bu tuhaf, sıcak, içimi hafif ürperten, için için neşe veren bir sürpriz... 
Bunun bir adı var mı?
Veya başka dillerde karşılığı?

Belki saudade derler buna — geçmişte olup bitmiş ama hala derinlerde hissettiğim bir şey.                Sanırım bu kelime tam uymadı...  Saudade aşk üzerine derin duygusal durumu anlatıyor olmalı. 

Belki Japonların natsukashii'si gibi — tatlı bir nostalji.
Belki de  hayatın, küçük bir tebessümle bana, benden sana hediye, demesidir. Olabilir mi?

Türkçe'de karşılığı var mı peki?

 Biletimi aldım. Kırmızı koltuklardan birine oturdum. Sinemanın ışıkları karardı. Film başladı. Hayatın gelmişini geçmişini unuttum. Beyaz perdenin o muazzam illüzyonuyla usulca filmin mecrasına aktım.




2 Mayıs 2025 Cuma

Kuş İsimlerine Kuş Bakışı


Dil bilimi oldum olası ilgimi çeker. Son zamanlarda kuşlar radarımda ya,  kendimi ansızın kuşların isimlerinin peşine düşmüş buldum: Bu kuşa neden böyle demişler, diye diye bir baktım, ad biliminin içine dalmışım.

İşin içine girince fark ettim ki, ad bilimi sadece isim koymak değilmiş. Her kelimenin ardında bir kültür, bir tarih, bir dünya görüşü gizli. Kuş isimleri de öyle gelişi güzel verilmemiş elbette. Her biri, onu adlandıranın gözlemiyle, yaşadığı coğrafyayla, hatta hayal gücüyle şekillenmiş.

Mesela, kiraz kuşu... Rengi gerçekten kirazı andırdığı için mi bu adı almış? Yoksa o meyveyle aynı mevsimde görünüp kırmızısıyla yarıştığı için mi? Belki de her ikisi… İşte tam burada devreye dilin estetiği, halkın algısı ve doğayla kurduğu ilişki giriyor. Ve bu da ad biliminin en heyecanlı yeri!


Kuş adlarına baktıkça, doğanın ne kadar ilginç ve gözlemlerle dolu bir dünya olduğunu daha iyi anlıyorum. Mesela balıkçıl gibi bir kuş ismi, su kenarında balık yakalayan, uzun bacaklı bir kuşu tarif etmek için mükemmel bir seçim. 

Ya da arı kuşu... Bu kuşlar sürekli arılarla uğraşıyor, adını da tam olarak bu yüzden almış olmalılar.

Kuş isimleri bazan hareketlerinden veya kuyruğunun şekillerinden adlandırılmış. Örneğin, dik kuyruk ismi kuşun kuyruğunun dik durmasından,


Aşağıdaki kuşun adı kuyruksallayan... Kuyruğunun sürekli hareket etmesinden geliyormuş. 

Foroğraf-ebird-kuyruksallayan


1 Mayıs 2025 Perşembe

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

 


Mozaik yapmayı deniyorum. Her defasında kuş çıkarabiliyorum:)


İş için Antalya'ya gittim. 
Tahtalı Dağı.. 
Görür görmez büyüledim
Ben her bahar aşık olurum.
Bu bahar bu  dağa aşık oldum. 




7 Mehmet'i çok merak ediyordum. Gittim.
Vee...
Bazı kuşları görünce tanıyabiliyorum.
Örnekse, işte buyrunuz... 
Kumruyu bildim:)


Şevval Sam'ın çaldığı bu fülütten satın almak istiyorum.
Yerini bilen varsa, yazsın, nooolur!
Çok merak ediyorum:)


Şehrime iki sevdiğim film gelmiş. 
Bu filmleri sinemada seyretmemiştim.
Havalara uçtum. 
Gülümse:)


14 Nisan 2025 Pazartesi

Kuş Gözlemciliği - Sakarmeke

 

Göl kenarında siyah tüylü, alnında bembeyaz bir kalkanla süzülen bir kuş gördüyseniz... Tebrikler, demek ki  bir sakarmekeye denk geldiniz:)

Hem komik, hem gizemli, hem  biraz yerli hem yabancı gibi duran bu kuş, Türkiye’de dört mevsim karşımıza çıkabilecek eğlenceli bir karakter gibi...

Peki, neden sakar? 

Ben görmedim, söyleyenlerin yalancıyım, karada yürürken dengesiz, ne yana gideceğini bilemeyen komik, sarsak halleri varmış.  Ayakları kocaman ve garip biçimliymiş. Hemen bir fotoğrafını bulmalıyım. Hımm... Elbette ayakları karada yürüsün diye değil suda yüzsün diye tasarlanmış. 


Koşmaya kalktığında suyun üstünde panik halinde zıplayarak kaçarmış. Ne yalan söyleyeyim, karada neredeyse utangaç ve beceriksiz görünen,  suda ise bir anda Michael Phelps kesilen sakarmekeye bayıldım. 




Ama aslında o bir ninja:)

Sessiz sakin yüzerken bir anda başka bir kuşa saldırabilirmiş. Özellikle üreme döneminde alanını korumada acayip taktikler geliştirirmiş. Diğer sakarmekeyle kavga ediyorsa direkt üzerine atlayabilir, gagasıyla kalkan gibi olan beyaz alnını adeta bir koç gibi kullanırmış. Rüzgarsız bir günde izlersek, suda neredeyse iz bırakmadan süzüldüğünü fark edebilirmişiz. Ve fakat öğrendim ki bu bir sakarmeke taktiğiymiş. Tıpkı bir ninja gibi: görünmeden yaklaş, işini gör veeee uzaklaş... Hay canına sayın seyirciler. Müthiş!

Meke Gölü - Burada

Peki sakarmekenin meke'si nereden geliyor diye araştırdım. Göçmen kuşların özellikle sakarmekelerin her zaman mola verdikleri, nadir doğa harikası olan,  yaklaşık 4.000 yıl önce sönmüş bir volkan kraterinin  gaz patlaması sonucunda  su ile dolmasıyla oluşan Konya ilindeki Meke Gölü'nden geliyormuş. 

Kısacası...

Sakarmeke tam bir çelişki harikası: Karada sakar, suda ninja. Hem komik hem karizmatik.  Hem dengesiz hem stratejik.  Yavaş gözükür ama hızla dalar, karşısındakini şaşkına çevirir.  Tarzı olan simsiyah bir güzellik. O özel bir kuş... 

Sakarmeke... Gölün sakar ninjası:)

18 Mart 2025 Salı

Bence Bazan Seramik Fırını Depresyona Girebilir:)

 

(yoo. benim diil. arkadaşımın formülü ve sırlı modülleri. ne güzel di mi:)

Okulda Seramik Teknolojisi dersinde, her hafta seramik sırları yapmayı deniyoruz. Laboratuvarda kimyasalları dikkatlice seçip, kitaptaki tariflere en uygun şekilde hazırlamaya çalışıyoruz. Bu süreç, hem teknik bilgi gerektiriyor hem de her denemede sürprizli sonuçlarıyla şaşırtıyor.  Adım adım, sırların büyülü dünyasında ilerlerken, her seferinde yeni bir şeyler öğreniyor ve pratiğimizi geliştiriyoruz.

Seramik sırları, aslında binlerce yıl süren bir keşif ve gelişim sürecinin sonucu ortaya çıkmış. İlk başta, Mısırlılar kum ve soda karışımlarından sır yapmayı başarmış, fakat çatlama ve ayrılma gibi sorunlarla karşılaşmışlar. Zamanla Asurlar ve Babiller, kurşun oksit kullanarak bu sorunları çözmüşler. Bugün ise seramik sırları, silis gibi maddeler ve çeşitli eriticilerle elde edilen ince camsı tabakalara dönüşerek, sadece estetik değil, dayanıklılık açısından da büyük bir öneme sahip. Artık seramik, tıbbi alanlardan otomotiv ve uçak sanayisine kadar her sektörde karşımıza çıkıyor, insanlığın en cesur hayallerine katkı sağlıyor. Yani, sır sadece bir kaplama değil, binlerce yıl süren bir evrimin sonucu ve hayatımıza dokunan çok önemli bir malzeme...

Cuma günü okulda yeni bir  sır formülü denedim. Laboratuvarda  dikkatlice hazırladım. Seramik modüle fırçayla sürdüm. Tüm sırlanan seramik modülleri fırına yerleştirdik.  Fırını 1000 dereceye ayarladık. Çalıştırdık. Bugün dersim yoktu, okula  gitmedim.   Gruba mesaj atıp sordum, acaba benim sırlar ne durumdaydı? Maalesef  olmamış. Sır tutmamış.  Keşke fotoğrafını görebilseydim. Çok merak ettim.

Şimdi meraklı meraklı yazdım ya böyle... Doğruya doğru, harbiden feci merak ettim ya  ne oldu acaba benim sırlı seramikler diye:)  Düşündüm... Aslında... merak, arapçadan dilimize sızmış bir kelime...  Ama sanki hep bizimmiş  hatta benimmiş gibi hissettiriyor.   Merakın, endişe  gibi dertli bir anlamı varken, zamanla  acaba  fırından benim sırlı seramik nasıl çıktı, diyerekten heyecanlı bir   kıvama evriliyor:)

Newton’un kafasına elma düşmese yerçekimini kim sorgulayacaktı, değil mi:) Aaa! Merak iyidir yani:)

Sırrı seramiğe  sürerken mükemmel görünen iş, fırından çıkınca bir modern sanat denemesine dönüşmüş olabilir mi? Yoksa çatladı mı?  Bozuk mu? Merak ne acayip di mi?

Seramik fırını gibi bir yer, tam da bu merakın doruk noktalarından biri… Hakan Hoca’nın ağzından düşmeyen o efsane lafla özetleniyor aslında: ‘İçine ne koyarsan koy, ne çıkacağını asla bilemezsin!’ Ve haklı, her seferinde  ya "BİNGO!" ya "FİYASKO"

Durun bi...  Bence fırından çıkan seramiklerin sırlarının iyi çıkıp çıkmaması tamamen fırının o günkü ruh haliyle ilgili. Fırın eğer o gün küstüyse, ya da ne bileyim  gece rüyasında mikrodalga tarafından aşağılandığını gördüyse…  İçine intizamla yerleştirilmiş seramiklerin bazısı şahane çıkacaktır, bazısı değil. Çünkü fırın bazan sanatı destekleyebilir, bazan da yanlış mı hayat yaşıyorum,  diye depresyona girebilir:)

Neyse, benim seramiklerin sırlarını varsın bozsun bu sefer…Ne diyebilirim?  Demek ki fırın terapiye gitmek yerine benim işlerimi sabote etmeyi seçti..😅


16 Mart 2025 Pazar

Kuş Gözlemcisinin Seyir Defteri - Şehir Kargası:)


Bu fotoğrafı bugün İstanbul'da, Kadıköy'ün göbeğinde, kalabalığında, çektim. 

Trafik lambasının tepesinde, hiçbir şeyi  umursamadan dimdik duran  bu karga, 

şehirlerin  tüm koşuşturmacasına, betonlaşmasına, ağaçsızlaşmasına  karşı bir başkaldırı gibi. 

Çok sevdim. 


15 Mart 2025 Cumartesi

İyilik; Sen Ne Şahane Bir Şeysin

 

Dün seramik dersinde unutamayacağım bir deneyim yaşadım. 

Sıvı seramik çamuruyla alçı kalıp içinde döküm seramik yapmayı öğreniyorduk. 25 kg’lık plastik bidondaki çamurla işim bittikten sonra kapağını kapatıp kelepçesini taktım. Ancak, bidonu itmek istemediğim için yan çevirip yuvarlayarak köşeye almak istedim. İşte o an olanlar oldu!

Birden yere çarpan  metal kelepçe yerinden fırladı ve likit çamur sınıfın tam ortasına döküldü! Olduğum yerde  öylece kalakaldım. Ayaklarım çamurun içindeydi. 

Tam da o anda Sevgi ve Sena yanımda bitti. “Dert etme, hemen toplarız şimdi,” dediler. Hatta eklediler: “Hem bu çamur çok pahalı, atmayalım. Süzerek bidona aktaralım.”

Sevgi spatula ile çamuru iterken, Sena kürekle topladı. Ben  süzgeci tuttum. Yere dökülen çamuru temizleyerek tekrar bidona aktardık. Sonrasında ben ayaklarımı silip yerleri  temizledim. İlk anda gözümde büyüyen temizlik işi beklediğimden hızlı bitti.

Şimdi böyle kolay anlatıyorum ama çamurlar döküldüğü o an  hissettiğim çaresizlik tarifsizdi.  Sevgi ve Sena yanımda olmasaydı ne yapardım düşünmek istemiyorum:) 

İnsan gerçekten   yardımlaşmanın ve dayanışmanın değerini böyle zamanlarda anlıyor. Halden anlayan ve elini uzatmaktan çekinmeyen herkese selam olsun! 

Ne diyebilirim? Bazan hayatın iyilik dersleri, bir bidon çamurun içinde saklıdır:)



Kendimi Eylediğim Zamanlar...

 

Filmler seyrettim.



Kitaplar okudum.


Hazırladığım alçı kalıbın içinde;  sıvı seramik döküm çamuruyla vazo yapmayı öğrendim.



Yılın ilk çiğdem çiçeğine denk geldim.



Ördeklerin peşine düştüm.



Seramik sırrı yapmayı  tekrar tekrar denedim.




Ramazan ayı ruh iklimime iyi gelen şarkıya takıldım.