29 Mart 2016 Salı

Yavaş Tren'i Beklerkene:)


Bir dakikanızı istirham edeceğim, kıymetli abilerim, ablalarım.


Şu elinizde tutmuş olduğunuz kitap; Sıdıka 2003, Olası Lakırdılukurdular, Sıkılhan'la Diyalog Çabaları adlı başlıklar altında tam elliiki tane öykü içeriyor.

Düzeyli ilişki yaşamak isteyenler, kredi kartı mağdurları, noter tasdikli TV güzelleri, otoyol fahişeleri, sahte şeyhler, iş arayan tetikçiler, dizi ağaları, çocuklarıyla diyalog kurduklarını sanan anne babalar, hırslı ofis insanları, digital musallatlar, internet bağımlıları, kontör ve bonus manyakları, deprem unutkanları, savaş çığırtkanları...  Velhasıl türlü çeşitli insan öyküleri, fazla kasmayan, araklanabilir kısa cümleler ve göz yormayan harflerle anlatılıyor.

Sadece bunları alıp gitmiyorsunuz. Yanında "Ağlama Dolabı" adlı üç öykülük hisli bir set daha veriyoruz. Kapağındaki miki resimlerine aldanıp da "Bu kitap kadın ruhuna hitap etmiyordur, içinde aşk felan yoktur" demeyiniz.  Haşarı okurlarının tükenmez kalemle bıyık yapmasından endişelendiği için bilbordlara resmini koydurtmayan fakat aslında yakışıklı bir insan olan yazarın hisli ve derin cümleleri de bulunuyor.

Deneyiniz, memnun kalacaksınız. 


Atilla Atalay/Ağlama Dolabı





25 Mart 2016 Cuma

35. İstanbul Film Festivali Biletleri Satışa Çıkıyor


Şşşth Kimse Duymasın - 23 -

Soğuk, puslu, nemli bir günün ortasındayım.  
Tarkan şarkı söylüyor.
Artık tedavülden kalkmış  ölümsüz sevdalardan söz ediyor.
Dikkatimi çalmasın diye odanın ışığını söndürüyorum.
Düşle gerçek, hayalle fantezi birbirine karışıyor.
Odada ince bir efkâr kol geziyor. 
Gözlerim bulutlanıyor.
Bir damla yanağımdan kayıveriyor.
Heyy!
    Hoşuma gidiyor.

Gerçekten...



19 Mart 2016 Cumartesi

Hayat


Detaylar üzerinde çok yoğun çalıştığında tamamının ne hakkında olduğunu unutuyorsun.



not
resim-trionfo della morte/ressamı belirsiz
cümle-palermo'da yüzleşme adlı filmden

9 Mart 2016 Çarşamba

Bir Salkım Söğüde Su Verir Gibi


Bu akşam iki şairin, Ahmet Arif ve Ahmet Telli'nin  şiirlerinin menzilinde dolanmaya hazırlanıyorum.  İki şairin seçtiğim  güzel dizelerinin bazılarını  bir araya getirerek yeni bir şiir yazmaya çalışacağım.
 
Şairleri kıskandığım doğrudur. Fakat yeminle kıskandığım için iki şairin dizelerinin peşinde değilim. Son zamanlarda yazı yazmaya mesafeli durduğumu  fark ediyorum.   Bu antremanın  yazma  arzumu  canlandıracağını, tazelik getireceğini,  alışkanlıklarımı silkeleyeceğini, düşüncelerimi yenileyeceğini, yeni heyecanlar sunacağını  hayal ediyorum.
 
Peki niye bu iki şair? Tamamen rastlantı. Şairleri numaraladım. Aklımdan iki sayı tuttum. Baktım  biri Ahmet Arif , diğeri Ahmet Telli. İtiraf etmeliyim ki,   memleketimin bu iki nadide şairi  mütemadiyen okuduğum şairlerden değildi.  Gülümsedim. Vardır bir hikmeti, dedim. Hasretinden Prangalar Eskittim adlı şiir kitabıyla, önce Ahmet Arif'in dizelerine dalmaya karar verdim.
 
Du bakalım...


not- başlık ahmet arif dizesidir.

7 Mart 2016 Pazartesi

İs-mail

Kız heyecanla anlatıyordu arkadaşlarına:
"Herkesin bir maili var, 
oysa benim sevgilimin adı İsmail; 
benim is-mail'im hiç değilse sanal değil!"

Küçük İskender/ Lucifer'in Bisikleti

İstakoz

Geçen yılki Filmekimi'nin en favori filmlerinden biri olduğu halde bilet bulamadığım için seyredemediğim, yönetmen  Yorgos Lanthimos'un  The Lobster (İstakoz) adlı filmini az sonra seyredeceğim. Yönetmenin ilk seyrettiğim filmi Dogtooth (Köpekdişi) idi. Resmen sallayıp silkelemiş, duvara  çivilemişti  beni. Gene  aynı  vaziyet alacağıma  eminim. Alıştırma  niyetiyle filmin afişinden giriş yapayım istedim. Afişi uzun uzun seyrettim. Beden yok.   Görünen sadece endişeli yüzler, parmakları aralanmış eller...  Tuhaf şey! Afiştekiler sanki  istakozu andırıyor. 


Yemek programlarında ballandıra ballandıra anlatılan, lezzeti kaçmasın diye  canlı canlı kaynar suya atılan, canlı canlı ızgara edilen istakoz  pişirme yöntemleri  aklıma geldi. Kaynar suya atılan istakozların nasıl çığlık attıklarını, bu çığlığı duyup sinirleri bozulmasın diye önce baş tarafından suya soktuklarını, kaynar suya atmadan önce çırpınmasınlar diye bacaklarını soparlarla bağladıklarını rahatlıkla anlatan insanları düşündüm. Ne feci!..  Afişteki oyuncuların yüzlerindeki üzüntüye, endişeye ve ellerine tekrar baktım. İstakoz!

1 Mart 2016 Salı

Kör Gibi Değil Mi? Tıpkı Kör Gibi...

Esra, zaten durmaz oturmaz biriydi. Üniversitenin 2. yılı için Erasmus bursuyla Almanya'ya gittiğinden beri resmen bünyesini  evliya çelebiye akort etti. Amsterdam senin Berlin benim, Münih senin Paris benim, Prag senin Brüksel benim... Tek başına dolaşıp duruyor.  Kör deyince, ellerini  uzatıp yavaş yavaş hareket eden, dilenen, gördüğümüzde halimize şükretmemiz istenen, korkulu, güvensiz insan tipi algısıyla büyüdüğümüz için, Esra gibi körler pek çok insanı elbette şaşırtıyor.

 
 

Esra'ya "İnan doğuştan kör olduğunu bilmesem, kör olduğuna asla inanmam. Hiç kör gibi değilsin." diyen biri  olmadım. Onun kör olduğunu biliyorum. Hatta üzerine basa basa tıpkı kör gibi diyorum. Çünkü diğer yetileriyle dünyanın her yerinde cirit atacağına tüm yüreğimle inanıyorum. 

 
Hayat dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi körlere göre düzenlenmediği için, pek çok zorlukla karşılaşıyor. Esra hayallerinin peşinde koşan şahane biri. Zorlukları azimle, bilgelikle aşıyor.  Hayat, çoğunluğu değil  herkesi düşünerek düzenlenmeli... Esra'nın yılmadan yaşamın bizatihi içinde olması,  daha güzel bir dünya için  umudumu kabartıyor. Yolun açık olsun Esra:)