13 Aralık 2019 Cuma

Hayatın Muayyen Günleri

Kalem çekerdi gözlerine. Hiç görmediğim, bilmediğim bir renkte kalem. 
"Gidiyor musun?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve aynı şarkıya uzanırdı: It's Now or Never." 
Gitmenin Şimdi'si ile Asla'sı arasında ben bir menekşe iskeleti gibi kalırdım. 
Anahtarını almadan çıkardı evden.


Cila sürerdi tırnaklarına. Hiç görmediğim, bir marka cila. 
"Ayrılıyor muyuz?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Rape Me. 
Ayrılıkta Taciz'le O'nun arasında ben güneş yanığından sıyrılıp alınan ölü deri gibi kalırdım. "Yenmek mi basit, yenilmek mi?" diye düşünen bir asker gibi kalırdım. 
Hoşçakal demeden çıkardı evden.



Jölelerdi saçlarını. Hiç görmediğim, bilmediğim parlaklıkta bir jöle. 
"Başka biri mi var?" diye sorardım usulca.  Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasatlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Industrial Disease.  
Başkalarının gözlerinde Tüketmek'le Tutku arasında beni Leyla'ya Mecnun, Mecnun'a Leyla olan joker bir aşık gibi kalırdım. "Boşalmak mı güzel, dolmak mı?" diye düşünen bir bardak su gibi kalırdım. Kapıyı çarpmadan çıkardı evden. 


-PARAGRAFLAR- 
Küçük İskender - Balık Burcu Hikayeleri  
Hayatın Muayyen Günleri(S.11)

-KARELER- 
Ölesiye 1992 (Damage)
Juliette Binoche - Jeremy Irons



9 Aralık 2019 Pazartesi

Yapıyorum... Yaptım... Yapacağım...

Bilmediğim bir yazarın kimin tavsiye ettiğini bilmediğim bir romanını almıştım.  
İş arasında okumaya başladım.
Oysa benim öğretmen kardeş tembihlemişti. 
Demişti ki:
"Önce yazarı araştıracaksın, biyografisini okuyacaksın. 
Kitabı masa başında okuyacaksın.
Okurken her cümlede yazarın bana vermek istediği mesaj nedir diye kafa yoracaksın.
 Romandaki kişiler hakkında not düşeceksin...
Daha neler neler... "
Öğlen molasıydı... 
Kardeş duymasın ama masa başında değil, ofisteki  üçlü koltuktaydm. 
Elimdeki kitap ve yazarı hakkında hiçbir şey bilmiyordum. 
Adeta sırlar odasını aralıyordum...  
İşimi, gücümü, geçmişi, şimdiyi, geleceği, kardeşin tavsiyelerini unuttum..
Akış nasıl şahaneydi anlatamam... 
Cümlelerin  ardı sıra koşmaya başladım:)



Ataşehir'deki  Dasdas'ın yakınlarındaydım.  
Kadrosunda 
Tilbe Saran, Binnur Kaya, Güven Kıraç ve Levent Ülgen
gibi usta isimlerin olduğu Vahşet Tanrısı adlı oyunun oynandığını biliyordum.
Biletix'den bilet bulamamıştım. 
Şansımı denedim. Dasdas'a gidip bilet var mı diye sordum.
- Tek bilet mi? 
- Evet.
"Salon tamamen dolu. Tilbe hanım'ın arkadaşına ayırdığımız bir bilet vardı.
Az önce aradı. Gelemeyecekmiş," dedi. Bileti bana verdi.
Nasıl hoş oyundu anlatamam.  Şıkır şıkır aktı gitti.
Gelemeyen arkadaşa teşekkür ederim:)


Elbette seyrettim.
Babalar... 
Her birinin hastasıyım:)
Sinemada oynasa... Beyaz perdede seyretsem. Doyamam.



Ukulele Zen'e abone oldum.
Johnny Cash'in  Folsom Prison Blues'unu ukulelemle çalmayı öğreniyorum.
"Boom Dit-ty  / Boom Dit - ty / Boom Dit -ty"
Şahaneee...



Kıydım paracıklarıma... 
Vakti zamanı geldiğinde...  Gideceğim Fame'e:)


Evde Tarantino Festivali ilan ettim kendi kendime.
Yine yeni yeniden ikisini seyrettim.
İyi ki seyrettim.
Bittim... Bittim:)




Avare aşık gibi İstanbul sokaklarında dolaştım. 
Göbeğimi İstanbul'a mı gömdüler acaba?
Vazgeçemiyorum.
Sevdalısıyım:) 


Tarihin ilk barış anlaşması Kadeş'e mühürünü basan  
Hitit Kraliçesi Puduhepa bebeğini  daha önce almıştım. 
Şimdi güneşin sırlarını çözen, 
Nasa'da çalışan ilk Türk olan Dilhan Ege Eryurt bebeğini aldım.
Tavsiye ederim...


8 Aralık 2019 Pazar

Ve Kuzey Kalesi Ve Podcast Ve Kirpinin Zerafeti Ve Tolstoy Ve Beyefendilik Ve Tin Teması Ve Yaşamaya Değer


Kuzey Kalesi'nin  podcast hazırladığını duyunca aman ne sevindim anlatamam. Benim gibi yollarda ömür süren birinin podcastlere mesafeli durması mümkün değil. 

Hele... Yazdıklarına güvendiğim  Rusenski'nin  podcasti ise... 

Üstelik anlattığı izlemeyi çok sevdiğim Yaşamaya Değer adlı filmin incelemesi ise...  Dayanamam.... Hemen dinlemeye girişirim... İşte buyrun başladı bile... 

Aaa!... Filmden Fransızca alıntıyla başlıyor...  Du bi...  Akabinde.... Türkçe anlatmaya devam ediyor.   

Hay canına sayın dinleyiciler... Harika bir podcast keşfettim:)  Heyyy!





20 Kasım 2019 Çarşamba

Online Gezinti:)


Ne diyeceğim...
Udemy üzerinden online Ot Yaratıcı Yazarlık Dersleri'ne başladım. Yazar olmak hevesiyle değil elbette.... Hakan Bıçakçı, Murat Menteş, Selçuk Erdem, Ali Lidar, Haydar Ergülen. adlarını görünce hemen atladım. Oldum bittim hayranlıkla okuduğum yazarlar. Tekmilini bir arada bulmak  dalgasız denizde sırtüstü yatmak gibi:)

Tüm paket ücreti 100.-TL idi sanıyorum.  İyi ki girişmişim. Konuları nasıl hap gibi toparlamışlar anlatamam. Hatta o haplar şifa veriyor bünyeye. Öyle şahane. Bayıldım. 

Şu anda ofisteyim. İşim başımdan aşkın... Lakin...  Bir mola vereyim ve sizlere duyurayım istedim.  Hayat paylaştıkça güzel:) 

Hararetle tavsiye derim.   Hiç  değilse bi inceleyin isterim.   LİNK


17 Kasım 2019 Pazar

Akademisyenlerin Takibindeyim- Doçent Mehmet Kerem Özel


Danzon adlı bloğu uzun zamandır takip ediyorum. Lakin Meksika halk danslarına Danzon dendiğini yeni öğrendim. 

Danzon, ömrümde duymadığım isimler, daha önce hiç denk gelmediğim  gösteriler, yurt içi yurt dışı  tiyatro festivallerindeki özellikle danslı performanslar hakkında samimi, kimi zaman esprili yazılarını bloğunda yazıyor. Yazdıklarıyla ilgili hiç bilgim yok. Gene de, her defasında anlattığı gösterileri merak ettiğimi hissediyorum. Bu kadarla kalsam iyi. Ayrıca  cahil cesaretimle yazılarına yorum yapıyorum. Hepsine gidebilmem mümkün değil deyip, bir kaç öneri yazmasını rica ediyorum.  Bloğunda sabırla cevaplıyor. 

Öğrendim ki, Danzon bir akademisyen, bir mimarmış. Uzmanlığı, Mimari Tasarım Kuram ve Yöntemleri, Ketsel Tasarım, Dini Mimari, Osmanlı Mimarisi'ymiş. Hay canına sayın seyirciler! Müthiş.  Blog ise  hayata ve sanata dair yaşadıkları, takip ettikleri, tanık oldukları ve izlenimlerini paylaştığı günlüğü...   Diğer okurlarını bilmem ama...  Ben... Son iki yıldır, sinema dışındaki sahne sanatlarına Danzon sayesinde giriş yaptım. Blog okuru olarak, hocanın çıtasına yaklaşmaya zorlansam bile, bilmesini isterim ki hevesle zıplıyorum:) Minnettarım.

Mesela, dün gece dünyanın en önemli dans topluluklarından biri olduğunu söylenen,  İstanbul Tiyatro Festivali kapsamında  Uniq Hall İstanbul'da  sergilenen ve elbette Danzon önerdiği için  Traptown adlı gösteriye gittim. Topluluğun daha önce herhangi bir performansını seyretmemiştim. İyi ki gitmişim. Çok etkilendim. 


Doçent Mehmet Kerem Özel'in blog ve dergi yazılarını okumanızı, aşağıdaki podcast'i dinlemenizi hararetle öneririm. 

blog link   / podcast linki     /   yazılar link


15 Kasım 2019 Cuma

ANLATICI


Halil Gökhan hakkında Hayal Kahvem'e  yazdığım ilk yazı, tesadüfen denk gelip okuduğum Erkekler Cennetinde Son Tango adlı kitabıyla ilgiliydi.  link

Yazar, o kitapta  diyordu ki: "Bu kitabın sonunu sakın kimseye söyleme! Eğer söylemezsen kitap sana büyük iyilikler yapacak. Özellikle başkalarının bilmemesi gereken, sadece senin bilebileceğin şeyleri söylemediğin için seni koruyacak."  Kitaplara inanırım.

O yazımda dilim döndüğü, elim yettiğince romanın konusunu izaha girişmiştim. Lakin söz dinlemiş, kitabın sonunu kimseye söylememiştim. Sonrasında Halil Gökhan'ın tüm kitaplarını okuduğum gibi, sosyal medyada takip eder oldum. Vee zaman su gibi akıp gitti. 

Bugün...
Haftanın son çalışma günümün son saatleriydi.  Feci bir hafta geçirmiştim.  Sıkıntı üstüne sıkıntı. Dert üstüne dert. Aksilikler havada uçuşuyor, sorunların ardı arkası kesilmiyordu. Elbette muazzam gayretler sarf ederek çoğunu halletmiştim. Lakin harap haldeydim.  Yeminle... "Ben yoruldum hayat, gelme üstüme. Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne. Gözümden gönlümden düşen düşene...."  vaziyetindeydim.  

Ofisteki odamda, dirseklerim masamda,  ellerim yanaklarımda, dış dünyayla tüm rabıtamı kesmek niyetiyle öyleecee sus pus oturuyordum.  Taaaa ki,  masamda  duran kargo paketini  açana kadar!

Bir vakitler sosyal medyada Anlatıcı adlı bir derginin tanıtımına denk gelmiştim. , "Anlatıcı, anlatanlar, anlatmayı sevenler ve dinlemekten, okumaktan büyük haz alanlar için ne sihirli kelimedir." diye başlayan yazılar ilgimi çekmişti. Derginin  e-öykü yayını olacağı gibi, abonelik durumunda basılı formuna erişmek mümkün olacaktı. 

Derhal iletisim@kafekultur.com'a , e-posta atarak kişisel bilgilerimi gönderip, aboneliğe başlatacak işlemlerle ilgili bilgi almıştım.  ANLATICI öykü dergisinin 9 sayı yıllık abonelik bedeli 129.-TL idi. Havalemi yapıp abone olmuştum. Unutmuşum.

Halil Gökhan'ın yayınevi olan Kafekültür Yayınları'nın ilk profesyonel, satışlı "e-dergi"si Anlatıcı'nın abone olduğum için  basılmış formu işte  tam da bugün o bedbin anımda elime gelmişti. Derginin  kapağını uzun uzun seyrettim. Sonra gözümü kapattım. Bir sayfayı araladım. Baktım. Yusuf Eradam'ın Terapi Bebekleri adlı öyküsü. 

"Her şeyden önce kendimizi düşünmekten, kendimizi korumaktan vazgeçtiğimiz zaman, işte o zaman gerçekten de kahramanca bir bilinç dönüşümünden geçeriz." Joseph Campbell'in cümleleriyle başlamış.  Öyküyü bir solukta okudum. İyi geldi.  Şifalandığımı  hissettim.

Halil Gökhan'ın ilk okuduğum kitabının sonunu kimseye söylemediğim için kitap bana iyilik etti, beni korudu diye hayal ettim. Gelmişimi, geçmişimi, geleceğimi düşünmekten vazgeçtim. Tüm merakımla Anlatıcı'daki diğer öyküleri okumaya devam ettim. 

2 Kasım 2019 Cumartesi

Bu Hafta Neler Yaptım?

Son günlerde elimdeki kitaplarım ve ukulele çalmayı geliştirme çabalarım...



 San Sabastian usulü Cheesecake yapmayı becerdim. 



  Bilmediğim yollardan geçtim.



 Sevdiğim sokaklarda  gezindim.



 Mimar Sinan Üniversitesi'ndeki  Bienal sergisini inceledim.




 Pera Müzesi'ndeki Bienal sergisini gezdim.



Yedinci Kıta adlı 16. İstanbul Bienali için atladım ada vapuruna 
veee Büyükada'ya bile  gittim. 




 Şişli Bomontiada'da  Erdil Yaşaroğlu'nun  ilk kişisel sergisi olan ve 
heykellerinden oluşan "Oyun"u  gezdim.
(binların üstündeki heykeller sanatçıya ait)



Sinemaya gittim.  


 İki dizi seyrettim.


21 Ekim 2019 Pazartesi

Kitapla Direniş'ten Özel Bir Gün'e


Elimde Tomris Uyar'ın Kitapla Direniş adlı kitabı var.  Handan İnci hazırlamış. Sunuşun ilk cümlesi, "Sevdiğiniz bir yazarın kaleminden ne çıkmışsa okumak istersiniz." Haklı değil mi? Bu kitabın macerası da böyle başlamış. Handan İnci, Tomris Uyar'ın  kitaplaşmamış yazılarını toparlarken, yazarın öyküleri kadar etkileyici olan hayatını ve iç dünyasını ortaya çıkaracak  bir biyografi yazmaya niyetlenmiş. Bu çabayla elindeki yazıların giderek biriktiğini görünce, derleme kitap yapmaya karar vermiş. Ne  iyi etmiş.

Kitapla Direniş, yazılar, söyleşiler ve  soruşturmalar diye üç bölüme ayrılmış. Her bölümde onlarca  şahane yazı var. Müthiş. Bu kitap yıllardır kitaplığımda demleniyor. Ara sıra elime alıyorum. Sayfalarını dalgalandırıyorum. O esnada ilgimi çeken bir başlığın  devamına dalıp gidiyorum.  Tomris Uyar'la muhabbet ediyormuşum hissi veriyor.  Hayranlıkla cümlelerinin peşi sıra  sürükleniyorum. 

İki yüz kırk altıncı sayfadayım. Başlık... İstanbul'la Aram Bozuk Bu Aralar... Hemen yazıya atladım.  İlk cümleden başlamadım da alt satırlara doğru  "Özel Bir Gün" filmindeki Sophia Loren  kelimelerine odaklandım.  Cümle şöyleydi:

"Ev kadını konumundaysa ola ki "Özel Bir Gün" filmindeki Sophia Loren gibi çok çocuk doğurup rejime hizmet ettiği için ideal anne ödülünü kazanan, Mussolini hayranı İtalyan anası gibi şöyle mırıldanır kendi kendine: "Şu yatakları toplayacak bir başka anne gerek, bir anne de bulaşıkları yıkamalı, bir de yorulacak bir anne gerek." 

Kitabı elimden bıraktım. Bilgisayarda filmi aradım. Buldum. Filmi seyredeceğim. Nihayetinde Kitapla Direniş'e  geri döneceğim.


16 Ekim 2019 Çarşamba

Filmekimi Ve Cüneyt Cebenoyan


Cüneyt Cebenoyan kimdir diye sanal ansiklopediye sorsanız, gazeteci, sinema yazarı, film eleştirmeni diye yazan cümleler okuyabilirsiniz. 

Ben,  Nüket Esen'in Kara Kitap Üzerine Yazılar adlı kitabını okurken ilk kez adına denk gelmiştim.  Cüneyt Cebenoyan, Orhan Pamuk'un Kara Kitap adlı romanının içinde geçen mekanların izini sürmüş, fotoğraflamış, her fotoğrafın altına kitaptaki ilgili cümleleri alıntılamıştı. Ne imrenmiştim anlatamam. 

Hayal Kahvem'e bu rastlaşmayı yazmıştım. LİNK

Sonra, kimdir diye dört koldan araştırdım elbette.  Trajik hayat hikayesi çarpmıştı beni.  Resmen Nazım Hikmet şiirinin bir timsali gibiydi. Hani der ya şair... "Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak /Unutma aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak." 

Akabinde  sinema yazılarının sıkı takipçisi oldum. LİNK

İstanbul Film Festivali'nde ekseriyetle denk gelirdim. O beni tanımıyordu. Ben onu biliyordum. Memleketimin, hiç tanışmadığım halde sevdiğim  güzel insanlarından biriydi. İyi ki vardı. 

Cüneyt Cebenoyan 3 Ağustos 2019 günü bir trafik kazası neticesinde dünyamızı terk etti.  

Geçen hafta Filmekimi'i için Beyoğlu'na gittiğimde, oradaydı. Öyle hissettim.

12 Ekim 2019 Cumartesi

Seyrettim... Gene Seyredeceğim...


Geçen hafta Joker'e gittim.  
Eleştirileri dinliyorum.
Beğenen de var,  beğenmeyen de...

Oyunculuğu, karanlığı, ürkünçlüğü, sertliği,  görüntüleri,  
müzikleri, göndermeleri, kurgusuyla... 
Dansları... İsyanlarıyla...
Çok  beğendim.

Vakit buldukça filmin hatırlattığı iki filmi seyrettim.
Geçmiş Batman'leri tekrar seyretmeye başladım. 
Batman çizgi romanlarına selam çaktım.  

Niyetine girdim.
 Joker'i beyaz perdede gene  seyredeceğim.



29 Eylül 2019 Pazar

Bu Hafta Neler Yaptım?

Rambo'ya gitmesem olmazdı.


 Keçe sabun yapmayı öğrendim.


Belgesel seyrettim.


Arabamı bilmediğim yollara sürdüm.


Abime  çok eski Tarkan fasiküllerini hediye ettim.


Tiyatro bileti aldım. (Kasım ayına:)


Ukulelelemle Reggae çalışmaya başladım.


Valizimi hazırladım. Gene yol göründü gurbete... 
Bu kez.... Okyanus ötesine:)