Derinlik şarhoşluğu halk arasında vurgun dediğimiz olayın sempatik söylemi olmalı. Bu gerçek sarhoşluk gibi etkiliyor. İyi düşünememe, cesaretin çok artması ve korkunun azalması gibi durumlara neden oluyor. Eğer bu sarhoşluğun bir kez tadını almışsa insan sanırım vazgeçemiyor.
31 Ocak 2009 Cumartesi
Derinlik Sarhoşluğu ve Değirmendere
Derinlik şarhoşluğu halk arasında vurgun dediğimiz olayın sempatik söylemi olmalı. Bu gerçek sarhoşluk gibi etkiliyor. İyi düşünememe, cesaretin çok artması ve korkunun azalması gibi durumlara neden oluyor. Eğer bu sarhoşluğun bir kez tadını almışsa insan sanırım vazgeçemiyor.
30 Ocak 2009 Cuma
Eski Devrin İzini Bugün Sürmek
Sevip takip ettiğim pek çok blog var. Bunlardan biri diğerlerinden epeyce farklı. Nedir en büyük farkı? Bugünün ve geleceğin değil de geçmişin izini sürmesi. Zaten blog sahibi kendisi de bloğu için "Eski devrin izini bugün sürmek." demiş. "Mazide Dilhun idim şimdi müsemma-i Pasban" diyerek başlığını sürdürmüş.
Bloğuna 2009'un Ocak ayı başında yazmaya başlamış. İzmit'te yaşıyor. Şöyle anlatıyor kendisini: "Kocaeli'de doğup büyüyen bu satırların yazarı,18 yaşından sonra Bursa'ya gitti, bir o kadar da burada yaşadıktan sonra tekrar Kocaeli'ne döndü. Halen kamuda idareci olarak çalışmaktadır" Nokta. Bukadar öyle mi?
Aynı zamanda kendileri kızkardeşimin sevgili kocası olmaktadır. Bunu yazmamış ama...Hımm! Kendini bekar mı göstermek istiyor acaba? Sakın kimse niyetini bozmasın ayrıca iki çocuk sahibi bir beyefendidir. Karışmam sonra!
Sevgili Pasban'la bir araya geldiğimizde okadar güzel muhabbet ederiz ki, kızkardeşim kıskanır hatta...Der ki "Ben mi kardeşinim, O mu yoksa? Aaa! Biraz da benimle konuşsana!" Ama biz geçmişte yol alırız da kimi zaman Pasban'la, yanımızdakileri unuturuz. Ne yapalım katılsınlar onlar da bizim kervanımıza ve hep birlikte çıkalım geçmişteki yolculuğumuza!
İlgi alanları hakkında" Eskiye dair her ne varsa beni ilgilendirir.Eski şiiri özellikle aruzu çok severim.Eski şiirin siluetine benzer şeyler karalamaya çalışırım." demiş. Peki "Pasban "nedir? Ne anlama gelir? Bunu da gene kendi kaleminden okuyalım istiyorum :
"Eski şiirin siluetine benzer şeyler kaleme almaya başladığım 1991 de ki; ilk gazele benzer metni o tarihlerde yazmıştım, Dilhun (içi kan ağlayan-çok üzgün) kelimesini mahlas olarak kullanıyordum. Daha sonra aşağıda göreceğiniz beyti yazınca -yanılmıyorsam 2005 yılıydı- Pasban'ı tercih ettim. Pasban Farscada bekçi anlamına gelir.Bloga adını veren pasbanın öyküsü budur. "
Peki Pasban neyin bekçiliğini yapmaktadır acaba? Bence birzamanlar Dilhun (içi kanağlayan-çok üzgün) du. Neden ? Bizim kızı vermiyordu babam kendisine de ondan! Zordur almak bizden kızı. Öyle ki, insan eziyetten Dilhun olur. Ama sonra muradına erince Dilhun değildir de Pasban'dır artık. ? Eeee! İnsan zor sahip olursa sevdiceğine işte böyle aşkının bekçisi olur. Benim balık burcu, şiir seven, romantik kardeşim dayanabilir mi böyle şair bir çocuğa. Kıyameti koparır babaya evleneceğim diye illa... Sonra malum onlar ermiş muratlarına...
İşte Sevgili Pasban'ın blogunu merak eden olursa, bu sayfanın sol tarafındaki sevdiğim bloglar arasında göreceksiniz. Çok severim kendisini!
Fotograflar - Numan Serteli
29 Ocak 2009 Perşembe
Okutmaya Gönüllü Olmak
Hayatı paylaşmaya Gönüllü Olmak!
Gönüllülük ilginç bir psikolojik durumdur. İşinizi gücünüzü bırakacaksınız, kendinize ait zamanı ücret almaksızın başkaları için harcayacaksınız. Bunu anlamak çok kolay değildir. Bunu hissedebilmek için gönüllülükle birşeyler yapmak gerekir. Eğer yaşamınızda gönüllü olarak yaptığınız hiç bir iş olmamışsa, bu işin keyfini almadan dünyadan göçeceksiniz demektir. Ve size bir şey söyleyeyim mi gönüllülükle hayata yaptığınız katkının verdiği mutluluğu hiçbir seyde bulmak mümkün değildir. Farklı bir lezzettir bu. Bu lezzet sadece dilde değil yüreğin her zerresinde hissedilir.
28 Ocak 2009 Çarşamba
Cenova'lı Ninja'nın Tarifiyle Kurabiye
27 Ocak 2009 Salı
Elveda Lenin ve Annem
Şifasız bir hastalığa yakalanan annem,son günlerinde yattığı yatağında benden siyah üzüm istemişti. Üzüm zamanı değildi.Ama şimdi zamanı yok ki meyvenin.Her meyve her mevsim bulunabilir. Şehrin tüm manav ve marketlerini dolaşmış ama siyah üzüm bulamamıştım. Yeşil üzüm vardı ama siyah üzüm yoktu. Sonunda hiç ummadığım bir yerde buldum siyah üzümü.O anki mutluluğumu unutamam. Hemen eve gidip, yıkadım ve anneme verdim. Bir salkım siyah üzümden iki tane yiyen annem,bana baktı ve gülümseyerek “Boyadın mı sen bu üzümü?” dedi. Yattığı yerden komikliğine devam ediyordu.
turşu istemesi ve Alex’in , annesine istediği turşuyu bulmak için yaptığı koşuşturmayı seyredince o günler geldi aklıma.
Doğu Berlin’de yaşayan Alex’in annesi,sosyalist bir eylemcidir. Kalp krizi sonucunda girdiği komada kaldığı sekiz ay içinde Berlin Duvar’ı yıkılmış ve Berlin siyasal, ekonomik ve sosyal değişim süreci içine girmiştir. Komadan çıktıktan sonra, doktorlar hiçbir şekilde annesinin şok atlatmaması gerektiğini söyleyince, Alex ,annesine özel bir ortam hazırlama çabasına girer. Şehirde her şey değişmiştir aslında. Elveda Lenin adlı filmde annesinin hiçbir şekilde bu değişikliği fark etmemesi için mucizevi bir çaba gösteren Alex’in yaşadıklarını seyrediyoruz.
Spor Yapmak İyi Bir Şey mi?
Bazen düşünüyorum. Gerçekten bazen düşünürüm. Genelde düşünmeden yaparım da herşeyi. Karar vermek için bir şeye öyle uzun boylu düşünenlerden değilim. Aklıma gelir bir şey. Hoşuma gideceğini düşünüyorsam o an. Tamam. Karar verilmiştir. Yaparım. Sonra nereye gider bu işin sonu demem. Başlarım. İlginçtir uzun sürer başlattıklarım. Şimdiye kadar da sonu kötü biten bir maceram olmadı. Galiba ben şanslı biriyim.
Haydi bakalım!Şimdi nerden geldim ben buralara?Aslında spor konusunda bir yazı yazmaktı niyetim. Şöyle başlayacaktım. Bazen düşünüyorum "Spor yapmak iyi bir şey mi?". Haftada üç gün iş çıkışı spora giderim. Buna gitme denmez aslında sürünerek gitme desek daha uygun olur diye düşünmekteyim. Bütün gün, konuş..konuş..koştur..koştur.. akşam üzeri pilim bitiyor tabi.. İş çıkışı spora gitmek mi? Of,ya! Niye? Niye? Kim demiş spor sağlıklı bir şey diye? Kim söylemiş spor ömür uzatır diye? Yapılmış mı gerçekten bu konuda istatistik? Var mı uzun yaşayan sporcular? Oysa gene şöyle bir düşünüyorum da en uzun yaşayanlar Çinli köylüler. Neden? Fazla hareket etmiyorlar. Eee! O zaman?
Sabah sabah düşünmeye devam ettim gene.. Çevremdeki spor yapan insanları düşündüm. Yaş aldım ya epeyce, bazı insanların sonlarını görebilmem mümkün oldu. Mesela bizim kasabanın çok meşhur bir karate -judo -taekwondo hocası vardı. Hatta büyük oğlum da bir süre devam etmişti onun spor okuluna. Ne oldu adamın sonu? Bıçaklanarak öldürüldü. Yıllarca kendini savunma sanatına emek vereceksin ve döğüş sanatının ustası olacaksın. Sonra kendini savunman gereken bir durumda, yapamayacaksın gereğini ve böyle ironik bir yolla Hakkın rahmetine kavuşacaksın. Nasıl bir durumdur bu böyle?
Gelelim Muhammet Ali Clay'e. Kelebek gibi uçan, arı gibi sokan,bir zamanların en iyi boksörü ünvanlı ağır siklet boks şampiyonuna.Babam çok meraklıydı boks maçlarına ve unutulmaz gösterilerini seyretmek için sıcak yatağımızı bırakıp gece yarıları kalkardık. Gösterileri diyorum çünkü her bir maçı büyük bir olaydı. Büyük sporcu 1984 yılından beri parkinson hastası. Vücutta titreme,denge sorunu, hafıza kaybı gibi sorunları ihtava eden bir hastalık sahibi şimdi efsane sporcu. Şimdi düşünelim bakalım. Ne oldu okadar spor yapmak? Sonu böyle olacağını bileydi yapar mıydı spor Muhammet Ali Clay?
25 Ocak 2009 Pazar
4 Ay 3 Hafta 2 Gün ve Bükreş
Şehri gezerken, sanki memleketimizin yirmi yıl önceki haline ışınlanmışız gibi hissettik kendimizi. Ayrıca renksiz, gri bir şehir ve yüzü gülmeyen insanlar. Biz Akdeniz ırkının tam bir örneğiyiz. Gürültücü ve neşeli:) Sanki şehir durmuştu. Sadece biz konuşuyor, gülüyor ve hareket ediyorduk. Sanki onlar hayretle bizi seyrediyorlardı. Bir kaç gün yaşamlarını renklendirdik insancıkların fena mı?Ama bir beş yıl sonra gelirsek Bükreş'e göreceğimiz odur ki muhteşem bir Avrupa başkenti çıkaracaktır ortaya. Hem de bizim mühendisler! Türkler yeni baştan inşa ediyorlar Bükreş'i.
2007 Cannes Film Festivali'nde Altın Palmiye Ödülü almış. Filmin konusu kürtaj. Kadınlar elbette tek başlarına hamile kalmıyorlar. Ama sorunlarının çözümünde yanlarında erkek arkadaşları yok.Filmde kadınların muhteşem dayanışmaları ile kendi başlarına yaptıkları çabalar anlatılıyor. Yasal olmayan yollar ve gayri sihhi bir ortam. Ders alınacak ve etkilenilecek bir film. Filmin sonundaki yemek sahnesini unutmak mümkün değil.
24 Ocak 2009 Cumartesi
Barış Manço - İmkansız Aşklar
Arkadaşlarımla 1970 den günümüze nostaljik şarkıların hatırlanıp söyleneceği geceye gittiğimde,gecenin olmazsa olmazı Barış Manço şarkılarıydı tabi. Barış Manço benim... çocukluğum...gençliğim... ve bugünüm.. mutlaka ki geleceğim... Şarkılarıyla, tarzı ve duruşuyla,"Yediden yetmişe" adlı özel televizyon programlarıyla, herkesin gönlüne taht kurmuş,çok sevip çabuk yitirdiğimiz bir efsane isim.
Diğer romantik şarkısı da unutulmaz müziği ve sözleriyle"Kol Düğmeleri" dir. Hani son gece sevgilisinden iki küçük kol düğmesi hediye almıştır. Sessizdirler. Geriye konuşulacak bir şey kalmamıştır ya hani.. Kol düğmeleri aşklarının simgesidir artık. Yalnız gece buluşup, yaşlı gözlerle sabah ayrılan, ayrı yollardaki sevgililer için yazılmış bir şarkıdır.
Bazı insanlar vardır tanışmazsınız ama hayatınıza renk katan, dünyayı daha yaşanılır kılan insanlardır onlar. Barış Manço hayatımın renklerinden biridir. Şarkılarını söylemek bünyeme daima iyi gelir ve tüm acılarına rağmen hayatı daha katlanır kılar.
24.Ocak 2009 Değirmendere
23 Ocak 2009 Cuma
Ersin Karabulut ve Sandık.içi
Okuduğum haftalık mizah dergileri arasında en sevdiğim Uykusuz ve her çarşamba elime aldığımda ilk okumak istediğim de galiba Ersin Karabulut ve Sandıkiçi! Meraklısı olduğum için, kim bu çocuk diye sanal alemdeki yazılara bakmıştım. Ersin Karabulut 1981 doğumlu, öğretmen anne babanın ikinci çocuğu. Babası da resim yaparmış.Kendisi sinema ve çizgi romana ilgiliymiş çocukluğunda. İlk karikatürü 16 yaşındayken Pişmiş Kelle'de yayınlanmış. Halen Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuyor. Bir süre muhtelif dergilerde çizdikten sonra,Penguen dergisinde "Sandık İçi" isimli öykü karikatür köşesini çizmeye başlıyor.Daha sonra birkaç arkadaşı ile birlikte Penguen'den ayrılıyorlar ve Uykusuz'u çıkarmaya başlıyorlar.

22 Ocak 2009 Değirmendere
Yazan-Vildan
22 Ocak 2009 Perşembe
Orhan Gencebay - Hatasız Kul Olmaz!
22 Ocak 2009 Değirmendere
Yazan - Vildan
21 Ocak 2009 Çarşamba
Chan Wook Park - İntikam Meleği
İntikam Meleği'nin konusu kısaca şöyle: İşlemediği bir suçu üstlenerek, 13 yıl kadın tutukevinde hapis kalan bir genç kadının, hapise girdiği andan itibaren planladığı intikam sürecini anlatan bir film.Bir kadın intikam almayı planlarsa, nasıl ince hesap ve zarif tekniklerle, dantel gibi ilmek üstüne ilmek ekleyerek bu işi beceriyor,öğrenmek için bu filmi mutlaka seyretmek gerek...
Filmin müzikleri olağanüstüydü. Etkileyici müziği, vurucu ve şaşırtıcı konusu,dehşete düşürücü sonu ile filmi seyrettikten sonra herkes bazı durumlarda gerçekten intikam alır mı, intikam almak gerekir mi,ben de intikam almaya niyetlenir miyim diye düşündürüyor film...
17 Ocak 2009 Cumartesi
Özcan Alper - Sonbahar
Daha yeni Kim Ki Duk'un İlbahar,Yaz,Sonbahar,Kış,İlkbahar filmini izlemiştim ve bu filmi bloguma yazmıştım.Bugün ise memleketim gençlerinden birinin, Özcan Alper'in yazdığı ve yönettiği bir film olan Sonbahar'ı seyrettim. Özcan Alper'in ilk uzun metrajlı filmiymiş ve yukarıdaki fotoğraf Adana Altın Koza Festivali'nde ödül aldığında çekilmiş. Özcan Alper Artvin Hopa doğumlu ve film yönetmenin kendi coğrafyasında Çamlıhemşin'de geçiyor. Filmde Hemşince ve Gürcüce konuşuluyor. Film yılın en iyi on filmi arasında. Gerçekten çok güzel bir film...
Film “…her daim düşleri peşinde koşan sabırsızlık zamanının güzel çocuklarına…” ithaf edilmiş. Çünkü ülkemizde 122 kişi ölüm oruçlarında, 32 kişi de hayata dönüş operasyonlarında hayatını kaybetmiş.
Filmin kahramanı Yusuf da üniversitede okurken, katıldığı eylemlerden dolayı 22 yaşında mahkum edilmiş ve cezaevine girmiştir. Yani Yusuf'un ömrünün ilkbaharı hapiste geçecektir.10 yıldır tutukluğu kaldığı hapishanede F tipi cezaevlerini protesto etmek için açlık grevi yapan gruba katılır. Ciğerleri iflas eder. 2 yıl daha cezası varken sağlık nedeniyle tahliye edilir.
Ömrünün ilkbaharını tutuklu geçirmek durumunda kalan Yusuf, yazı hiç göremeden ömrünün sonbaharına atlayacaktır. Hani vardır ya türkümüz"Baharı görmeden yaz geldi geçti "diye,sanki bu türkü Yusuf gibiler için söylenir.Amansız bir hastalığa yakalandığını öğrenen Yusuf, cezaevinden çıktığında, son günlerini geçirmek üzere,köyde yaşayan yaşlı annesinin yanına gider. İşte Karadeniz'in sonbahar mevsimindeki olağanüstü güzel doğası ile ömrünün sonbaharını yaşayan Yusuf'un hüzünlü hali kesişir.Hazan'a hüzün bir kez daha acıtarak yakışmış, bu filmde yönetmen tabiat ve insan doğasının sonbaharını şahane görüntülerle beyaz perdeden yüreğime geçirmeyi başarmıştır.
Bana göre çekimler, mekanlar ve sosyal ortamlar okadar doğal ki, filmde rahatsızlık verici birşey bulmak mümkün degil. Annesiyle karşılaşmasında Hemşince konuşmaları filmi çok daha samimi kılmış. Bildiğim kadarıyla Yusuf'un annesini, bizim köylü teyzelerden birisi oynamış. Yönetmenin buna cesaret etmesi insanı hayrete düşürüyor ama annemiz de rolünü hakkıyla yerine getiriyor. Kırk yıllık sanatçıymışcasına annenin hüznünü tüm doğallığıyla seyirciye geçirmeyi becerebiliyor.
Filmin bizimle paylaştığı bir başka memleket gerçeği de Karadeniz'deki tabir i caiz ise nataşalar meselesi. Rusya'nın parçalanması sonucunda bağımsızlığını kazanan ülkelerdeki trajediler nedeniyle ülkemize gelen Gürcü kadınları konu etmiş film. Neden böyle durumlarda kadınlar ve çocuklar hep çile çekerler diye düşündürüyor film insana. Zira filmdeki kadın kahraman Elka memleketinde küçük çocuğunu bırakmış ve para kazanmak için Karadeniz'e gelmiş bir Gürcü kadındır.
İdeolojik düşünceleri peşinde yılları hapiste geçmiş Alper ve ülkesinin ideolojik meseleleri yüzünden çocuğundan ve memleketinden ayrı düşmüş, istemediği yollardan para kazanmaya çalışan Gürcü Elka'nın yolları kesişiyor. Yönetmen büyük bir zerafetle filmin sosyal mesajını seyirciye geçirmeyi başarabiliyor. Neler olup bittiğini tekrar tekrar düşündürüyor.
Yusuf hapisteyken babası ölmüştür ve ablası evlenip gitmiştir. Annesi yaşlanmıştır. Köyde daha çok yaşlılar yaşamaktadır. Arkadaşı Mikail köyde yaşamaya devam etmekte ancak ruh sağlığı onun da çok iyi değildir.
Yusuf yıllarca hapis yattığı ve birkaç aya kadar öleceğini bildiği için içine kapanık bir hali vardır.
Yusuf rolündeki Onur Saylak Yusuf'un hüznünü seyirciye geçirmeyi iyi başarıyor. Ben Yusuf da bir pişmalık durumu hiç sezmedim. Bence Yusuf'un hüznü,bukadar genç yaşta öleceğini bilmenin getirdiği doğal bir hissiyat durumu. Hiç kolay değildir ki bu durumun kabullenilmesi...
Mevsim sonbahardan kışa dönmüştür. Yusuf elindeki tulumla annesine şahane bir ezgi terennüm ederken, tulumun sesi bir annenin oğula yaktığı bir ağıta eşlik etmeye başlayacaktır.
İnanılmaz bir ağıttır bu! Memleketimin o yürek dağlayan ağıtlarından! Sonbahar bitmiş ve bembeyaz örtüsü ve sessizliği ile artık kış gelmiştir.
Doğal güzelliklerin değişimi ile yönetmen anlatmak istediği hikayenin çok güzel anlatıcısı olmuş. Film çok ağır akıyor olsa da görüntüsü, oyunculuğu,müziği ve vermek istediği sosyal mesajları ile okadar etkileyici ki, sabırla fimin sonunu bekliyorsunuz. Tavsiye ederim . Çok güzel bir film.
15 Ocak 2009 Perşembe
Wong Kar Wai ve Aşk Zamanı
Ne yazık ki bu dile getirilemeyen bir aşktır. Onların birbirleriyle konuşması gereken yerlerde filmin olağanüstü müzikleri devreye girmektedir. Filmin müziğindeki keman, o muhteşem sesiyle, onların yerine ağlayarak sanki aşklarının itirafını yapmaktadır. Bu kendilerince seslendirilemeyen ve ten teması olmayan bir aşktır.

Filmin bir sırrı olacaktır aslında... "Eğer birinin kimseyle paylaşmak istemediği bir sırrı varsa,bir dağa çıkar,bir ağaç bulur,ağaca bir delik açar ve sırrı o deliğe fısıldar.Ve onu çamurla kapar. Böylece sır orada sonsuza kadar kalır." Filmde ki sır da filmin sonunda Bay Chow tarafından bir deliğe fısıldanır ve üzerini otla kapatılır...