Yalanım
yok. İştahlı biriyim. Sadece yemeğe değil, şu fani dünyanın merak
ettiğim her şeyine fena halde iştahlanabilirim. Hele kitaplar ve
yemekler bir araya gelmişlerse... Veeee... Bir yemek kitabında değil,
bir romanda, bir öyküde veya bir şiirde yemekle ilgili cümleler
geçiyorsa hele... Heyy! Deymeyin keyfime... Sevinçten çıldırabilirim. O
kitabı döne döne okuyabilirim. Bu akşam işten eve biraz erken döndüm.
Yemek pişirecektim ama yemek pişirmeyi gene oyuna dönüştürdüm. Neden biliyor musun? Bugün bir arkadaşımla ofiste konuşuyorduk. Bir ara söz döndü dolaştı iftara ne pişirelim'e geldi.
Arkadaşım dudağını sarkıttı. Kirpiklerini kırpıştırdı. Gözlerini devirdi... "Yemek pişirirken geçen zamanıma acıyorum." dedi. Nasıl üzüldüm anlatamam. Cemal Süreya'nın iki dizelik bir şiiri vardır ya hani... "Yemek için ne düşünürsünüz bilmem. Ama kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı." der. Bilirsin, şair sözünü her daim hakikat bellerim.
Hakikaten
kahvaltının mutlulukla bir ilgisi olmalı. Sadece kahvaltının mı peki? Yoo... Tüm
yemeklerin mutlulukla bir ilgisi olmalı. Arkadaşıma "Sen
hiç Barış Bıçakçı kitabı okudun mu? diye sordum. "Sorulur mu?" dedi. "Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i
bir solukta bitirdim yuttum." "Ne iyi!... O halde Bizim
Büyük Çaresizliğimiz'in bir yemek kitabı ayarında olduğunu
farketmişsindir." dedim. Yüzüme şaşkınlıkla baktı. "Yemek kitabı mı?
Şaşırdın mı sen... O kitap hüzünlü aşk öyküsüdür." dedi. Güldüm. "Bu
akşam bize gelsene. Sana Barış Bıçakçı usulü yemek
yapmayı göstereceğim." dedim. Kaşlarını devirdi. "Bu akşam seyredeceğim
dizilerim var. Kaçıramam." dedi. Gelmedi. Televizyonda dizi seyrederken
geçirdiği zamana değil, yemek pişirirken geçirdiği zamana üzüle üzüle
evine gitti.
İşten dönüşte kapıdan girdiğim gibi ayakkabılarımı evin girişindeki hole fırlattım. Sonra koşar adım kitapların yanına vardım. Barış Bıçakçı'nın aklımdaki kitabını rafından kaptım. Bizim Büyük Çaresizliğimiz'de yemek geçen cümlelerin yanına kocaman bir Y harfi yazdığım için, gördüğüm tüm Y harfli paragrafları aceleyle taradım. Buldum. 46. sayfa... İşte bu sayfada yazan "Barış Bıçakçı usulü fırında patates" yaptım. Şöyle:
"Halka
halka doğranmış patatesler ve soğanlar tepsiye, bir sıra patates bir
sıra soğan olacak biçimde dizilir, üzerlerine tuz, kimyon, karabiber,
kekik ve kırmızıbiber katılmış salçalı su dökülür, ince tereyağ
dilimleri yerleştirilir ve fırına verilir. Pişirilince afiyetle
yenilir."
İşte bu tarifin tıpkısını yaptım. Tepsiyi fırından çıkardığımda, kitabın 100. sayfasında dediği gibi... Hımmm... Nasıl güzel bir koku kaplamıştı mutfağı anlatamam. Hemen beyaz porselen bir tabağa Barış Bıcakçı Usulü pişirdiğim yemekten üç kaşık koydum. Tam o anda ezan okundu. Mutfaktaki masanın başındaki sandalyeye oturdum. Önce bir bardak suyu üç yudumda hüplettim. Sonra gözlerimi yumup inandığım Tanrı'ya şükrettim. Çatalımı tabağa iştahla daldırdım. Tam ağzıma atacaktım ki, hemencik duruverdim. Acele etmek yoook... Her lokmasından haz ala ala yemeğe niyetliyim. Düşünsene tüm gün bu anı beklemişim. Burnumun ucuna getirip, yemeği hevesle kokladım. Hımmm... Miss! Usulca ağzıma attım... Heyy! Nefis!.. Biliyoruz ki yaşam sonsuz değil. Ölümlüyüz hepimiz. Bir gün her şey sona erecek. Kitabın adı gibi bu durum bizim en büyük çaresizliğimiz elbet... İşte bu çaresizlik içinde filmler, kitaplar, inanarak tekrarladığımız ritüeller bir illüzyon geçirirler. Hayatı eşsiz kılmayı becerirler.
İşte bu tarifin tıpkısını yaptım. Tepsiyi fırından çıkardığımda, kitabın 100. sayfasında dediği gibi... Hımmm... Nasıl güzel bir koku kaplamıştı mutfağı anlatamam. Hemen beyaz porselen bir tabağa Barış Bıcakçı Usulü pişirdiğim yemekten üç kaşık koydum. Tam o anda ezan okundu. Mutfaktaki masanın başındaki sandalyeye oturdum. Önce bir bardak suyu üç yudumda hüplettim. Sonra gözlerimi yumup inandığım Tanrı'ya şükrettim. Çatalımı tabağa iştahla daldırdım. Tam ağzıma atacaktım ki, hemencik duruverdim. Acele etmek yoook... Her lokmasından haz ala ala yemeğe niyetliyim. Düşünsene tüm gün bu anı beklemişim. Burnumun ucuna getirip, yemeği hevesle kokladım. Hımmm... Miss! Usulca ağzıma attım... Heyy! Nefis!.. Biliyoruz ki yaşam sonsuz değil. Ölümlüyüz hepimiz. Bir gün her şey sona erecek. Kitabın adı gibi bu durum bizim en büyük çaresizliğimiz elbet... İşte bu çaresizlik içinde filmler, kitaplar, inanarak tekrarladığımız ritüeller bir illüzyon geçirirler. Hayatı eşsiz kılmayı becerirler.
Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz
adlı romanından öğrenerek, severek pişirdiğim yemeği iftarda yedim ya... Bir kez
daha anlamıştım... Hayatta bütün tatlar ekşi ya da acı değildi. Hayat
tekrarlanan küçük keyiflerin bileşkesiydi. "Yemek güzel olmuş mu?"
sorusunun keyfiydi... Yahut "Eline sağlık" demenin
harikuladeliği... Oruçluyken "İftar vakti geldi mi?" demenin şahaneliği... Lezzetli bir yemek yemenin o tarifsiz
hazzıydı belki... Hayatın rutuninde farkına pek varamadığımız, masada geçirilen saatlerin o
muhteşem güzelliğiydi sanki.
Bizim tüm çaresizliklerimize rağmen, hayat ne acayip güzellikte bir şeydi!..