bilgi üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
bilgi üniversitesi etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2014 Perşembe

Bir Hikâyenin Keşfinden, Bir Yazarın Keşfine Yolculuk


Ahmet Hamdi Tanpınar'ın hikâyeleri arasında,  beni en zorlayan Yaz Gecesi'ydi. Ne zaman okusam, aklımın erişemediği, açıklayamadığım, çözemediğim bir sır saklıyormuş hissine kapılıyordum.  Bilinmezliğin dayanılmaz çekiciliği bu olmalı... Saklambaç oynayan yeni yetme  çocuk gibi, döne dolaşa  cümlelerini okuduğum halde, mümkünü yok, gizlediğini bulamıyor, sırrına mazhar olamıyordum.  

Keşfetmek için  kıt edebiyat bilgimin, zihnimin dikkat ve gayretinin  yetmeyeceğine kanaat getirdiğimde, sanal ansiklopediye Yaz Gecesi'ni çözümleyen bir edebiyatçı olup olmadığını sordum. Nanananooom!.. İşte bulmuştum... Kitap-lık Dergisi 40. sayı. "Süha Oğuzertem - Gizemli Bir "Yaz Gecesi"nde Freud, Joyce ve Tanpınar"

Gizemli bir Yaz Gecesi... Tamam... Buydu işte!..  Gizemli!
Ayrıca Freud ve Joyce... Ahmet Hamdi Tanpınar'ın okuruyla oynadığı oyunun içinde  bambaşka oyuncular varmış demek ki... Yemin ederim,  Freud ve Joyce'un da işin içinde olduğunu kırk yıl düşünsem aklıma getiremezdim. Nerden bilebilirdim? Neyse. “Bilmemek değil öğrenmemek ayıptır bizim köyde. Okuyunca öğreneceğim. Ne güzel!" dedim.  Tüm hevesimle yazıyı aramaya koyuldum.

Binlerce kasırga aşkına...  Bu sayı tam on dört yıl öncesine, 2000 yılına aitti! 
Fıtratım gereği önce yıkıldım tabii... Sonra hemen toparladım kendimi...  Bilgisayar başına oturdum. Sanal ansiklopediye bu kez, Süha Oğuzertem kim, diye sordum.  Bilgi Üniversitesi Karşılaştırmalı Edebiyat Bölümü hocasıydı. Hakkında yapılan yorumlara göz gezdirdim. "Karşılaştırmalı Edebiyatın ustası... Zaman canavarı... Disiplinler arası çalışıp disiplini her anlamda yaşamına sokan bir bilim insanı... Karşılaştırmalı Türk Edebiyatı onsuz düşünülemez...  Düşünceli... İyiliksever... Hemen her konuda özenli...  Az yazdığından pek bilinmeyen memleketin edebiyat eleştirisi alanının en önde gelen eleştirmen - akademisyeni... "  Hay canına sayın seyirciler!  Resmen gizemli bir hikâyenin keşfinden gizemli bir yazarın keşfine yolculuk yapıyordum.

Bir kaç sahafa Kitap-lık dergisinin 40. sayısını sordum. Yok! Sanal kitapçılarda dolandım. Yoklar silsilesi. Tükenmiş. Bulamıyordum.

Dün  İstanbul'da  işim  vardı. Marş marş  Boğaziçi  Üniversitesi'nin kütüphanesine gittim. Kitap-lık Dergisi'nin 40. sayısını ve  99. sayfasındaki aradığım yazıyı buldum. Derginin tamamının  fotokopisini çektirdim. İşte elimde… Çok mutluyum! 

Doğrusunu söylemem gerekirse, Süha Oğuzertem'in,  Yaz Gecesi hakkındaki gizem dolu yazısını henüz okumadım. Bu yazıyı o kadar çok aradım ki...  Biraz nefeslenmeliyim. Yoruldum:)

22 Nisan 2013 Pazartesi

Ve Modern Şiir Ve Kurtlarla Koşan Kadınlar Ve Mavi Sakal


Elimde Kurtlarla Koşan Kadınlar adlı bir kitap var. Bugünlerde kadın meselesiyle ilgili bir kitap okumaya ihtiyaç hissettim. Kısmetime bu kitap denk geldi. Galiba niye bu kitabı okumaya niyetlendiğimi anlatmadan, konuya gene bodoslama girdim.

Bak şimdi... Üşenmedim, gözümde büyütmedim, edebiyatçı mıyım, ne işim var Bilgi Üniversitesi'ndeki Modern Türkçe Şiire Yeniden Bakmak adlı programda demedim, tam  altı hafta, her cumartesi günü, İstanbul'a gittim. Ömrümde tek dize şiir yazmamış biriyim. Ama çok şükür şiirden etkilenen bir bünyeye sahibim. Şiirin menzilinde dolaşmayı çok seviyorum. Metin Üstündağ'ın söylediklerine aynen katılıyorum: "Şiir fesleğen çiçeği gibi. Geçerken eliniz değer, müthiş bir koku; genziniz bayram eder. Şiirin az okunması değil mesele, hayatımızdan iyice çekilmesi acı. Şiir sadece sözcüklerle yazılmaz. Bazen bir jest, bir mimik, bir ince marifet de şiir olabilir. Katır kutur bir hayat yaşıyoruz. Mizah ve şiir bu hayatı biraz inceltmeye çalışıyor." Şiirin hayatımın içinde olmasına ihtiyacım var. Şiirsiz bir hayat yavan geliyor bana... Şiirle ruhumun beslendiğini hissediyorum.

Edebiyatçı olmasam, şiir yazmasam bile, madem Orhan Kahyaoğlu böyle bir şiir programını, akademik bir ortam içerisinde koordine etmiş, üstelik ücretsiz, kaçırır mıyım? Elbette güle oynaya gittim. Her hafta, her bir anlatıcıyı tüm merakımla dinledim. Nefis bir programdı. Emeği geçenlere çok teşekkür ederim. İyi ama... Son haftaya kadar tek kadın şair adı geçmedi. Ne fena!.. İlk kez 1970-80 arası şiirde, çok şükür Gülten Akın devreye girdi. Onca sene niye hiç kadın şair çıkmamış memleketimde peki? Erkeklerin yazdığı her şiir,  kadın duygularına tercüman olabilir mi? Önümüzdeki hafta 1980 sonrası şiirde ise anılacak pek çok kadın şair olacak elbette... Yeterli mi? Bu vaziyete fena halde dertlendim. Neyse işte... Kurtlarla Koşan Kadınlar'ı okumak iyi gelecek bana... Öyle düşündüm. Çünkü bilindiği gibi insanlık tarihi boyunca bastırılmış, örselenmiş kadınların durumunu sosyal, kültürel ve ekonomik açıdan ele alan çok sayıda inceleme var. Kurtlarla Koşan Kadınlar bence farklı bir kitap. Yazarı Dr. Clarissa Estes bir şair, psikanalist ve geleneksel öykü derleyicisi. Kitabın arka sayfa açıklamasında kitapla ve yazarla ilgili şöyle bir açıklama var: "19. yüzyılla birlikte insanlığın doğadan kopuşu ve duygulara yer vermeyen kapitalist bir endüstri çarkının içinde kayboluşundan yola çıkarak, kadınların yapması gereken ilk şeyin içlerindeki doğal sesi keşfetmek olduğunu söylüyor ve kadınların içlerinde yatan sınırsız güç ve yaratıcılığın, kurtların doğal yabanılığında yattığı savını ileri sürüyor. Kadınların çoğu zaman farkında olmadan içselleştirmek zorunda bırakıldıkları eziklik ve yetersizlik duygusuna, bastırılmış cinsel güdülerine çok değişik bir malzemeden yaklaşıyor. Masallar! İnsanlığın ortak bilinçaltının aynaları olduğunu düşündüğü masallar aracılığıyla kadın psişesinin derinliklerine iniyor ve bir çok açmazdan kurtulmalarına yardımcı olacak masal tadında terapiler uyguluyor."

Ne yalan söyleyeyim,  farklı kültürlerden derlenen masallar üzerinden, kadim kadın meselesi hakkında yazılanları okumanın bana iyi geleceğine, bir nevi ruhsal vitamin işlevi göreceğine inanıyorum. Bu kitap bir solukta bitirilebilecek kitaplardan asla değil. Zihnimi silkeleye silkeleye, iyice sindire sindire okumaya niyetliyim. İlk okumaya başladığım öykü Mavi Sakal... Az buçuk farklılık gösterse de dünyanın değişik coğrafyalarında hep bilinen Mavi Sakal masalını okuyunca, aklıma öncelikle Murathan Mungan'ın Yedi Kapılı Kırk Odası'nda anlattığı Mavi Sakal novellası geldi. Elimdeki kitabı bıraktım. Nedense Murathan Mungan anlatımıyla Mavi Sakal masalını tekrar okumaya heves ettim. Sonra.... Gecikmeden Kurtlarla Koşan Kadınlar arasına katılıvereceğim.

Görüyor musun? Şiir programına gittim. Program koordinatörü böyle bir sonuç düşünmüş müydü bilmem ama...  Kurtlarla Koşan Kadınlar'a katılmak üzereyim:)

Du bi... İyisi mi önce Mavi Sakal'dan bir şarkı dinleyeyim:)

"Neden soruyorsun
Nereye gideyim
İki yol var demiştim
Hangisini seçeyim
Korkma bebeğim hepsinin sonu aynı
Çok yukarlarda biri mumları yaktı "


17 Mart 2013 Pazar

O Belde? Durur Menâtık - ı Dûşîze-yi Tahayyülde;


Bu sabah erkenden uyandım. Kahvemi aceleyle hüpledim. Otobüse atladığım gibi... Hey... Ver elini İstanbul... Harem'de otobüsten indim. Hava nasıldı biliyor musun? Buz... Buz... Hiiç aldırmadım. Hemen arabalı vapura atladım. Boğaz'ın o harikulade güzelliğine  sanki ilk kez görüyormuş gibi hayretle bakakaldım. Yahya Kemal Beyatlı'nın o eşsiz dizelerini kendime uydurarak içimden tekrarladım. "Sana bugün arabalı vapurun buğulu camından baktım aziz İstanbul. Görmedim sevmediğim hiçbir yer. Ömrüm oldukça gönül tahtıma keyfinle kurul. Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer."  Sade bir semtini sevmek... diye fısıldadığım anda... Tam o anda... Bir İstanbul semti aklıma düştü. Boyacıköy!..  Ben Boyacıköy'ü, hiç gitmeden, hiç görmeden, sadece Murathan Mungan'ın Kırk Oda adlı kitabında yer alan bir öyküsü sebebiyle sevmiştim.  Senelerdir Boyacıköy'ü merak ederim.  Sadece hayal ederim.  Gitmeye cesaret edemem. Öyküde anlatıldığı gibi Boyacıköy bir hüznün mekanı mıdır? Dört mevsim sonbaharı yaşar mı? İnerken solda, boyaları dökülmüş, köhne görünüşlü  bir telefon kulübesi var mı? Arkasında puslu deniz durur mu? İntihar karası bir efkar duman duman gezinir mi denizin üzerinde? Kulübenin ardında,  lodosun eskittiği yüzünde bir bırakılmış duygusu taşıyan,  pencerelerine hep yağmur yağan, gençliğine doyamayan iki katlı yaşlı bir bina var mı? Ya alt katındaki işlemez dükkanlar... Üst katında ise dekorunu ve yemeklerini yıllardır hiç değiştirmemiş bir sahil lokantası var mıdır? Ya peki... İnerken sağda kapısı çıngıraklı o eczane halen duruyor mudur ki Boyacıköy'de? İçindeki ak saçlı, deniz kadar yaşlı, yuvarlak gözlüklü, ilaç kutularının ardından gülümseyen o adam yaşıyor mudur sence?  Ve eczanenin yanındaki, yalnızca tek koltuğu bulunan o berber dükkanı... Ve bir köşede, tıpkı öyküdeki gibi gözünü denizden ayırmadan bekleyen bir inzibat eri var mıdır? Ya deniz... Eğer Boyacıköy'e gitsem, deniz,  yol kesen bir Bizans eşkiyası gibi çıkıverir mi ki birdenbire önüme? Ya peki... O adama... Hani kirli beyaz, buruşuk pardösüsünün ceplerinde ellerini taşıyarak sokağın yokuşunu inen, o mutsuz, hüzünlü ve karamsar Genç Adam'a rastgeliverirsem bir de? Yüreğime kaç kere "Gideyim mi?" diye sordum. "Gitme!" dedi. "Bırak Boyacıköy hayalindeki gibi kalsın. Sakın gitme!" Dinledim yüreğimi. Gitmedim. İstanbul her daim gönül tahtıma keyfince kuruldu. Bir kez daha anlamıştım ki  hayal ettiğim bir semti sebebiyle bile İstanbul'u sevmek  bir ömre bedeldi.  Zaten bir şehri en çok edebiyatçılar sevdirmezler mi? 

Diyeceksin ki bu anlattıklarınla, yukarıdaki Ahmet Haşim fotoğrafının ilgisi ne? Yemin ederim, yazıya başlamadan önce, bugün gittiğim Yahya Kemal ve Ahmet Haşim adlı programda, Veysel Öztürk'ün  şahane anlatımından edindiklerimi, Ahmet Haşim'den başlayarak buraya aktarmak niyetindeydim. Ruhuna rahmet!... Üstelik, bir bilsen "Melâli anlamayan nesle aşina değiliz." diyen, Ahmet Haşim'i  ne çok severim. Gördün mü gene yapacağımı yaptım. Konuyu bambaşka mecralara uzattım. Az önce yazdıklarımı okudum. Önce silmek istedim. Sonraa... Birden çenelerim gerildi. Uzun uzun esnedim.  Zaten yol yorgunuyum. Bu rahat esneyiş, bana, şu yağmurlu ilkbahar gecesinde, bir saadet dakikasının namütenahiliği içinde yüzdüğümün haberini verdi. Ve esnemek, sahiden mustarip bir ruh düğümü olan bütün mütekallis vaziyetlerin çözülüp açılması değildir de nedir?  Ruh tahlillerinde eşsiz olan bir feylesofun dediği gibi dikkat, iztizar, teyakkuz vaziyetinde yay gibi gerilmiş duran biri esneyemez. Esnemek, harp ve müdafaa vaziyetini terk etmiş, tam bir emniyet içinde olduğunu hisseden vücudun mesut teslimiyetidir. 

Biliyorum. Şimdi diyeceksin ki, "Senin basit lakırtılarına benzemeyen bu enfes kelimeleri nereden buldun?" Haklısın. İyi ama...  Ahmet Haşim'le ilgili bir dinletiden sonra, yazıma lezzet vermeye çalışmaktan başka ne yapabilirdim? Denedim. Beceremeyince, Ahmet Haşim'in esnemek üzerine yazdığı yazıdan bu cümleleri aşırdım. Sonra ne yaptım biliyor musun? Aynı Ahmet Haşim'in anlattığı gibi, kendimi yeşil yaprakların gölgesinde hayal ettim. Esnemelerin bütün şekillerini birer birer hatırımdan geçirirdim. Düşünsene...  Uyu seyyalesinin istilası altında kalan, yemeğini bitirmiş, mahmur gözlü çocuğun esneyişi... Bir yaz bahçesinin yaprak gürültüleri ortasında, hamağında uzanan ve etrafındaki nebatî hayata karışmak üzere olan taze kadının esneyişi... Kış gecelerinde, lâmbanın ışığını yuvarlak gözlerinde iki altın damlası hâlinde aksettiren mütehayyil kedinin esneyişi... Bütün mesut esneyişlerin hayalimde geçişini seyrederek, tekrar tekrar esnedim ve bu tevakkuf ve teslimiyet dakikamın saadetini, olgun bir yaz meyvesi gibi tattım.  

Netice i kelam... Bu kadar esnedikten sonraaa...  İnan çok yorgunum.  Anlatamayacağım. Uykum geldi. Anne sözü dinler gibi masum yatacağım, uyku alemine hoop diye dalacağım.



- Not Gibi - 
Başlık Ahmet  Haşim'in O Belde adlı şiirinin bir dizesidir.
 Mehmet Fuat'ın dil içi çevirsiyle - O Belde? Durur el değmemiş hayal bölgelerinde.

          Ahmet Haşim'in Esnemek başlıklı yazısı işte BURADA