18 Ekim 2010 Pazartesi

Beslenme Bozukluğu Mu? Bende Mi? Yoooo...


Son günlerde o kadar iştahsızım ki sorma. Anlatılacak gibi değil. Yemek önüme hazır gelse misal, elimin tersi ile itiyorum. Bu benim tarzım değil. Öncelikle her türlü yemeğe saygı duyarım. Nimettir diye düşünürüm. Sonra emek verilmiş ve önünüze sunulmuş değil mi? Emeğe illa ki hürmet gerekir.  Ayrıca iştahlı biriyimdir. Yemek ayırmam, ne bulursam siler süpürür yerim... Hal böyleyken  şimdi  yemeğe isteksiz bakıyorum ya  bünyemi rahatsız ediyor  halim, ne yalan söyleyeyim. Yooo, yemek pişirmek konusunda gene fazlasıyla iştahlıyım. Hatta abarttım. Yemek pişirmede obur davranıyorum diyebilirim. Daha önce yapmadığım, denemediğim öyle yemekler yapmaya başladım ki, yakında yemek bloğu hazırlayabilirim.  Hiç deniz börülcesiyle yemek pişirmiş miydin? Ben pişirmemiştim. Oysa ne güzel ve ne kolay bir zeytinyağlı yemek oluyormuş deniz börülcesiyle.. Haşladığın deniz börülcesini sarmısak, limon ve halis zeytinyağla harmanlıyorsun. Nefaseti yerinde, lezzeti fevkaladenin fevkinde bir salata geliyor önüne... Öyle böyle değil. Bir çatal ucuyla ağzıma attım. Hımm... Mükemmel. Eskiden olsa siler süpürürdüm, ev ahalisine kalmazdı yemin ederim. Şimdi bir çatal ucu yetti. O kadar. Peki televizyondaki yemek programından öğrenip izini sürdüğüm Konya usulü vişne tiridine ne diyeceksin? Büyük bir hevesle özellikle markete gidip vişne kompostosu aldım. Kare ekmekleri usulune uygun pişirdiğim şekerli vişne suyuyla ıslattım ve üzerlerine çekirdekleri çıkarılmış vişneleri yerleştirdim. Verdim fırına... Bir pişti ki... Oy oy oy... Görüntü şahane... Çatal ucuyla aldığığım vişne tiridini ağzıma attım... Of! Lezizz... Leziz olmuş tek kelimeyle... İyi ama gerisi gelmiyor gene. O kadar. Hoş iyi oldu. Kilo verdim. Gene de beslenme bozukluğu yaşamak istemiyorum anlatabiliyor muyum? Beslenme bozukluğu iyi gelmez bünyeme.
Dur şimdi... Aklıma ne geldi biliyor musun? Ben unutayım yemek konusundaki beslenme bozukluğu durumumu. Başka bir beslenme bozukluğu çeşidine geçeyim. Murathan Mungan'ın bu konuda bir yazısı vardı. Nasıldı? Şöyle... Beslenme bozukluğunun çeşitleri var diyoruz ya en yaygın olanı neymiş biliyor musun? Başkalarının başarısızlığından, mutsuzluğundan zevk almak. Bu tür beslenme bozukluğu olan insanlar, başkalarının başarısızlıklarıyla beslenirlermiş. Yapılanların iyi, olumlu yönlerinden çok olumsuz yönleri bu insanları keyiflendirirmiş. Hatta öyle olurmuş ki, bu durum artık kötü niyet halinden çıkar bir görme biçimi, dünyaya bakış hali olurmuş. Ellerinden başka bir şey gelmezmiş artık biliyor musun? Bu nedenle de kendileri gibi mutsuz, dertli, karamsar insanlarala birlikte olmayı tercih ederlermiş. Kişisel yetersizlerini hep memleketin koşullarıyla açıklama yoluna giderlermiş. Elbette memleketin koşulları sebebiyle olumsuz giden durumlar olacaktır. Ancak herşeyi bu şekilde açıklamak ne kadar doğru?  "Bu memlekette bu kadar olur, daha fazlası olmaz" a göre hayatlarını kurunca, "memleketin her türlü şartlarına karşı" başarılı olanlara iyice düşman kesilirlermiş. Of, ne feci!

Bir başka beslenme bozukluğu çeşidi de, sadece kendi yarattıklarından beslenme durumu... Düşünsene sadece kendi yaptıklarıyla yetinen, başkalarının yaptıkları işlerden heyecan duymayan, başkalarının başarılarına sevinemeyen insanlar vardır ya... Sadece kendi dünyasında yaşayan... Murathan Mungan'ın dediği gibi sonunda kendi karikatürü olan insanlar. Allah saklasın... Öyle olmayayım da!

Bu tür insanlar için açılan "Beslenme Dükkanları" olduğunu biliyor muydun?  Öyle dükkanlarmış  ki buraları ayaküstü insan paralanır, insan harcanır ve çıtır çıtır insan yenirmiş.  Herkes birbirini kendi önünde bir engel gibi görürür ya hani...  Bu yüzden "bir araya gelince birbirlerine yiyecek gözlerle bakarlar, yüreklerinde bütün beklentilerini yoklarlar. Nefretler bilenir, hınçlar körüklenir, hırslar tazelenir" diyor Murathan Mungan.  Sonunda evlerine yorgun argın, mutsuz, perişan döneceklerdir tabii.  Sabah  baş ve mide ağrısı, pişmanlık duygularıyla uyanan insanlar yani... Of... Feci insan halleri...  Yazarken içim fena oldu inan ki...


Yoo... Ben bunlara dahil olmayayım da bildiğimiz yemek yeme konusunda beslenme bozukluğundan muzdarip olayım ne yapayım yani? Bu durumum bile hoşuma gitmedi.  Nedir bu? Birden acıktığımı hissettim... Karnım acıktı... Yemek istiyorummm... Ağza atılacak bir şey  yok mu?

4 yorum:

  1. Murathan Mungan'a sizin en çok sevdiğiniz yazarlardan biri olan Atilla Atalay ile karşı çıkacağım :))
    Hatırlarsanız, "insan kalma alıştırmaları" öyküsünde okuldan mezun olupta iş bulamayan iki kardeşi anlatır... Orada şöyle bir bölüm geçer :

    “Düz mezuna iş vermiyolar, yurtdışına master yapmaya gidin. Greencard piyangosu var ona başvurdunuz mu?” diyenler vardı.
    “Başka hayatlar mümkün” diyenlere ise tüm kalbinizle inanmak istiyordunuz. “Bir pire sirkine katılıp Norveç’e gitmek, Flemenkocu kadınların peşinden Madrit’e süzülmek, dünyayı dolaşan bir gemiye miço yazılıp her limanda ayrı sevgililer edinmek” evet bunlar hoş şeylerdi. Gelgelelim, “Çeviri gençlik hayalleri”ydi hepsi. Yerli versiyonda “Vize” diye bir şey vardı ki, yedi düvelde ünlü İşsiz Türk Genci’nin asla ulaşamayacağı halogramlı bir rüya idi.
    Böylesi tuhaf ve ezbere önerilerde bulunan arkadaşları CV’lerimizde sabıka kaydı olmasın diye dövmüyorduk. Onun yerine “Friends Dizisi ne kadan komik de mi?” diyorduk “Aşkları, işleri felan. Günlük hayatın poroblemlerini, çelışkılarını insanların küçuk umut ve özlemlerini tatlı tatlı şeediyor, tıpki biz.” Daha başka şeyler de söylemek istiyorduk aslında:

    “Esasen Friends ne ki hoca? Bandırma’daki bir bakkalın üç oğlu olan Sayan Kardeşler’in hayatı başlı başına bir “Success Story”dir bak. Sen kalk o taşra kasabasından tee Boğaziçileri felan kazan. “Eğitimde fırsat eşitliği bilmem ne” hadi ileri saralım oraları, sıkılıp başka kanala geçme. Yaşlı bir bakkalın yorgun yüzüne uygun ışık verir araya kahkaha efekti de koyarız. Ön raftaki bulgur paketlerini Nescafe’yle değiştirelim güzel hatrın için. Ama bi yere kadar be arkadaşım.
    Bak, bakkal öldü onu bile gizledik senden. Üç oğlundan öfke ve çaresizlikle dolu öyle bir hıçkırık yükseldi ki, bastıracak kahkaha efekti bulamadık. Diyorum işte sana, bir yere kadar.”

    Yaaa, öyleyken villa doluca :))

    YanıtlaSil
  2. Eyvahh! Tomrukcan siz yeni üniversiteyi bitirdiniz de iş mi arıyorsunuz yoksa? Hımm.. CV ler hazırlamışsınızdır..Hayırlısıyla mezun olduğunuz okulları İngilizce olarak kağıda dökmüşsünüzdür şimdi siz. O sırada da radyoda Aydın dolaylarından "Koca Arap Zeybeği" çalıyordur mutlaka değil mi? İngilizcenizin esasen "Elleme körolası Arap uykularda adam vurulmaz" cümlesini çevirmeye yetmediğinden asla söz etmememişsinizdir. Niye istediklerini bilmediğiniz vesikalık fotoğrafınızı, Cv ye yerleştirirken gözlerinizdeki yorgun çaresizliği okumalarından korkmuşsunuzdur. Hımm.. "Bu memlekette bu kadar olur daha fazlası olmaz" diyenlerden misiniz yoksa? Yooo.. Sakın böyle düşünmeyin TC... "Memleketin her türlü şartlarına karşı başarılı olacaksınız" illa... Bakın Atilla Atalay mühendistir aslında... Tamam belki iş bulamadı memlekette ama yazar olmuş fena mı? TC de ümitsizliğe düşmese keşke... Hani siz de devrik cümlelerle öyküler yazıyorsunuz ya... Yeni bir Atilla Atalay olacaksınızdır kim bilebilir, olur aaa:))İnsan kalma alıştırmalarını bırakmamalı TC... İnsanlığınızı yitirmekten korkmayın o kırmızı perdelerin altında:))

    YanıtlaSil
  3. Efenim, tebdil-i mekan yapayım dedim ve bir kahve elbet iyi gider :) ama bakın benim kahvem sakız aromalı kahve.. cidden tavsiye ederim (reklam olmasın ama en iyi yapan kahve dünyası ve paketlemiş de satıyor üstelik)

    Ortam değişikliği iyi olur babından misafir geldim ama nereye geldim? özellikle bu yazıya ! Zira bu yazıdaki foto dehşetli bir şekilde dikkatimi çekti... ah o neydi öyle porselen bir tabak içerisinde, zeytinyağı ve bol sarmısak sosa bulanmış deniz börülcesi, oyyy oyy oyyy diyorum. Bayılırım, ölürüm, öyle bir yere gidildiğinde sipariş vermesi, sonra da masaya gelip lüpletmesi pek hoş olur :) e olur da, pişirmesi hazırlaması nasıl olur acep diye merak etmemiş idim. Bir öğrendim ki aman aman.. ama vazgeçtim mi bir sorun.. bir sorun bana?! Hayırr, asla.. Bodrumdan kolilerle getirdi arkadaşlarım (biliyorum şimdilerde çoook büyük marketlerde var ama onlar yerinden taze taze bir başka güzeldiler) :) bu mereti ilk yaptığımda, işin püfünü bilmediğimden ağza gelen sert kılçıklarda neeeeee? diye feryat figan etmiş idim. Sonradan öğrendim ki, haşlandıktan sonra onların teker teker içindeki kılçıklar çekilerek alınacak, anca o zaman bir şeye benzeyecek. Milyonlarca arap saçı önümde :))) ama kendime; girdin bir alamete, hadi git bakalım temizle dedim. O gün bugündür nerde deniz börülcesi görsem, gülümsemenin yanında büyük bir iştahla bakarım kendilerine efendim :)))

    hüüüüüüüüpp oohhh elleriniz dert görmesin valla.. niye mi? onca deniz börülcesini ayıkladığınız için :))) kahve için kendime ayrıca elime sağlık dedim ben :)

    Sağlığınıza duacıyım...

    YanıtlaSil
  4. Selam Momentos,
    Evet haklısınız, deniz börülcesi haşlandıktan sonra saplarından kılçık yapraklarını ayırmak gerekiyor:)Saplar yenmeyecek... Çok kolay ama yapması... Şöyle yaptım. Deniz börülcesini bütün haşladım. Sonra saplarından tuttum baş aşağı ve iki parmağımın arasında kılcık yapraklarını aşağıya doğru çektim... Hoopp elime geldiler zaten:) Kolay yani... Ve enteresan bir lezzeti var. Önce nedir bu diyorsunuz ama sonra o zeytinyağ, sarımsak ve limon aromasıyla ağızda değişik bir lezzet bırakıyor:) Hep yer miyim? Yooo... Ama arada niye olmasın denemek... Bu lezzeti de bilmek gerek:)) Afiyet olsun!

    YanıtlaSil