16 Nisan 2012 Pazartesi

Kahve Molası - Ömrün Mesut Dakikalar Ve Haz Veren Lâhzalar Bölümü


Dün gece kardeşim  "Abla, az önce kına gecesinde yemek yemiştik ya, gene mi acıktın? Biliyor musun, sen hep açsın!" deyip, en sevimli haliyle yüzüme güldüğünde, ben gülemedim. O anda yüzümün ifade kontrolünü kaybettiğini hissettim. Gözlerimi koca koca açtım. Mimiklerim otomatikman çalışmaya başladı. Önce Japon balığı gibi dudaklarımı açıp açıp kapattım. Sonra donmuş bir film karesiymişcesine öyylece bakakaldım. Bazı filmlerde esrarengiz katilin kendini tanıttığı sürpriz final bölümünde, filmin en masum sandığım jönü azılı katil çıkar ya mesela... Of, ben böyle durumlarda var ya...  Nasıl şaşakalırım anlatamam... Acayip yıkılırım. Sinemada olduğumu ya da ne bileyim film seyrettiğimi filan unuturum. Tahmin edemedim ya... İliklerime kadar sarsılırım. Efendime söyleyeyim, o andan sonra,  beyaz perdeden akıp giden sahnelere hicranlı hicranlı bakmaya koyulurum.  Hah işte, aynı keder içinde kardeşime bakakaldım. Ne diyordu kuzum?   Nasıl yani? Ben... Ben... Hep açtım öyle mi? Elime mikrofon alıp, bağıra bağıra "Kalbimin ağlayan kıyıları var,  dipsiz kör kuyuları var, dinmeyen hicran dolu kanayan yaraları var." tadında musiki icra edesim gelmişti. Abarttığımı düşünüyorsun biliyorum ama... Fena halde sarsılmıştım inan ki!.. Kardeşim vaziyetimin farkında değildi.  Buzdolabının kapısını açtı. "Evde yiyecek pek bir şey yok. Du bi... Ben sana simit ısıtayım en iyisi" dedi. Su ısıtıcısının fişini sokarken, "Çay da demleriz. Ohhh... Şahane olur vallahi." diye sözlerine devam etti. Hiç sesimi çıkarmadım. Salona geçtim. İkili koltuğun ucuna oturdum. Dirseklerimi dizlerime dayadım. İki elimle yanaklarımı avuçladım. Ben var ya... Şu acımasız hayata, o anda rozetimi ve silahımı teslim edecek vaziyetteydim. Kendimi tepeden tırnağa kusurlu buluyordum. Kardeşim haklıydı.  Bir saat önce kuzenimizin kına gecesinde, koca bir tabak pilav üstü döner, ardından sayısız damat baklavası yemiştim. Önceden planlamıştık. Kına gecesi dönüşü kardeşte kalacaktım. Evde kimse yoktu. Pijama partisi yapacaktık. Daha sokak kapısından içeriye adımımı atar atmaz, sevinçle bağırarak "Ne yiyeceğiz?" diye soruvermiştim. Kardeşim gülmüş....  "Hayret bi şeysin ablam, aç mısın yoksa?" demişti. Doğal olduğunu düşündüğüm bir refleksle "Kurt gibi açım." diye cevap vermiştim. Beni çivileyen, kardeşimin tüm içtenliğiyle gülerek söylediği "Biliyor musun, sen hep açsın!" cümlesi olmuştu. Akabinde kendimi dipsiz bir kuyuda merdivensiz bırakılmış gibi hissetmiştim.  "Görüyor musun?" dedim kendi kendime... "Hiç tahmin etmezdim. İnanamıyorum! Esrarengiz katil meğer benmişim."  Sezar'ın hakkı Sezara'ydı...  Kardeşim yerden göğe haklıydı. Filmlerin sürpriz finallerindeki hissiyatım gibi  şaşkındım. Doğrusu hayata her daim aç baktığımı ilk kez bu denli derinden farketmiştim. Fena halde mahcuptum. En çok da aç olduğumu söylediğim için çook pişmanlık duyuyordum. Bin pişmandım yeminle. Hayır, geçen hafta çekap yaptırmamış olsam... Allah korusun, belki bi hastalık sebebiyle açlık hissediyorumdur, diyecektim. Yok ama... Sonuçlarım mükemmeldi. Eeee!...  Harbiden ben niye hep açtım? Açtım işte...  İyi de niye?



İliklerimin oralardan soğuk bir rüzgâr geçti sanki... Ağlamaklı oldum. Üç ordan iki de önceden vardı, kendimi beş kez çaresiz, zavallı hissettim. "Pes vallahi!.. Nedir bu homine de gırtlak durumum? Bir daha kimseye yemekten memekten söz etmek yok!" dedim kendi kendime. Güven duydum. Sırtımı dikleştirdim. Sözüm sözdü. Mümkün değil, kimse beni bu kararımdan asla vazgeçiremezdi. Tam o anda kardeşim yanıma geldi. İtinayla tuttuğu tepsiyi sehpaya bıraktı. Önüme doğru itti. Kız belli bardaktaki demli çayın yanında, tüm endamıyla tabakta uzanmakta olan sıcacık simit, hımmm ne yalan söyleyeyim buram buram misler gibi kokuyordu. Yüzümün gene ifade kontrolünü kaybettiğini hissettim. Mimiklerim otomatikman çalışmaya başladı. Önce Japon balığı gibi dudaklarımı açıp açıp  kapattım. Her tur attıklarında yeni yerler gezdiklerini sanan, tok olsalar bile her yeme takla atarak atlayan, asıl mühimi hafızaları üç saniden uzun sürmediği için aklından geçeni hemen unutan, unuttuğunu bilmeyip mutlu mutlu cam fanusunda dolanan  Japon balığı ayağına yattım. Kardeşimin gözlerine minnetle baktım. Hayatımın gelmişini geçmişini unuttum. Az önce neden karaları bağlamıştım peki? İnan hatırlamıyordum. Sevinçle çayla simidin üzerine atladım. Gözlerimi kapattım. Bir yudum çaydan içtim... Hımm... Misss... Bir parça simittten kopartıp yedim. Hımm... Nefis... O kadar mutluydum ki anlatamam. Olur da ölürkene hayatım bir film şeridi gibi gözümün önünden geçse, filmin "mesut dakikalar, haz veren lâhzalar" bölümünde, dün geceki  anınım  bulunmasını tüm yüreğimle diledim.

8 yorum:

  1. CANIM KENDİNE DİKKAT ET MMM ÇAY SİMİT MİS
    :)

    YanıtlaSil
  2. Hep açım ben Bir Kase Lezzet. Aç olan açın halinden anlamalı. İlla yoksullara el uzatmalı değil mi?
    Çok mühim...

    YanıtlaSil
  3. Tam,sevdiğim hayal kahvem tadında bir paylaşım.

    Daha yeni postu serdim eve.Bu saatte simitte bulunmazki!
    Bulsakta,kim ısıtır getirir?
    Bakıcaz artık bi çaresine.

    YanıtlaSil
  4. Bu yazı Casswa için yazılmıştır:)

    Buzluğa simit atmak ve acil durumlarda çıkartmak, ısıtmak ve çayın yanında yemek alışkanlığı şahanedir Casswa, tavsiye ederim:))

    YanıtlaSil
  5. Bazen oluyor öyle. Aç değilsindir ama yemek istersin. Ve yersin de.
    Bana arada oluyor. Pek sık değil. :)

    YanıtlaSil
  6. Bilgiç bilgin17 Nisan 2012 23:58

    Hımm..artık eminim. Senin kitap yazma zamanın gelmiş. Olayları anlatırken, yazıya devriştirme abidik gubidiklerini beğendim.
    Halktan biri olarak ancak böyle anlatabildim. Anlayın işte.
    Tebrikler

    YanıtlaSil