18 Nisan 2012 Çarşamba

Parfümün Dansı Mı, Pancarın Dansı Mı?

Bugün gazetede "Pancar içen daha az yoruluyor." başlıklı bir yazı vardı. Bu kez Kanadalı ya da İsviçreli bilim insanları değil de, Britanya'daki Exeter Üniversitesi'nden bir grup bilim insanı, pancardaki nitratın, oksijen emiliminde azalma sağlayarak sporu daha az yorucu hale getirdiğini belirlemişler. Vay canına sayın seyirciler! Bu yazıyı okuyunca,  hemen Tom Robbins'in Parfümün Dansı adlı kitabı aklıma geldi. Parfümün Dansı adlı kitabın giriş bölümü Günün Konusu diye başlar. Parfümün Dansı adlı bir kitabın bu ilk bölümü resmen pancar tanıtımına ayrılmıştır ve beni acayip şaşırtmıştır. Yazarın bazı cümlelerini yazacağım. Bak göreceksin... Parfüm isimli bir kitapta neden pancar anlatılıyor ki diye düşüneceksin. Pancar sebzelerin en keskinidir..... Diğer sebzelere göre korkunç ciddidir.... Pancar aslında melankolik bir sebzedir. Istırap çekmeye onun kadar isteklisi yoktur. Örneğin insan şalgamı ne kadar sıksa kanatamaz. Pancar tıpkı suç yerine geri dönen bir katile benzer. Vişnenin havuçla işi bittiğinde ortaya çıkan şeydir pancar. Sonbahar mehtabının kuşaklar önceki, sakallı-bıyıklı, çoktan gömülmüş atasıdır. Fosilleşmesine ramak kalmıştır.... Rasputin'in en sevdiği sebzeydi pancar. Adamın gözlerinden belli zaten... der Tom Robbins.




İşte Rasputin ve pancar sevdiği belli olan gözleri:) Bu arada Rasputin için, 1869 ile 1916 yılları arasında yaşadığı, doğa üstü güçlere sahip olduğu ve hipnozla insanları iyileştirdiği söyenilen, hakkında pek çok efsane anlatılan mistik Rus diye kısaca açıklamak mümkün sanırım. Masum masum manav tezgahlarında yatan pancar hakkında bu yazıları okudukça şaşırmıştım. Neymiş bu pancar böyle?


İşte Tom Robbins! Amerikalı roman ve kısa öykü yazarıdır kendisi. Parfümün Dansı adlı kitabının çevirisini Belkıs Çorakçı Dişbudak yapmış. Kitaptaki karakterler ölümsüzlüğün sırrının arayışı içinde, zamanın ve mekanın ötesinde geçer. Bir zamanda ve bir yerde küçük bir site devletinin kralıdır Alobar. Bu küçük devletin, krallarını yaşlılığın ilk belirtisi ortaya çıkar çıkmaz öldürmek gibi bir gelenekleri vardır. Kralın yavaş yavaş yaşlanmasını ve ölmesini beklemek büyük felaketlere yol açabilir diye düşünürler. Yüzü kırışmaya yada saç ve sakalında beyaz çıkmaya başladığında öldürülmesi gerekir ki yerine genç biri kral olabilsin. Krallar da dahil tüm halk bu geleneğe gönülden inanırlar. Kralların idam töreni çok onurlu ve estetik bir törendir. Kralın en gözde karısı, zehirli bir yumurtayı kralın ağzına verme sorumluluğunu üstlenir. Ve kral zehirli yumurtayı yiyerek ölür. Böyledir işte bu ülkedeki kralların sonu. Kralların yaşlanmasına ve ecelleriyle ölmelerine izin verilmez. Kahramanımız Kral Alobar ilk beyaz saçına düştüğünde, korkar ölmekten ve hemen koparır bu beyaz kılı. Çünkü diğer krallar gibi ölmek istememektedir. Gözde karısı sayesinde ilginç bir yöntemle ölmekten kurtulacak ve dünyayı dolaşarak yaşlanmamanın sırrını arayacaktır.


Parfümün dansı mı desem yoksa pancarın dansı mı desem bilmem ama gazetede okuduğum bir pancar yazısı aklıma bu kitabı getirdi işte. Eski bir Ukrayna atasözü varmış: "Pancarla başlayan hikaye şeytanla biter!" diye... Bu yazıyı burada sona erdirmeliyim. Hele bir de yazının içinde Rasputin varsa... Kendi yazımdan kendim korktum  inan ki! Aslına bu kitapta bir de Pan geçer. Hani Yunan mitolojisi'nde kır'ın ve çobanların tanrısı diye bilinir. Üstü insan altı keçi olarak tasvir edilir. Kırlarda aniden insanın karşısına çıkıp korkuttuğu için panik kelimesinin buradan üretildiği söylenir. Kral Alobar kitapta Pan'la karşılaşacak ve onun yarı keçi olmasından sebep kötü kokusunu giderecek pancarlı bir parfüm üretecektir belki kimbilir? Şimdi Pan yarı insan yarı keçi olunca, ben diyeceğim ki sana, yafu taaa mitolojik zamanlarda genetik diye bir bilim mi vardı acaba? "İnsan ve keçi genlerini karıştırıp böyle bir yaratık nasıl oluşmuş ki? Allah Allah!" diyeceğim. Bu yazı uzayıp gidecek... Benim yazım bitmeyecek... Bitmeyecek... İyisi mi keseyim burada... İşte bir pancar yazısı beni gene getirdi nerelere? Böyleyken böyle işte...

2009

14 yorum:

  1. İlginçmiş cidden.
    Benimde aklıma Tarık Akan ve Hale Soygazi'nin başrol olduğu bir film geldi. Hani Tarık, babasından gizli Hale ile evlenir. Tarık'ın nişan günü de doğum yapar.
    o filmde, Hale'de pancar turşusu yiyordu. :D

    YanıtlaSil
  2. Güzel bir yazı olmuş. Parfümün Dansı'nı hatırlattın bana. Severek okumuştum.

    YanıtlaSil
  3. Gerçekten ilginç bir yazı olmuş..T.Robins,Parfümün Dansı,Pancar,Kanadalı bilim adamlarının çalışması ve Rasputin,Pan
    nasıl bir karma bu böyle..:))
    ŞAKA gibi bir tarzın var,harikasın..:)) Pan den daha etkileyici..;))

    YanıtlaSil
  4. Dozajında bir harmanlama. Çok ilginç okurken sıkmayan. Severek beğenerek okudum:)

    YanıtlaSil
  5. sizi takip etmekten keyif aldım ve herkes de okusun istedim...

    "mim" konusundaki fikrinizi bilmiyorum ama yeni öğrendiğim tabirle sizi "MİMLEDİM"...selamlar

    YanıtlaSil
  6. Uyuşuk Hayalperest acaba o filmin adı neydi:))

    YanıtlaSil
  7. Beğenmenize sevindim Sezer:) Daha önce yazdığım bir yazıydı. Tekrarlamak iyi oldu öyleyse. Teşekkürler.

    YanıtlaSil
  8. Teşekkür ederim Cerenim:))

    YanıtlaSil
  9. !ŞAKA gibi bir tarzın var! öyle mi:)))) Teşekkürler Rosemary:)

    YanıtlaSil
  10. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  11. Sahi mi VuslaT, ne mutlu canıma:)) Sağolun!

    YanıtlaSil
  12. The Monk bilmiyorsunuz sanırım, mimlenmekten acayip korkarım:))))

    YanıtlaSil
  13. nasıl bağlantı kurmuşun hayalkahvem bayıldım. pancar turşusunuda çok severim bu arada..

    YanıtlaSil