25 Ocak 2010 Pazartesi

Sinemadan Öğrendiğim Çok Şey Var.

Hani hatırlıyor musun? Demet Akbağ'ın bir filmine gitmiştik. Altan Erkekli de vardı. Bir de senin çok sevdiğin Özgü Namal vardı filmde. Filmin adı değişikti de, hani bilet alırken filmin adını söylememiştik. "3.salondaki filme iki bilet" demiştik. Hatırladın mı? O....Çocukları. 12 Eylül 1980 ihtilali sonrasının bir ucundan tutuyordu film. Siyasi suçlu olarak aranan bir karı koca yurtdışına kaçmak istiyorlardı. Ancak küçük bir çocukları vardı. Onu geçici süre güvenli bir yere bırakmaları gerekiyordu. Demet Akbağ'ın canlandırdığı Mehtap Anne'nin evine bırakmaya karar veriyorlardı. Mehtap anne, emekli bir hayat kadınıydı. Yaşlanmıştı. Şimdi bu işi yapan bazı hayat kadınlarının çocuklarına bakmaktaydı. Savaşlar, darbeler, hatta depremlerde en çok etkilenenler çocuklar değil midir? Hayat kadınlarının çocukları için de, yaşam ne kadar zordur aslında. Film mağduriyet yaşayan çocukların yaşamlarını aynı evde kesiştirmişti işte, hatırladın mı? Nasıl etkilenmiştik filmi seyredince... 12 Eylül'ü bizzat yaşamış bizler için, film gülme ile ağlama arasında dolanıyor, insanın dimağında limonlu şeker tadı bırakıyordu. Filmin yazarı ve yönetmeni olan Sırrı Süreyya Önder'i tanımıyordum. Çok merak etmiştim, hatırlıyor musun? Demiştim ki sana, "Ne kadar filmin adında ve içinde çocuklar olsa da, bu film tam manasıyla bir kadın filmi. Kadınların üzerindeki tahribatı bu kadar iyi anlayan ve anlatan birini mutlaka tanımalıyım."

Sonra evde Sırrı Süreyya Önder'in 2006 yılında çektiği Beynelmilel adlı filmi seyretmiştik. Özgü Namal, bu kez Cezmi Baskın'la birlikte oynuyordu. 1982 yılındaydık. Gene 12 Eylül ihtilalinin etkisinin sürdüğü günlerdeydi filmin zamanı... Gene bir dönem filmiydi yani Beynelmilel. Adıyaman'a uzanıyorduk bu kez. Film o bölgede gevende denilen yerel müzisyenlerin başından geçen olayları, içinde bolca hüzün olmasına rağmen, eğlenceli ve samimi bir dille anlatmaktaydı. Bu kadar mı güzel bir dönem canlandırılır demiştik, hatırlasana. Oyuncuların kılık kıyafetleri, saçları, bıyıkları, evler, mekanlar, arabalar, tüm ayrıntılar nasıl itinayla tasarlanmıştı. Filmin müzikleri şahaneydi, değil mi? Darbe sonrası askeri yönetimin idaresindeki bir ortamda yerel müzisyenlerin, bölge komutanının emriyle orkestra oluşturma çabaları var ya, kelimelerle anlatmak mümkün değil ki, gene filmi seyredince gülme ile ağlama arasında nasıl gezinmiştik hatırlasana... Hem senaryosunu yazan, hem de Muharrem Gülmez ile birlikte filmi yöneten Sırrı Süreyya Önder, 12 Eylül darbesi sonrasını, gene son derece naif bir kara mizahla anlatmayı becermişti. Hayranlıkla kulaklarını çınlatmıştık.

Sırrı Süreyya Önder'in bu fotoğrafını görünce, "Bilmesem yönetmen olduğunu, türkücü zannederdim," demiştim, hatırladın mı? Bu sözüme ne çok gülmüştün. Sonra iyice araştırmıştım yönetmeni ve anlamıştım ki Sırrı Süreyya Önder türkücü değildi ama türkülerin menzilinde dolaşan biriydi. Çünkü filmlerinin neden hep 12 Eylül dönemiyle ilgili olduğunu soranlara, "Derman aradım derdime, derdim bana derman imiş" diye cevap vermişti. Öğrenmiştik ki, ünlü yönetmen Ankara Siyasal Bilgiler Fakültesi'nde okurken, 12 Eylül'de tutuklananlar arasındaydı. Babası olmadığı için aileye bakan kişiydi aynı zamanda. Hapise girince ailesi fazlasıyla mağdur olmuştu tabi. 7 yıl hapis yatmıştı. Çıktıktan sonra, iş aramış, bulduğu her işi yapmıştı. Sonra hayat yolunu sinemayla kesiştirmişti ve filmlerini yazıp yönetmeye başlamıştı. "Her insanın bir hikayesi vardır. Döner döner onu anlatır," diyen yönetmenin neden böyle dediğini, filmlerini seyrettiğimiz için anlamıştık işte değil mi? Ayrıca Beynelmilel filminde kendisi de oynamıştı.

Biliyorum. Şimdi diyorsun ki, bunca zamandan sonra "Bugün Sırrı Süreyya Önder ve filmleri nerden aklına düştü?" Dün 24 Aralık'tı ya hani, okumuşsundur gazetelerde Uğur Mumcu'nun öldürülüşünün üzerinden tam 17 yıl geçti. Dün Uğur Mumcu ile ilgili yazıları okuduğumda, ünlü gazetecinin fotoğraflarına baktığımda, Sırrı Süreyya Önder aklıma geldi. Sırrı Süreyya Önder'in filmlerini seyrettikten sonra, çokça yazılarını okumuştum. İşte o yazılarından birinde, bir cümlesi vardı. Hafızama işlenmiş. Uğur Mumcu'nun öldürüldüğünü hatırlayınca dedim ki, yönetmen ne doğru bir söz söylemiş. Ne mi, o cümlesi? "Eksilen her can, insanlığın noksanıdır." Bu hafıza tuhaf bir kutu sahiden, şaşırtıyor insanı. Nerden nereye değil mi?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder