21 Ocak 2010 Perşembe

Bir Gün Sen De Aynı Şeyleri Söylüyor Olacaksın

Son zamanlarda televizyon programlarını izleyemez oldum. Sanki televizyon artık çok kötü kalpli biri. Gözünü karartmış, önüne kattığını sürükleyip karanlık dünyalara götürüyor. Yapılan programlara inanamıyorum. Kimi zaman gözüm takılıp bazı programlara denk geldiğimde, resmen kendi kendime hayıflanıyorum. Daha çok radyo dinliyorum ben de. Zaten radyo çocuğuyduk biz. O zamanlar radyodakileri görmez, seslerden de şüphelenmezdik. Bizim için radyo sanki iyi kalpli biriydi. Radyodan işitilenlerin doğru olduğuna kesinkes inanırdık. Radyoyla yatar radyoyla kalkardık desem abartı olacağını sanmam. Doğruya doğru, bizim hayatımızda radyo çok önemli bir şeydi. Şimdiki televizyonla mukayese edilmez, hak ettiği saygıyı hepimizden görürdü. Mesela, en güzel Türkçe, radyo Türkçe’siydi. Güzel konuşmanın nasıl olduğu radyodan öğrenilirdi. Sanıyorum ihtilallerin başarısı öncelikle radyo binasını ele geçirilmeyle eş değerliydi ki, daima ilk ihtilal anonsu radyodan işitilirdi. Sürekli yayına başlayan kahramanlık türküleri arasında, sabırsızlıkla haber yayınları beklenirdi. Ayrıca her şarkıcı radyoya çıkarılmaz, her şarkı yayınlanmazdı ki. Radyo sanatçısı olmak çok mühim bir şeydi. Sabahları saat on civarında yayımlanan Arkası Yarın annemin gözdesiydi. Bu bir nevi radyo tiyatrosuydu. Dünya ve Türk edebiyatının klasik eserlerine, yüzünü görmediğimiz sesler ruh verirlerdi. Artık bilirdik o sesleri. Bir yerde karşılaşsak, sesinden tanıyabilirdik o tiyatrocuları sanki. Öyle bizden birileriydi. Tam merakla dinlerken, en heyecanlı yerinde program kesiliverirdi. Nanananomm… Arkası yarın, denirdi. Yarın çabuk gelsin diye beklenirdi. Saat 19:00’da eve mutlak bir sessizlik çökerdi. Çünkü ajans saatiydi. İlgiyle haberler dinlenirdi. Gece 21:00 de ise Mikrofonda Tiyatro programı vardı. Büyük bir heyecanla gecenin oyunu beklenirdi. Kulaklar iyice açılır, seslerin büyülü dünyasına dalınırdı. Radyo dinlemek ve kitap okumak birbirlerine aslında çok benzemezler mi? Birinde sesler, diğerinde harfler bizi hayal dünyamızda gezdirmezler mi? Anlatmak istediğim radyo aslında, kitap araya girdi. Diyeceğim odur ki radyo, gönülden inandığımız bir şeydi.

Şimdi böyle yazınca aklıma Orson Welles geldi. 1915 doğumlu sanatçının hayatı aslında çok renkli. Bu yazıda anlatmak istediğim Orson Welles’in Marslılar Geliyor diye bilinen, Dünyalar Savaşı’nı radyoya uyarlama hali. Sanatçının radyodaki ilk yayını. Program yeni başlıyor. Orson Welles küçük bir numaraya yapıyor. Programın tanıtım müziğinden ve tanıtım sözlerinden önce: “Şu anda aldığımız bir haberi vermek için, yayınımızı kesmek durumundayız.” diye başlayan cümleden sonra, dünyanın Marslılar tarafından işgal edilmeye başlandığını söyleyen bir anons yapıyor. Radyoda bu anons duyulunca, Amerika’da yer yerinden oynuyor. Aslında bu yapılan Orson Welles’in oyununun oyunudur. Sanatçı bir anda tüm dünyada meşhur olur. İşte radyo bizim zamanımızda böyle bir şeydi. Kimseyi görmezdik ya seslerden şüphelenmezdik. Marslılar dünyayı işgal etti diye şakacıktan anons yapılsa bile gerçek zannedebilirdik. Şimdi ben bu eski radyo günlerinden söz edince aklıma Orson Welles’in o güzelim şarkısı geldi. I know what it is to be young (Ben genç olmanın ne olduğunu biliyorum) / But you don't know what it is to be old (Fakat sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin). Bu sözler tam bana uydu. İki cümle de ben ekleyeyim. Ben televizyonun ne olduğunu biliyorum. Fakat sen radyo günlerinin ne olduğunu bilmezsin ne yazık ki:)

5 yorum:

  1. Çok küçüktüm ama hatırlıyorum annemle babamın radyoya yapışır gibi 27 mayıs ihtilal haberlerini dinlemelerini.. ben anlamazdım ama aya ilk ayak basışın naklen yayını esnasında spikerin
    -uçan tabaklar.. ucan tabaklar diyen heyecanlı sesini hala hatırlıyorum.
    O zamanlar transistörlü radyolar halen çıkmamıştı. Antika radyolardan antika antenler sayesinde ses alırlardı.
    Hala radyo kullanıyorum. Kalmalı gideceğim yerlere götürebilmek için mutlaka elimde iki radyo vardır.
    Uykusuzluk problemi olanlar alsınlar ellerine radyolarını dayasınlar yatakta kulaklarına .. arada kanal arasınlar. O sesler okadar güzel terapi yerine geçiyorki..bir bakmışsınız uyumuşsunuz.
    Uykusuzluk çekmiyor olsanız bile tavsiye ederim. Güzel sesler ruhu dinlendirir :)
    Sevgilerimle

    YanıtlaSil
  2. Haftada bir radyo tiyatrosu olurdu. Ama biz çocukların yatma vaktine denk geldiği için içimiz kan ağlayarak dinleyemeden yataklarımıza giderdik..ne isyanlar ederdim bu duruma içimden bilseniz. Hala hatırlarım. Karşı gelemezdik büyüklere.
    Bir de her gün 20:00 da galiba..bir arkası yarın vardı. Yıldız Kenter, Şükran Güngör, Müşfik Kenter. Arap bacılı filan bir aile dizisi idi. Klişe yurttan sesler korosu.. İnci Çayırlı söylüyor. Orhan Boranın Yukisi. Demirbank hayırlı işler diler-le başlayan şimdi reklamlar vs..
    vayy nasıl da gittim eski günlere.
    Sen çok yaşa emi Vildan.
    Kendine iyi bak arkadaşım.

    YanıtlaSil
  3. Güzel paylaşım, teşekkürler.

    YanıtlaSil
  4. Evet Dostca.
    uçan tabaklar diye tercüme etmişlerdi. Sanırım şimdinin uçan dairelerini kastediyor bu tanımlama. Daha sonra ilk görüntüler yayınlandığında hayat dergisinde (ya birde hayat dergimiz vardı değilmi) gerçekten de uçan tabak gibi grup halinde üst üstedizili bir fotograf vardı. Daha sonra yok edildi bu fotograf. Gerçi şimdilerde aya ilk ayak basışın kötü bir studyo mizanseni olduğu iddiaları da bana senaryo gibi gelmedi ya.
    Sonuçta tv bu günün nasıl ki aptal kutusu ise radyo da o zamanın laf kutusu işte. Ne derlerse dinleyeceksin. İnanacaksın. Canlı yayına bağlanır gibi bağlanamazsın, itiraz hakkın yok. Üç kanaldan başka seçme hakkın yok. Yerel yayınlar yasak. falan filan feşmekanla bugunlere geldik işte.

    YanıtlaSil
  5. Eski radyo günlerini hatırlayan dostlara selam olsun!

    YanıtlaSil