21 Aralık 2010 Salı

Ne İçindeyim Zamanın Ne de Büsbütün Dışında...

 

Kitaplığımda gene aradığım hiç bir kitabı bulamaz hale geldim. Durumum aynen sanal ansiklopedide bilgi aramaya benzedi. Hani merak edilen  bilgiyi ararken, karşısına çıkan başka bir bilginin cazibesine kapılır da insan, daldan dala sanal dünyada gezinir durur ya elinde olmadan... Aynen öyle... Ben Orhan Pamuk'un Kara Kitap'ını bulmak için kitaplığın başına gelmiştim misal. Olması gereken yerde aradığım kitabı bulamadım tabii..  Diğer Orhan Pamuk kitaplarının yanında aradığım kitap durmuyordu yani. En son ne zaman okudum ve hangi  rafa koydum? Kim bilir? Bilemiyorum.  Ara ki bulabilirsen. Fena! İşte gene bu haldeyken ve üstelik hiç aklımda yokken, Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adlı kitabı elime gelmedi mi? Hey! Nasıl özlemişim!.. Unuttum  aradığım kitabı.  Kitaplığın yanındaki koltuğa oturdum. Kitabı araladım. Denk gelen bölüm Şu Sihirli "An" diye başlıyor. İnanmıyorum. Gündüz Vassaf bölüm yazısının üstüne bir cümle alıntılamış. Kimin cümlesi biliyor musun? Orhan Pamuk'un.  Cümle şu: "Ben burada değilim." 

Ne hoş tesadüf! Bakar mısın şu işe? Orhan Pamuk'un kitabını ararken, Gündüz Vassaf'ın kitabının cazibesine kapıldım. Kitabı ilk araladığımda karşımda Orhan Pamuk'un bir cümlesine rastladım. Sevinirim böyle şeylere işte. Sevinirim kendi kendime. Bunu bir işaret sayarım. Ne bileyim? Oynamayı severim ya... Durup dururken içimi bir sevinç kaplar. Eğlenirim. "O saniyeyi beklersiniz. Hayat boyu ulaşmak istediğiniz, hazırladığınız o biricik "an"ı. diye başlıyor ilk paragraf. İnsanın aya ilk ayak bastığı andan, olimpiyatlarda madalya kazanan kişinin milli marşı çalınırken gözlerinin dolduğu "an"a gidiyor. Sonra ölüm ve hayatın hazırlanamayacağını, onların öylesine, olduğu gibi geldiklerinden söz ediyor. Hayatımız "an"ların bütününden oluşuyor ya, kimi zaman akıntıya bırakırız kendimizi, kimi zaman akıntıya karşı kürek çekeriz, kimi zaman direniriz, kimi zaman boğuluruz. Zaman akıp gider bir şekilde. Yaşam sürer. Biz de sürer gideriz. Yazar yaşamın akışını "an"lar durdurur, insan ormandaki kuşları işitmek için durup dinlememeli. Durup dinlemeden işitmeli okyanusun kükreyişini diyor. Çok çarpıcı değil mi? Bir sonraki an'ı beklemeyin. Bir sonraki an diye bir şey yok. Akış sürer gider. An'ın parçası olun. Her an'la birlikte yaşayın. Böylece kaldırın an'ları diyor. An'ın içinde kaybolun, an'ı yaşayın.  Ama an'ı yakalamaya çalışmayın diyor.


Sonra yaşamlarımızdaki "sihirli anlara" geçiyor. Bilirsin sihirli anları, kutlama törenleri  falan yaparız ya hani... Doğum, düğün, okula başladığımız gün, mezuniyet... Hatta ölüm... Cennete kavuşacağımız "an" değil midir? Sonra Gündüz Vassaf  bu "sihirli anlar"ın insanlar üzerinde kurduğu baskılardan söz ediyor.  Bu anların sevinçlerinde bile baskı olduğundan... Neşeli olan sihirli anlar bile baskı yaratmaz mı insanın üzerinde? O gün çok mutlu olacağımıza kendimizi endeksleriz misal. En ince ayrıntısına kadar planlarız. Günlerce kimi zaman yıllarca o an'ı düşleriz. Hep gelecekteki "sihirli an"ların hayalini kurarız. Gündüz Vassaf diyor ki "Bunlar bizi hayat yolu üzerinde belli bir noktaya doğru götürseler bile, bir yandan da yaşamın ayağımızın altından kayıp gitmesine yol açarlar. An'ları beklerken yaşamı elimizden kaçırırız. An'ları beklerken yaşama karşı körleşiriz." Haklı değil mi? Of, ne fena! Sonra "sihirli an"ların sırtından beslenen endüstriye geçiyor. Sadece doğum, evlilik nedeniyle kazanan  doktorları, hastaheneleri, yemek şirketlerini, gelinlikçileri, kuaförleri, fotoğrafçıları düşünsene... Bu an'lar sayesinde para kazanırlar. Doğum günleri, yılbaşı, sevgililer günü hatta anma ve zafer törenleri hep sihirli an'lar değil midir?


Söyler misin bana, zamanı ilk kim hesapladı? Kim haftayı yedi, ayı otuz güne böldü? İlk takvim yazarın dediği gibi gel-git olaylarının bilinmesi, ekinlerin ne zaman ekileceği, erzakların ne zaman depolanması gerektiği, yazın ne zaman geleceği bilinsin diye kullanılmaya başlandı. Yüzyıllar içinde zamana daha duyarlı aletler geliştirildi. Zaman gün, saat, dakika ve saniyelere bölündü. Yaşantımızı abluka altına aldı. Gündüz Vassaf diyor ki, eskiden takvimlerle doğanın ritmini gözlemlerken, bu yüzyılda kendimizi gözetim altında tutmak için kullanıyoruz saatlerimizi. Ne zaman yataktan kalkacağımızı, ne zaman yemek yiyeceğimizi, ne zaman tekrar uyuyacağımızı kolumuzdaki saatlere göre planlıyoruz. Öğle yemeğimizi karnımız acıktığı için değil saat oniki olduğu için yiyoruz. Uykumuz geldiği için değil geç olduğunu düşündüğümüz için yatıyoruz. Doğal  olarak uyanmıyoruz da çalar saatin alarmıyla  uyanıyoruz. Yazarın dediği gibi kendi zaman ölçme sistemimizin tutsağı olduk. Sihirli an hayatımıza sessizce nüfuz ettikçe farkında değiliz ama özgürlüğümüzü yitiriyoruz. O sihirli anlar bizi zamana bağlı olmaya, "an"ın tutsağı olmaya götürüyor ya, Gündüz Vassaf haklı, zamanın olduğu yerde özgürlük kalmıyor galiba. Of, okuduğum bu kitapta yazmıyordu ama ne ilgisi var demezsen Ahmet Hamdi Tanpınar'ın o güzelim dizleri  geldi aklıma... "Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın, parçalanmaz akışında"  Hey, şimdi  Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nü kitaplarımın arasından bulsam mı acaba?

4 yorum:

  1. çok fazla anlam yüklersin o sihirli anlara ve o an geldiğinde görürsün ki hiç birşey hayal ettiğin gibi değil.kızarsın, kahredersin.o anı beklerken yaşamdığın anlara hayıflanırsın. oysa ki o sihirli an nasıl hayallerindeki gibi olsun. adı üstünde hayal. hayal her zaman gerçekten güzeldir.

    YanıtlaSil
  2. Eee.. Kara Kitap... Madem Hayal Kahvem'deyiz. Yazılar hep hayaller üzerine dikkat ederseniz.
    Yoo... Ben hayal etmeden yaşayamam. Mümkün değil:)
    Hayallerim olur... Olmaz valla hiç önemli değil:)) Hayali cihan değer denmiş denmesine ama o geçmiş zaman olur ki hayali cihan değerdi... Benim hayallerimin hepsinin hayali cihan değer:)) Sevgiler.

    YanıtlaSil
  3. Ne içindeyim zamanın, ne de büsbütün dışında; yekpare, geniş bir anın, parçalanmaz akışında..
    Son bir kaç aydır dilime pelesenktir bu dize..minik bir postite sığıştırdım hep göreceğim bir yere yapıştırdım. Her uygun zemine de yazıyorum:)Belli ki bir şey demeye çalışıyorum kendime..

    Orhan Pamuk'la kitaplığınızın başında yaşadığınız gibi bu da..tevafuk diyor ya tasavvuf buna, Jung'ın dediği gibi eşanlılık ya da..Bense mesaj geldi diyorum bana:))
    Sevgiyle.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Lodoscu, mesajınız şimdi geldi:) Kusuruma bakmayın e mi?

      Sil