2 Aralık 2012 Pazar

Biliyorum, Sazanın Tekiyim!

 
"Elimde olaydı atlaslar sererdim ayaklarının altına
Ne ki garibanın tekiyim, varım yoğum düşlerim.
Düşlerimi serdim ben ayaklarının altına
Nazik ol lütfen, üzerine bastığın benim düşlerim."
William Butler Yeats


Karaköy'den Eminönü'ne doğru yürüyordum. Takvime göre güzün bitmesine üç gün kalmıştı. Ha geldi ha gelecekti ya, kışın eli kulağındadı. Acaba uğraşsam, bir mevsimin diğerine döndüğü o efsunlu anı hissedebilir miydim? Hissedebileceğimi hayal ederek yürümeye devam ettim. Galata Köprüsü'ne vardığımda, günün minesi soluvermiş, esmer renkli sema gökyüzüne sereserpe yayılıvermişti. Hava ılık, deniz berrak, tarihi yarım ada ise tek kelimeyle büyüleyiciydi. Köprü üstünde balık tutmakta olan insanları seyrede seyrede yürümeye devam ettim. Sait Faik öyküleri sebebinden midir bilmem, denizi, balığı, balık tutanı, ekmeğini denizden çıkaran insanı çok severim. Baktım, genç bir adam oltasını çekti.  Çırpınmakta olan iri bir balık misinanın ucunda göründü. "Vay anasını!" dedim içimden. Adamın yüzündeki sevinci farkettim. "Vay canına" dedim bu sefer. Ben bilmiyorum. Hiç tatmadım bu tür sevinci. Balıkçının sevincini seyretmek hoşuma gitti. "Balık tutmak ne güzel!" diye aklımdan geçti. Çantamı omuzuma iyice yerleştirdim. Balıkçıyı seyre devam ettim. Adam misinanın ucundan balığı çıkarma gayretindeydi. Nasıl itina, şefkat ve sabırla balığı ağzındaki iğnesinden kurtarmaya çabalıyordu anlatamam. Az sonra ölecek balığa bu kadar merhamet göstermesine anlam veremedim. Sonra kızdım kendime. Ne fena biriyim diye aklımdan geçirdim. Tüm merakımla  seyretmeye devam ettim.  Adam yan tarafında oturmakta olan  ihtiyara seslendi. Baktım. İhtiyar adam, kendi girdiği halin insanı olan biriydi. Dizlerine dayanarak kalktı. Oltanın ucundaki balığa baktı. Hoyrat davranmadı. Gözlerim şahit. Balığı merhametle tuttu. İşinde mahirdi. Tek hamlede iğnesinden çıkardı. Genç balıkçının eline bıraktı. Nasıl hoşuma gitti anlatamam. Bu seyri bembeyaz tülbente sardım. Hafızamın "zamanı geldiğinde ilaç yerine kullanılacak anılar" bölümüne yerleştirip bıraktım. Köye döner dönmez ilk denk geldiğim arkadaşıma, bu olayı mutlulukla anlattım. Dedim ki: "Balığın ağzı yırtılmasın diye gösterdikleri çaba ne hoş değil mi?" Sadece gülümseyerek değil, küçümseyerek dinledi beni.  Bir tokat indirir gibi "Ne safsın. Sanırım misina iğnesinin kaç para olduğunu bilmiyorsun." dedi. O an duyduğum his feciydi. Bir süre çivilendim, öylece kalakaldım. Sazanın tekiydim. Adamlar aslında balığı değil, misina iğnelerini düşünüyorlardı demek ki! Ne fena! Ne yalan söyleyeyim, etkilendim. Acıtan bir hayalkırıklığı hissettim. Gözlerim buğulandı. Arkadaşım vaziyetimi farketti. Güldü. "Boşver dediklerimi, sen  gene balık daha fazla acı çekmesin diye, balıkçıların öyle davrandıklarını düşünmeye devam et." dedi. Gitti. İnan saflığıma değil, hayal kırıklığıma kederlenmiştim. Bu durumu kabullenmedim. Ruhum yaralanmıştı. Acilen tedaviye ihtiyacım vardı.  "Zamanı geldiğinde ilaç yerine kullanılacak anılar" arasından, son anımı hemen çekip çıkarttım. O günü başa sardım. Dört gün öncesine, ihtiyarın, genç adamın eline balığı bıraktığı zamana ışınlandım. Genç balıkçı sonra ne yapmıştı peki, diye  düşünmeye başladım. O zaman, o mekan ve o adam bir mıh gibi hafızama işlenmişti. Genç balıkçı elindeki oltayı köprünün duvarına dayadı. Sonra çırpınan balığı iki eliyle tuttu. Yüzüne doğru yaklaştırdı. Balığın ağzına şefkatle baktı. Gördüğünden memnun kaldı.  Balığı su dolu kovaya usulca bıraktı. Ne hoştu! Böyle hatırlamak hoşuma gitti. Sevindim. Anımı bembeyaz tülbente gene sardım.  Hafızamın "zamanı geldiğinde, ilaç yerine kullanılacak anılar" bölümüne, itinayla yerleştirip bıraktım.


11 yorum:

  1. Kanadı kırık uçan balık2 Aralık 2012 16:41

    Zaten şefkatle bakmak bütün yaraları iyileştirmez mi?????

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kanadı Kırık Uçan balık, size merhametle baktığımı bimenizi isterim:)

      Sil
  2. misina iğnesiyle hiç ilgisi yok. kesinlikle balığa merhamet etmek için öyle davrandılar. balıkları da taze taze yemek için değil, ölürken yerini yadırgamasın diye su dolu kovaya bırakıyolar.

    aksini düşünsek bişey kazanıcak mıyız? yok. aslında herkes, herşeyi iyi oldukları için yapıyo.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Semma, dediğiniz gibi elbette. Nasıl gördüysem aynen öyle:)
      Tamam, sazanın tekiyim biliyorum.
      İyi ama, merhametli insanları anlamaz mıyım?
      Böyleyken böyle işte:)

      Sil
  3. Neredeyse yorulmuşum okumaktan, yazmaktan, çizmekten... Çok uzun zamandır Hayal Kahvem de dahil hemen hiçbir bloğu okuma fırsatı bulamıyordum. Madalya takacaklarmış gibi çabalıyor, çalışıyor, didiniyor, farklı isimlerdeki yazarların yeni kitaplarını okura sunma savaşını sürdürüyordum. Sıkılmış durumdayım şimdi. Önümde uçurum, ardımda şahsi depremlerle yerle bir olmuş bir kent: yayın sektörü. Dedim ya, okumaktan bile, yazmaktan bile soğudum. Acayip bir kıstırılmışlık hissiyle yeni adımlar atacak cesareti toplamaya çalışıyorum.

    Biliyorum, insanlar kirli çoğunlukla. Kirlenmeyenler de kendi hapishanelerinde kalmayı yeğlemekte. Kahramanların cenaze namazı kılındı. Yazı ucuzladı. Şiir zaten cehennemde. Biliyorum, insanlar aciz çoğunlukla...

    Bu ve benzeri hislerle cebelleşirken, "Sahi," dedim, "Hayal Kahvem. Gir ve oku."

    Okuyorum.

    Gülümsüyorum.

    YanıtlaSil
  4. Selam Aşkın, ne çok oldu haberleşmeyeli sahi:)

    Valla seni bilmem ama ben Aşkın Güngör şiirlerini çok okur oldum şimdilerde.
    Hele kakafoni Silsilesi var ya, bir doz iç silkelen yani öyle böyle değil:)
    Bak, mesela şöyle:

    "Eh ulan Kakafona, bir tek sen değişmedin
    Sülalesi kandilli şu hayat sahnesinde.
    Hâlâ aynı saflıkla bakıyor ya gözlerin,
    Nasıl yaşıyorsun bu kalleşler tekkesinde?

    İzninle gitmeliyim, Tanrı beni bekliyor,
    Ve o yıldız iniyor üzerine başımın.
    Kararımın hükmünü kimseler anlamıyor,
    Beni bir tek sen anla, olur mu arkadaşım?"

    Aşkın Güngör / Kakafona Silsilesi 5


    Gülümsettiyse yazı, ne mutlu canıma:)
    Sevgiler.

    YanıtlaSil
  5. Ben de köye dönüşünüzün akabinde ilk denk geldiğiniz arkadaşınızdan farklı düşünmüyorum maalesef:(

    Ne diyordu Mevlana: "Alem yiyen ve yenilenden ibarettir."

    Balıkçıda merhamet olsaydı denize kancalı oltasını sallamazdı.. Yemi bile kancanın ucunda sunan bir zihniyetten balığa merhamet beklemek hata olur zaten.

    Gerçekten "sazan"lık yapmış olsaydınız balıkçıyla değil "balık"la empati kurmuş olurdunuz:))

    Sizinkisi benim de çok düştüğüm bir hata sadece: Herkesi kendi gibi sanmak..

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Asaf, balık, tavuk ve et yemeği severim:)

      "Balıkçıda merhamet olsaydı denize kancalı oltasını sallamazdı.." demişsiniz ya, peygamberlerin bazılarının balıkçı olduğunu unutmayın.
      Misal Nuh Peygamber'e gemicilerin, Yunus Peygamber'e balıkçıların piri demezler miydi:)

      Herşeye merhamet duymak en güzeli sanırım Asaf. Öğreneceğim elbet:)
      Sağolun.

      Sil
  6. Kıssaya göre Yunus peygamberi yutan balık O'nu karnında muhafaza etti.. O'nu balık avlıyanların piri olarak düşünmek bana ters geliyor..

    Balık pişirmenin ve yemenin merhametle ilgisi yoksa; balık tutmanın da yoktur:))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bakın bir şeyi daha öğrenmem gerekiyor, çok bilmediğim konularda yorum yapmamalıyım sözgelimi:)

      Ne bileyim Asaf, Yunus Peygamber puta tapan insanlara tek Allah olduğunu kabullettiremeyince, Allah'a isyan etmiş, sonra yaşadığı şehri bir gemiye binip terk etmiş ya hani... İşte o gemide balık tuttuğunu hayal etmiştim:)

      O zamanlar misinayla değil, ağla tutuyorlardı belki. İnanın bilmiyorum.
      Ama büyükannem öyle öğretti, Yunus Peygamber balıkçıların piri. İdris Peygamber ise terzilerin piri, derdi. Hey gidi büyükannem, ruhu rahmet istedi.

      Neyse, aslında kendisi için balık tutan birinin, elindeki balığa merhamet gösterdiğini görmek ve iyiliği hissetmek benim için çok mühim. Çünkü endüstriyel gıda yetiştiriciliği bildiğim halde et yemek, bünyemi acayip yaralıyor. Geçenlerde bir yazı okumuştum. Yetiştirilen üç tavuktan biri yürüyemiyormuş biliyor musunuz? Çünkü o kadar kilolu olarak yetiştiriliyorlarmış ki yürüyebilmeleri mümkün olmuyormuş. Ne fena öyle değil mi? Şimdi bu tavukları yetiştiren çiftçiler sadist ruhlu oldukları için mi bu eziyeti yapıyorlar yani. Yooo, o kapitalist düzen var ya, hani sadece kâra odaklı ticaret, insanın yüreğini karartıyor, iyiliğe, güzelliğe dair ne varsa yok ediyor.

      Bunu istemiyorum ben Asaf. İyiliği hissetmek, merhameti farketmek ruhuma, gönlüme merhem oluyor. Artık daha az görür olduk ya böyle merhametli insanları, biriktirmeye başladım denk geldiklerimi.
      Kendimi iyi hissetmeyince bu anılar bana iyi geliyor:))

      Böyle işte:)



      Sil
  7. William Butler'in dizeleri sagolsun dusurdu beni blogunuza, iyi ki de dusmusum ne cok sey varmis burada okunacak :)

    YanıtlaSil