28 Eylül 2025 Pazar

Kendimi Eylediğim Zamanlar,,,

 

Köy gezisi yaptım.


Film seyrettim.


Yeni bir kitap okumaya başladım.

İki gün için Viyana'ya gideceğim. 
Minik bir gezi planladım. (fotoğraf-google)


27 Eylül 2025 Cumartesi

Yabancı Dil Nasıl Öğrenilir?

 

Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Emrah Safa Gürkan’a, 

- Yabancı dil öğrenmek isteyenlere tavsiyeleriniz nelerdir? diye soruldu. Onun cevabı klişe önerilerin çok ötesindeydi.

Öncelikle dil öğrenmek için tavsiyeye gerek olmadığını, asıl meselenin o dili hayatın bir parçası haline getirmek olduğunu söyledi. Bildiğimiz birkaç temel öneriyi sıraladıktan sonra ise öyle bir cümle kurdu ki, bence dinleyenlerin aklına mıh gibi çakılmıştır.

- Hem Fatmagül’ü Kim Öldürdü izleyip, yani halam gibi yaşayıp, hem Pelin Batu gibi İngilizce konuşamazsın.

İşte bu kadar:) 


25 Eylül 2025 Perşembe

Saatli Maarif Takvimi ve Kitap ve Saadet :)

 

Arkadaşım Nur, her yıl mutlaka Saatli Maarif Takvimi alır. Bazan  Instagram’da paylaşır. Dün paylaştığı sayfada Naci Kasım’ın  şu cümlelerini okudum... Bayıldım:)

"İyi bir kitap okuyup da ondan, saadetimize yol açan fayda ve güzellik duygusu kazanmamak mümkün değildir. Yalnız bu kazancı hasisin serveti gibi kendimize saklamakla değil, etrafa saçmakla hayatımızı değerlendirebiliriz." 

O  nedenle, son okuduğum kitaptan kazandığım, saadetime yol açan fayda ve güzellik duygumu hasisin serveti gibi kendime saklamak istemeyip, etrafa saçmak istedim.:))

İşte buyrunuz...

Son günlerde okuduğum İspanyol  kadın yazar Beatriz Serrano'nun romanı Hoşnutsuz, otuzlarının başındaki kadın kahramanı Marisa'nın  gözünden  günümüz iş dünyasını, iş arkadaşlarını, modern hayatın bitmeyen koşuşturmasını, ilişkilerdeki kırılgan dengeleri  kara mizah tadında anlatıyor. Bazı sayfalarında kahkaha atarak güldüm:) Çok az kaldı. Sonunu çok merak ediyorum. Hararetle tavsiye ederim:)




NOT- Aynı romanın farklı dillerde yayımlanan kitap kapaklarına bayıldım. Kendime saklamadım. İşte sizinle paylaştım. Arz ederim😆

23 Eylül 2025 Salı

2025 İstabul Bienali İçin Kendime Yürüyüş Rotası Hazırladım...

 

İstanbul Bienali “Üç Ayaklı Kedi” başladı... İşimden başımı kaldırıp henüz gidemedim. 11 Kasım'a kadar süreceği için, çıkan haberlere şimdiye kadar göz ucuyla bakıyordum. Bugün vaktim vardı. Daha derinden ilgilenmeye niyetlendim. İstanbul’un farklı köşelerinde, katılan 47 sanatçının işlerini görmek, canım İstanbul sokakları ve  tarihi mekanlarıyla,  sanatın  iç içe geçtiğine tanık olmak harika bir deneyim olmaz mı?Üstelik tüm mekanlar ücretsiz. Pazartesi hariç her gün 10.00-18.00 arasında görülebiliyormuş.


Yukarıdaki çizimden faydalanarak kendime bir rota hazırladım.



1- Başlangıç: Karaköy Meydanı — Galata Rum Okulu'ndan başlayabilirim.

2- Zihni Han- Galata Rum Okulu’dan Tophane yönüne doğru birkaç dakikalık keyifli bir yürüyüşle Zihni Han’a  giderim.

3- Meclis-i Mebusan Caddesi 35 — Zihni Han’dan Meclis-i Mebusan yönüne doğru devam edersem  cadde üzerinde No.35’in zemin katı bienal için yeniden işlevlendirilmiş. 

4- Muradiye Han ve karşısındaki Galeri 77 - Meclis-i Mebusan çevresinde Muradiye Han’ı görüp hemen karşısındaki Galeri 77’ye geçebilirim.

5- Külah Fabrikası —  Karaköy’ün ara sokaklarından birinde, bir zamanlar dondurma külahı üreten iki katlı bir bina varmış. Çok heyecanlı... Görebilsem  havalara uçarım.

6- Eski Fransız Yetimhanesi Bahçesi — Burada soluklanabilirim.

 Elhamra Han — Sonra İstiklal Caddesi üzerindeki Elhamra Han’a doğru yürüyerek turu bitirebilirim.

Mekanlar hakkında bilgi edinmek mümkün... https://bienal.iksv.org/tr/18-istanbul-bienali/mekanlar

NOT: Şu kelimeleri tekrar hatırlayayım istedim.... 

Bienal: İki yılda bir yapılan büyük sanat etkinliği, 

Trienal: Üç yılda bir yapılan sanat etkinliği iken,  

Festival ise  her yıl da olabilir, farklı alanlarda (müzik, film, edebiyat vb.) düzenlenir, daha şenlik havasında... 🎉

Nananoom... Filmekimi Başlıyor:)

 



22 Eylül 2025 Pazartesi

Yalanım Yok. Hayalim Çook:)

 

7. Star Wars'u seyredenler bilecektir,
Bu filmin en efsane kahramanı Rey'dir.


Bu güzel genç kadının kullandığı  uzay aracı spidırın kasko sigortasını ben yaptım.
Araç eskiydi. Hatta hurda bile diyebilirim.
Sigorta şirketine zorla kabul ettirmiştim.


Rey, az önce aradı beni...
Hüngür hüngür ağlıyordu.
"Uzayın ıssız yollarında aracım arıza yaptı.
Çok çaresiz kaldım. Ne yapmalıyım?" dedi.
"Aaa! Geçmiş olsun." dedim.
O kahraman ruhlu  kadın, çaresizce ağlıyordu ya...
Önce...
Çok şaşırdığımı itiraf etmeliyim.
Sonra...
Düşündüm. Ne olacaktı ki?
Ağlamak güzeldir.
İnsanlık hali...
Şaşırdığımı  hiiiç belli etmedim.
En şefkatli sigortacı sesimle,
"Hemen yavaşça  ilk çöl gezegenine iniver.
Sakın merak etme.
Derhal çekiciyle tamirci göndereceğim."
dedim.


 
Gönderdiğim çekici ve tamirci,  ışık hızıyla Rey'in yanına vardılar.
Aracı kaldırıp, beceriyle onarımını yaptılar.

Rey, aradı beni...
"Kullanıyorum artık." dedi.
Nasıl mutluydu anlatamam.
Teşekkür üstüne teşekkür etti.
"Heyy!
Lafı mı olur Reyyy!
Sigortacıyım.
Benim işim bu." dedim.
Ehemm! Ehemm!
Övünmek gibi olmasın ama...
Star Wars'ın sevdiğim kahramanına yardımcı olduğum için,
ne yalan söyleyeyim çok ama çoook sevindim:)

2015

21 Eylül 2025 Pazar

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

 

Roman okudum.


Filmler seyrettim.


Elimde kalan camlarla mozaik yaptım.



Arkeoloji Müzesi gezdim.


Seramik vazolar yaptım ve sırladım. Fırına götüreceğim.


20 Eylül 2025 Cumartesi

"Geçip Giden Zamanları Bir Yerlerde Bulsam"

 

Amcam, babam ve halam altı ay arayla vefat ettiler. Yok yeni değil. Bir kaç yıl oluyor. 

Üçünün de eşleri  ölmüştü. Aynı evde oturmayı istemediler. Yıllarca tek başlarına yaşamayı seçtiler. 

Üçünü de çok seviyordum.  Üçüyle de  irtibatım muhteşemdi. 

Arardım. Giderdim. Coşkuyla muhabbet ederdim. Sarılırdım. Öperdim. Hediyeler alırdım. Şımartırdım. Pofpoflardım. Onları önemserdim. Önemsediğimi göstermek için ne gerekirse yapardım. 

Birine gittiğimde diğer iksini de mutlaka telefonla arardım. Dörtlü konferans görüşmesi yapardık. Birbirleriyle konuşmalarını izlemeye bayılırdım. 

Babamla haftada bir gün  balıkçı ritüelimiz vardı. Babamın evine yakın salaş balıkçıya giderdik. Somon ve salata yemeyi severdi. Ödemeyi ben yapacağım diye çok pahalı olmasın niyetiyle somonu bölüşmemizi isterdi. İtiraz etmezdim. Hatta hoşuma giderdi. 

Hep aynı balıkçıya gittiğimiz için, garson  bizi görünce:

- Aynısı mı Ali Amca? diye sorardı. Babam bıyıklarını titretek güler:

- Aynısı olsun Osmancım, derdi. 

Bazan üçünü birlikte yemeğe götürürdüm. Ya da orman banyosu yapacağız diye güldürerek  en yakın ormana giderdik. Onların ritminde yürür,  banklarda dinlenirdik. 

Bazan susar bazan muhabbet ederdik. 

Bazan  birlikte şarkı söylerdik.

Bazan afacanlığım tutar, geçmişteki küskünlüklerini hatırlatırdım. 

Amcam:

- Kardeşler arasında olur öyle şöyler.  Unutma, et tırnaktan ayrılmaz yavrum, derdi. 

Onlar da beni severlerdi. Sevildiğimi hissettirirlerdi. 

- Araba kullanırken dikkatli ol, derdi babam mesela. Herkesle iyi geçin yavrum, diye eklerdi. 

- Sen şarkı söylediğin zaman seviniyorum. Mutlu olduğunu düşünüyorum, derdi.

- Ne ince giyinmişsin, bi hırka alsaydın ya üstüne, derdi halam.

- Kızım, dün gece seni rüyamda gördüm. İyi misin, diye sorardı amcam.

Beni çok seven üç kişi yok şimdi .

Onların ölümlerinden daha fazla, beni böyle seven üç kişinin artık hayatta olmamasına üzülüyor olmam kötü bir şey mi?


Çizim / Doç. Dr. Şenol Bezci - Başlık/ Mirkelam

19 Eylül 2025 Cuma

Dakka Bir Gol Bir

 

Öğle saatleriydi, şehir trafiği yoğun ve ağır ilerliyordu. Arabamla yavaş yavaş yol alırken tramvay geçidinin bulunduğu dört yol ağzına geldim. Tam o sırada sağdan ve soldan araçlar hızla ana yola fırladı. Önümdeki araç aniden durunca ben de fren yaptım. Arkamdaki araç duramayarak bana çarptı.

Yola fırlayan iki araç ile önümdeki araç bizimle ilgilenmeden yollarına devam etti.  Ben arabamı kenara çektim, arkamdaki araç da arkamdan yanaştı. Arabadan indim. Bana çarpan aracın kapısı açıldı, bir adam çıktı, 

- Neden aniden duruyorsun!!! Neden ani fren yapıyorsun!!!  diye bağırmaya başladı.  

İlginç bir süreçteydim. Dün gece, ne olursa olsun öfkelenmeyeceğim, diye kendi kendime söz vermiştim. Bir nevi öfke orucu... Süre: 7 gün😅 Henüz birinci günümdeydim.... Dakka bir gol bir denmez de ne denir, di mi?

- Abicim gördüğün gibi ani fırlayan araçlar sebebiyle önümdeki araç durdu. Ben mesafeyi koruduğum için çarpmadan durabildim.

Sen ise trafikte takip mesafesine uymamışsın.Dibimden arabanı sürmüşsün. Duramamış bana çarpmışsın. Bi de bıdı bıdı konuşuyorsun. Hem suçlusun hem güçlüsün, diyebilirdim. 

Demedim.

Sakince bi benim arabama bi onunkine baktım. Hasar yoktu. 

Tamam öfkelenmeyecektim ama bari bi kamu spotu geçmeliydim. Gözlerinin içine baktım, ezberimdeki şu cümleleri takır takır söyledim. Dedim ki:

Türk Trafik Kanunu'na göre, sürücüler, hız ve yol koşullarına göre öndeki araçla çarpışmayı önleyecek yeterli mesafeyi korumak zorundadır. Madde 56/1-c. 

Bu yükümlülüğe aykırı hareket eden sürücülere, 2025 yılı itibarıyla 993 TL idari para cezası uygulanmaktadır. 

Ayrıca, bu ihlal 20 ceza puanı ile cezalandırılır. Ceza puanları, sürücünün ehliyetine işlenir ve bir yıl süreyle geçerlidir. 

Bir sürücü, bir yıl içinde 100 ceza puanını doldurursa, ehliyetine geçici olarak el konulabilir. 

Bu yaptırımlar, sürücünün trafik güvenliğini tehlikeye atmasını önlemeyi amaçlamaktadır.

Ayrıca sigorta acentesiyim. Eğer aracımda hasar olsaydı, tüm bu nedenler yüzünden yüzde yüz kusurlu olacağınızı bilmenizi isterim.

Ben bunları söylerken,   şiddetle üzerime gelen, ateş püsküren adam, öyylee ağzı açık donakaldı. Önce melül melül yüzüme baktı. Sonra kabaran omuzları düştü. 

- Özür dilerim, dedi. Arabasına bindi. 

Ben de arabama bindim. 

Arabasıyla yanımdan geçerken adamla göz göze geldik. 

Gülümsedi. Gülümsedim. Gülümsedik biz.


Çizim - Doç. Dr. Şenol Bezci

18 Eylül 2025 Perşembe

Kahve Molası - Kırık Keşkeler, Ortaboy Pişmanlıklar, Dipten Giden İpince Sızılar...

 

Yeni bir huy edindim. Canım sıkıldığında kendimi palas pandıras  sahildeki o banka atıyorum. Her defasında önce derin derin bir kaç nefes alıp veriyorum. Sanki böyle yapmazsam boğazımdaki düğüm çözülmeyecek akabinde  nefesim kesilecek zannediyorum. Nefeslenmek iyi geliyor. Adeta yerküreye değmemek maksadıyla ayaklarımı bankın üzerine topluyorum. Nafile olarak "olur böyle haller" diye öğütlesem de kendime... Umursamaz olmayı beceremiyorum. Bazan ziyadesiyle zorlandığımı, anlatılmaz derecede yıprandığını hissediyorum. 

Kimi zaman yaşanan kızgınlık veya kırgınlık, keder veya acı, yalnızlık veya güvensizlik, anlaşılmak veya anlatmak ya da  kimseyle paylaşmamak gibi durumlar beynimin içinde bir o yana bir bu yana cirit atıp duruyor. Çoğu kez insani zaaflar zorluyor beni. İtişmeler, kakışmalar, irili ufaklı dolaplar, gülünç kurnazlıklar, çelme takıp iş kapmaya kalkışmalar, sonra da hiç bir şey yapmamış gibi şirinlik taslamalar... Yarı resmi, kalpazan işi  nezaket vaziyetleri...  

Veya hafızanın unutmak istediğim halde, çaktırmadan çekmecelerine gizledikleri... Sonra durup dururken akla gelmeyecek yerde ve zamanda  çıkarıp tozlarını silkelemesi... Hakikatinde  harbi harbi bünyeyi  sallayıp silkelemeyi amaç edindiği vaziyetler sözgelimi... Ne bileyim hayallerin kaydığı veya abarttığı aşırılıklar... İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri büyütüp devleştirilmeler... Düşenebiliyor musunuz insanın sadece kendisiyle cebelleşmesi bile ne  meşakkatli bir iş! Of! Tüm bunların peşi sıra hissedilen kırık keşkeler, ortaboy pişmanlıklar, dipten giden ipince sızılar..İçim fena oluyor kimi zaman ne yalan söyleyeyim. İnsanım neticede öyle değil mi? Yaradılıştan gelen binbir his ve duyguyla başetmek kolay bir şey mi? Uğraşıyorum kendimle gördüğünüz gibi.

İşte sahildeki o banka ayaklarımı toplayıp oturuyorum ya... Çantamdan defter ve kalemimi çıkartıyorum. Nedense ancak böyle selamete erebileceğimi düşünerek; sevgiye, şefkate, iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, merhamete dair bildiğim tüm kelimeleri birbiri peşi sıra elimdeki deftere yazmaya başlıyorum. Yazmak  da insani bir edim... Ve yazmak bana çok ama çok iyi geliyor. İçime su mu serpiyordur, nedir? Basbayağı düzeliyorum. 

Heyyy! Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerliyor. Geliyor. Geliyor... Küskün kalbimde çınlıyor. Çınnn! Çınnn! Çınnn! Sonra yine... Her seferinde daha büyük bir sesle daha büyük bir hızla... Elimdeki deftere kalemimin ucundan kelime kelime damlıyor....  Anladım ki yazmak bünyeme ilaç gibi geliyor... Hayatın gelmişine geçmişine bir selam çakıp... Gene... İşte gördüğünüz gibi yazıyorum... Yazıyorum... Yazzıııyooorumm...

NOT: Koyulaştırılmış cümleleri, Atilla Atalay'ın Mecnun Kuleleri adlı öyküsünden aşırdım.
   

16 Eylül 2025 Salı

Nasıl Anlatsam? Nerden Başlasam? Bodrum... Bodrum...

 


Bodrum'da pazar gecesi düğün vardı. Düğün sonrası otelde kalıp kalmama konusunda bir süre  kararsız kaldım. Hem otel fiyatı  çok yüksekti. Hem ertesi gün iş vardı. Düğün bitince  ilk uçakla geri dönmeye karar verdim. Sonuçta, Pazar günü öğleden sonra Bodrum'a uçtum. Sabaha doğru 03.55 uçağı ile geri döndüm. On saat süren Bodrum serüvenim...

Bu kısacık gezinin ilk güzel sürprizi  belki yirmi yıldır görmediğim çok eski arkadaşımın uçakta yanıma oturmasıydı. Fark ettiğimizde çığlık atarak birbirimize sarıldık. Uçak inene kadar o anlattı ben tüm merakımla dinledim. Neler yapmış, nerede yaşıyormuş, ortak tanıdıklardan bildikleri, eski günlerden acı tatlı anılarımız, neler neler... Dinlemeyi seviyorum. Telefon numaralarımızı paylaşıp, en kısa zamanda haberleşmek üzere ayrıldık. 

Bodrum  Havalimanı'nda Havaş otobüsüne bindim. Araç doluydu. Pencere kenarında tek başına oturduğunu gördüğüm kıza selam verdim. Koltuğun boş olup olmadığını sordum.  O da Türkçe merhaba, dedi. Yan koltuktaki çantasını aldı kucağına koydu. Marhabası kırık ve sevimliydi. Oturdum. 

Acıkmıştım. Sırt çantamdan çerez paketimi çıkardım. Sonra cebimdeki küçük defterden bir sayfa kopardım. Sayfayı yuvarlayarak minik bir küllah yaptım. İçine çerez koyup kıza uzattım. Şirin şivesiyle bu kez İngilizce  teşekkür etti.  Uzattığım küçük çerez küllahı alıp hem yemeye hem sohbete başladı. 

Ukraynalı'ymış. Savaştan söz etti. Evleri savaş bölgesinin yakınındaymış.Çok şükür aileden kayıpları yokmuş.  Türkiye'ye Dubai'den yeni gelmiş. Disk jokeymiş. Instagramı açtı. Gösterdi. Hem çıtır çıtır fındık-  badem  yiyor hem tatlı tatlı anlatıyordu.. Yolun nasıl bittiğini anlayamadım. Ben Torba Otogarı'nda indim. O devam etti. İnmeden önce hesabını takip edeceğimi söyledim, yanaklarından öptüm. O da beni öptü.

Gideceğim otel çok yakındı, bu kez taksiye bindim. Şöfor konuşkandı. Annesiyle babası çok eskiden ayrılmış. Annesiyle kalmış. Baba hovardanın biriymiş. Paraları yiyip bitirmiş. 

Beş yıllık ilişkisi varmış ama askerden döndüğünde kızın en yakın arkadaşıyla kendisini altattığını öğrenmiş. İki taraflı ihanet psikolojisini çok bozmuş. Kimseye güveni kalmamış.  O anlattı ben dinledim. 

Yol bitti. Düğün yerine geldik. Arabayı durdurdu. Paramı ödedim. Baktım tek yanlış ilişkide morali çok bozuk, umutsuz... Aklıma ne geldi bilin bakalım?

Dedim ki, 1001 gece Masalları nasıl doğmuş biliyor musun? Yook, bilmiyorum, dedi. Ayrıca 1001 Gece Masalları nedir onu da bilmiyorum, diye devam etti. 

Bak şimdi... Bir zamanlar uzak diyarlarda yaşayan bir sultanı ilk karısı aldatır. O kadar öfkelenir ki, hemen karısını öldürtür. Bu ihanetten sonra karısının işlediği suçtan bütün kadınları sorumlu tutar. İntikamını bütün kadınlardan almaya karar verir. Her gün bir kızla evlenir.  Ertesi gün öldürtür. Ülkedeki tüm kızlar sıra kendilerine gelecek diye korkarlar.

Vezirin kızı Şehrazat o gece sultanla kendisinin evleneceğini söyler. Babası çok kızar, üzülür. Yapma kızım seni de öldürtür, der. Şehrazat dinlemez. Sultan'la evlenir. 

İlk geceden sonra sultan tam kızı  öldürme emri verecekken  Şehrazat der ki, sultanım önce bir masal anlatayım.  Sultan, kızın son dileğini yerine getirmek niyetiyle kabul eder. Şehrazat o gece  şahane bir masal anlatır. Sultanın çok hoşuna gider.  Bir tane daha ister. Kız, şimdi olmaz, der. Ama ertesi gece  devam edeceğine söz verir. 

Şerazat her gece bir masal anlatmaya başlar. 1001 gece boyunca masallar devam eder. Her masal sultanın ruhunda değişiklikler yaratır, kalbini yumuşatır, öfkesini törpüler. Şifalandırp iyileştirir. Sultan, her insanın aynı olmayacağını, hayatta kötüler olduğu gibi iyilerin de olacağını hatırlar. 

Gülümsedim  sevgilisi ve en yakın arkadaşının ihanetine uğramış taksi şöforüne...  Acaba 1001 gece Masalları'ndan bir kaç masal mı okusan ne dersin, belki sen de şifalanırsın, insanlara inancın artar, moralin düzelir, dedim. 

Resmen gözleri ışıldadı. Telefon numaramı vereyim gönder ablacım bana, dedi. Tamam dedim. Numarasını telefonuma kaydettim. 1001 Gece Masalları'ndan bir kaç masal seçip göndereceğim.

Taksiden indim. Acaba düğünde kimlerle karşılaşacağım? Acaba ne hikayeler  dinleyeceğim, diye aklımdan geçirerek otele doğru yürüdüm.

Düğünde bangır bangır müzik vardı. Konuşanlara dedim ki, hiç anlamıyoruuuum!! Gerçekten işitemiyordum. Hiç durmadım.... Hep oynadım. Hep oynadım.

Düğün sonrası.... İnanılır gibi değil. Gece yarısı 03.55 uçağında kime denk gelsem beğenirsiniz? Yok artık... Şakaa... Abim😅 

Birbirimize, hayırdır bu saatte Bodrum uçağında işin ne, diye sorduk. 

Sonra mı? Sonra ne olacak? İyilik güzellik.

13 Eylül 2025 Cumartesi

Dudakları Yakan Bir Çift Sözün Vardır Ey İstanbul...

 

O kış...
Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim. 

Aklımın dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım gibi...  Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim. Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim cebimde hazır ederim. Mutlaka yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim. 

İşte o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım. Denize doğru döndüm.  Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda oturmuştum.  Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam size... Mis... Mis...  Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada... Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski usul  semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah, delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim. "Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."

Acaba o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim? Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya, gözlerim buğulandı.

Balıkçılardan biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim ya... İsterim tabi." dedim.  Başımı İstanbul manzarasına çevirdim. Galata Köprüsü bir köprü gibi değil,  bir mahalle gibi görünüyordu. Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde  yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma geliverdi.  Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye  içtim. Balık ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.


not-
- başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım...  
- hay canına! demek ki 2013 yılında balık ekmek 5 liraymış.

10 Eylül 2025 Çarşamba

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

Çok mutlu oldum.
 



Daldan dala filmler seyrettim...




Ofis işlerimden kalan her fırsatta mozaik yaptım. 
Maksat elim alışsın... Maksat kafam dağılsın...





Ay sonunda iki günlüğüne Viyana'ya gideceğim. Az önce “Vienna Waits for You” adlı kısa filmi seyrettim. 

Film oldukça garip, gotik ve masalsı bir atmosferde ilerliyor. Bir kadın Viyana’ya taşınıyor, ama yeni evinde tuhaflıklar yaşıyor. Aslında ev şehrin kendisinin bir alegorisi gibi. 

Viyana hakkında izlediğim bu kısa film, şehri sıradan bir yerleşim değil de gotik bir masal evine dönüştürüyor. Kapısından içeri adım attığında seni valslerle, kahvelerle, müzelerle büyüleyen ama aynı zamanda kök saldırıp kolay kolay bırakmayan bir yer gibi. O romantik cazibenin ardında  karanlık, insanı içine çeken ve zamanla tüketebilecek bir atmosfer var. Belki de Viyana’nın gerçek yüzü tam da bu ikilikte saklı... Hem davetkar hem de bağımlılık yaratan bir şehir olması. Du bakalım. Şimdilik davatkar yüzü çağırdı beni... Sonra? Bilmem.😇

6 Eylül 2025 Cumartesi

İnsan Halleri...

 


"Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. 

Ahlakın estetik standartları vardır."

F.Nietzsche