26 Haziran 2025 Perşembe

Bir Öptüm Bir Öptüm Bir Daha Öptüm:)

Muhabbet ediyoruz. Durgun biraz. Canını sıkan bir şey olmalı. Sormayacağım. Paylaşmak isterse nasılsa anlatacaktır. Oturduğumuzdan beri  bıdı bıdı bıdı  hep ben konuşuyorum. Abartarak  heyecanlı heyecanlı lafladığımın farkındayım.  Yoo... Göz ucuyla   her mimiğinin  takibindeyim.  Dudak kenarlarında  hafif bir tebessüm belirtisi görsem var ya... Yeminle kanatlanıp uçacağım.  Ve sanırım işte o anda susacağım.  O ise sessizce nasıl güzel dinliyor anlatamam.  Bazan koluna sevgiyle dokunuyorum.  Bazan  elini usul usul okşuyorum. Kalktım oturduğum yerden, uzandım: 
-Du bi, öpecem seni, dedim. Öptüm.
-Hopplala, şimdi niye öptün  beni, diyor. Aldırmıyorum. Pişkiniğe vurup:
-Aaa! Ne var? İçimden geldi. Öpmeden önce izin mi alacağım yani, diyorum.
Gözlerini koca koca açıyor.  Durur muyum:
-Biliyor musun, sen böyle  şaşkınlıkla bana  bakınca gözlerinin rengi değişiyor, deyiveriyorum.  Heyy!... Du bakayım... Ne renk oluyor biliyor musun? 
Dayanamıyor:
-Ne renkmiş, diye merakla  soruyor. 
En sevdiği şairle onu faka basmaya niyetleniyorum. Zihnimde yer eden Attila İlhan'ın şiirlerinde kullandığı renkleri sıralamaya başlıyorum:
-Hımmm, zakkum pembesine çalan havai eflatun  mu desem... Yok, yok... Boru çiçeğine çalan morumsu lacivert...
-Hopplala! Ne alaka, diyor. 
Ağırbaşlı  sigortacı edası takınıyorum:
-Haklısın diyorum. Nerden geldi bu renkler aklıma? Oysa lale ezmesi kırmızı, ördek başı yeşili demeliyidim. Hey, kederli külrengi mi desem yoksa bonbon pembesi mi? Hayır! Buldum, diyorum.  Örümcek kızılı... Yangın kızılı... Vahşi yeşil...  Hayır... Hayır...  Şehvet kırmızısı... Nasıl desem? Delimsirek renkler:)
O en sevdiğim kızkardeş kahkahasıyla  oda çınlıyor:
-Delisin, diyor. 
Durur muyum? Hemen  Attila İlhan'dan dizeleri sıralamaya başlıyorum:

"Ellerin de titriyor, bir şeyin mi eksik?
Böyle kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi?
Çok değişmişsin birden tanıyamadım."

Güldü, güldüm, güldük biz:)


16 Eylül 2018

22 Haziran 2025 Pazar

Sıraya Koydum... Seyretmeye Başladım..

 




"Ne Harika Bir Dünya!"

 


"20. yüzyıl insanının yaşama sevincini de simgeliyor Louis Armstrong"

"Dünya halkı hiçbir yüzyılda 20. yüzyıl kadar acı çekmedi; ilk yarısında yaşadığı iki uzun dünya savaşının yol açtığı sarsıntılar, ikinci yarısı boyunca da dinmedi. Ama dünya nüfusu bir yandan da 20. yüzyıldaki kadar yaşamın tadını çıkarmadı." (jazz koleksiyonu- cilt1-s4

Zaman akıyor, bazı şeyler aynı kalıyor. 21. yüzyıldayız. Dünya insanı barışı tam anlamıyla sağlamayı beceremiyor. Savaşlar, acılar, haksızlıklar bir gölge gibi peşimizi bırakmıyor. 

Yine de nefes almaya, hayal kurmaya, umut etmeye devam ediyoruz. Çünkü içimizde bir şey var—bizi her defasında ayağa kaldıran, yaralarımıza görünmez pansumanlar yapan bir şey: sanat.

Sanat sihirli bir şey. Ruhun terapisi... 

Yüreğinin ve aklının olan bitenlere anlam veremediği süreçlerde;  fırçaya sarılmak, bir melodiye tutunmak, kelimelere dökülmek, cam şekillendirmek ya da ellerini çamura daldırmak, ilmek ilmek kilim dokumak... Biliyoruz ki tüm bunlar sadece sanat değil, aynı zamanda kendine yeniden dokunma, acıları onarma  biçimi.

Bugün ben de öyle yaptım. Oturdum, üstünde çiçekler olan bir ayna yapmaya başladım. Ellerimle çamura şekil verirken, sanki içimdeki keder de şekil buldu. Her çiçeği oluştururken  içimden "buradayım, iyileşiyorum" dedim. Bu zamanda bunu söyleyebilmek bile başlı başına bir mucize.


Sanat bizi kurtarıyor...  Bazan rengarenk bir mozaik, bazan çatlak bir seramik, bazan içimizi titreten bir şiirle... ama hep kalbimize dokunarak.

Belki de dünya, sadece sanatın hatırına dönmeye devam ediyor. 

Louis Armstrong'u dinleyelim mi? Şarkı, 1967 yılında özellikle Amerika’daki ırkçılık ve savaş gibi karanlık gündemlere karşı, umut dolu ve barışçıl bir mesaj vermek için yazılmış:

Ne Harika Bir Dünya

Yeşil ağaçlar görüyorum, kırmızı güller de
Açtıklarını görüyorum, benim ve senin için
Ve içimden diyorum ki:
Ne harika bir dünya!

Mavi gökyüzü ve beyaz bulutlar görüyorum
Parlak, kutsanmış gündüzü; karanlık, kutsal geceyi
Ve kendi kendime düşünüyorum:
Ne harika bir dünya!

Gökkuşağının renkleri ne kadar güzel gökyüzünde
Yoldan geçen insanların yüzlerinde de aynı renkler var
Arkadaşlar tokalaşıyor, “Nasılsın?” diyorlar
Aslında dedikleri şey, “Seni seviyorum”

Bebeklerin ağladığını duyuyorum, büyüdüklerini izliyorum
Benden çok daha fazlasını öğrenecekler
Ve kendi kendime diyorum ki:
Ne harika bir dünya!

Evet, içimden diyorum ki:
Ne harika bir dünya!



19 Haziran 2025 Perşembe

Esmek...

 

" bazan hiç kıpırdamadan
ve başka hiçbir şey de konuşmadan,
açık kapıdan esen rüzgârla hafif hafif kıpırdanan tül perdeye bakıyorduk."


masumiyet müzesi/orhan pamuk/iletişim/113. sayfa cümlesi

kelly stuart tarafından bir flickr fotoğrafı

16 Haziran 2025 Pazartesi

Makaron Tadında Seramik Vazolarım:)

 

Dostlar, Romalılar, vatandaşlar, 
beni dinleyin: ben buraya kendimi gömmeye değil,  övmeye geldim:)

Uzun zamandır seramik vazo yapıyorum. 
Sanıyorum otuz tane falan olmuştur. 
Sırlayıp renklendirmemiştim. 
Geçen hafta ilk üç tanesini yaptım ve fırından çıktılar. 
Bakar mısınız şunların güzelliklerine. 
Bayıldım:) 


Canım başka bir şey yapmak istemiyor. 
Hep aynı vazo. 
Fakat farklı farklı renklerde olsunlar istiyorum. 
Tıpkı rengarenk makaronlar gibi:) 
Du bakalım. 
Hayal et olur elbet😉



14 Haziran 2025 Cumartesi

mavra zamanı - dünyanın bütün teflon tavalarına.. ve kızlarına

"dünyanın bütün
teflon tavalarına..
ve kızlarına"

"bütün evhamlı evhanımlarına
ve kaleci zubi zaretta'ya"

"sesler, yüzler, sokaklar,
    tıfıl, müzdarip fiskeler"


"bu ayaklar beni yürümüyor..
bu eller beni tutmuyor..
bu yürek beni hissetmiyor..
bu beyin beni anlamıyor..
bu vücut beni yarı yolda bırakıyor..
kendi bedenimdeyim,
fakat kendim nerdeyim..
yâni kime nöbetteyim.. bırrr.."


"hayatın naçizane bir kardeşi olarak, 
hayata naçiz oyalanma, dayanma metinleri sunarak.. 
yazarken ne güzelsin.. 
okurken de güzellerdir değil mi.. 
güzeliz, güzeliz."



NOT -
cümleler- metin üstündağ- mavra zamanı adlı kitabından
fotoğraf kareleri- erin brockovich  adlı filmden
veee.... 26 kasım 2022'den alıntı:)

7 Haziran 2025 Cumartesi

Göz'lü Deyimlerle Deneme Yazısı - Hangi Tarkan?

 

Abim,  haftada beş gün spor salonuna gittiğini söyleyince çok sevindim. Yeminle, mahcubiyet hissetmesem sevinçten göz yaşı dökebilirdim.

 - Harika bir karar vermişsin abim. Bilirsin seni gözüm gibi severim. Hep çalış çalış, nereye kadar, di mi? Bak çalışmaktan gözlerinin feri gitti. Biliyorsun çok üzülüyordum senin için.  Gözünü seveyim, bu kez fikrini değiştirmeyesin, dedim.

Lakırtılarımı duyunca, gözleri dolu dolu oluverdi. Sadece gözlerimin içine değilyüreğimin o mütena semtine en abi tavrıyla bakıverdi. 

- Bir kere daha gözüme girdin kardeş. İyi ki varsın. Nasıl da sever gözetirsin abini, dedi.  Hiiçç merak etmeyesin. Bu kez kararım karar! Yeminle,  gözümden uyku aksa bile, mümkünatı yok vazgeçmiyorum, illa ki spor yapmaya gidiyorum, diye sözlerine devam etti. 

Abim... Ah! Abim...  
Gözüm daldı, geçmiş günlere gittim. Evet abim...  Zaman zaman...  Tıpkı şimdi olduğu gibi...  Hep aynı iştahla spora başlar... Tez sıkılır...  Muntazaman devam etmeyi  gözü yemez... Nafile çaba der...  Bırakıverir. 

Oysa kaç kez konuştuk.  Çoktan elli yaşını deviren bir adamın fabrika ayarlarına dönmesi için ilk kural neydi? Kendisi söylüyor... Spor yapmak tabii. 

Buraya kadar abi-kardeş  muhabbetimiz  pek bi iyiydi.  Lakin mühendistir kendisi. Gözünden bişeycik kaçmaz. Zihnimde horon tepen şüphe tohumlarını şıppadanak fark etti.  

- Yoo,  dert etme kardeşcim, gözüm açıldı. Bu kez Tarkan'ın vücudu gibi olana kadar sporu es geçemeyeceğim. Bak göreceksin, göz yumup açana kadar Tarkan gibi olmayı  becereceğim dedi.

Gözlerim tepsi kadar açıldı. 

- Tarkan mı? Hangi Tarkan, diye inledim. Abimi omuzlarını titreterek  "Oynama şıkıdım şıkıdım" şarkısını söylerken hayal ettim.  Aman Allahım! Yoksa abim erkeklerin girdiği.. Neydi adı... Hah Tamam... Antropoz döneminde miydi?

Endişemi anladı. Sol kaşını kaldırdı. Gözünü gözüme dikti. Vee... Gözümü kaçırmayayım diye, beni resmen göz hapsine aldı. 

- Şarkıcı Tarkan olmaya niyetim yok  matmazel.  Elbette Sezgin Burak'ın Tarkan'ı,  dedi. 

 

20 Eylül 2019 tarihli yazım

4 Haziran 2025 Çarşamba

Hayatın Muayyen Günleri

Kalem çekerdi gözlerine. Hiç görmediğim, bilmediğim bir renkte kalem. 
"Gidiyor musun?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve aynı şarkıya uzanırdı: It's Now or Never." 
Gitmenin Şimdi'si ile Asla'sı arasında ben bir menekşe iskeleti gibi kalırdım. 
Anahtarını almadan çıkardı evden.


Cila sürerdi tırnaklarına. Hiç görmediğim, bir marka cila. 
"Ayrılıyor muyuz?" diye sorardım usulca. Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasetlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Rape Me. 
Ayrılıkta Taciz'le O'nun arasında ben güneş yanığından sıyrılıp alınan ölü deri gibi kalırdım. "Yenmek mi basit, yenilmek mi?" diye düşünen bir asker gibi kalırdım. 
Hoşçakal demeden çıkardı evden.



Jölelerdi saçlarını. Hiç görmediğim, bilmediğim parlaklıkta bir jöle. 
"Başka biri mi var?" diye sorardım usulca.  Cevaplamazdı beni. 
Eğilir, kasatlere bakar ve hep aynı şarkıya uzanırdı: Industrial Disease.  
Başkalarının gözlerinde Tüketmek'le Tutku arasında beni Leyla'ya Mecnun, 
Mecnun'a Leyla olan joker bir aşık gibi kalırdım. 
"Boşalmak mı güzel, dolmak mı?" diye düşünen bir bardak su gibi kalırdım. 
Kapıyı çarpmadan çıkardı evden. 


-PARAGRAFLAR- 
Küçük İskender - Balık Burcu Hikayeleri  
Hayatın Muayyen Günleri(S.11)

-KARELER- 
Ölesiye 1992 (Damage)
Juliette Binoche - Jeremy Irons


13 Aralık 2019 

26 Mayıs 2025 Pazartesi

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

Sinema gittim... 



Berna Gençalp'in Kim Mihri adlı belgeselini seyretmeyi çok istiyordum. 

Hem belgeseli seyrettim hem söyleşiyi dinledim. 




Mozaik ve seramik  yapımını öğrenmeye devam ediyorum.


Trabzon'da gün batımını seyrettim.

Batum'da Ali ve Nino'nun hikayesini dinledim.


Nice şehirler gezdim. Senin gibi güzelini görmedim İstanbul'um...


Okudum... Okuyorum...



12 Mayıs 2025 Pazartesi

İlkbaharda Sonbaharı Hissetmek...

 


Bazan durup kendime soruyorum.

Ben mi fazla alınıyorum, yoksa insanlar mı fazla hoyrat davranıyor? 

İçimde bir yer var.

Hırpalanmış ve kırgın hissediyorum.

Aslında sadece şunu istiyorum: 

Ne olursa olsun,  asla kırılmamak.

Gerçekten… 

Nasıl yapılır bu? 

Kırgın  hissetmemeyi nasıl becerebilirim?



NOT: Fotoğraf Sonbahar adlı filmin bir karesi.

5 Mayıs 2025 Pazartesi

Black Mirror'dan Yeni Seyrettiğim Etkileyici Bir Film Daha - Common People


Bazı hikâyeler vardır, insanın içine işler. 

Hele ki her şey sıradan bir aşk hikayesi gibi başlayıp, bir anda modern çağın kabusuna dönüşüyorsa... 

Amanda ve Mike tam da böyle bir çift. Amanda bir öğretmen, Mike inşaat işçisi. Sade, sevgi dolu hayatları var... Ta ki Amanda’nın beyninde  tümör çıkana kadar.

Mike, şaşırmış, çaresizlik içinde çırpınırken devreye Rivermind adında bir şirket giriyor. Bilim kurgu gibi ama değil... Beyni tarıyorlar, kopyalıyorlar, tümörü alıyorlar, yerine sentetik bir beyin yerleştirip hafızayı yüklüyorlar. Hem de ücretsiz... Sadece aylık 300 dolar abonelik ücretiyle Amanda yaşamaya devam ediyor. Ne büyük nimet di mi?

Ama işte olay tam da burada başlıyor...  Amanda, hayatta kalabilmek için artık daha fazla uyumak zorunda. Çünkü beyni, aynı zamanda bir server gibi çalışıyor. Uyudukça veri taşıyor, , hizmet ediyor... Kadın hem hayatta kalıyor hem de bir şirketin dijital altyapısı oluyor.

Derken ek paketler devreye giriyor. Kapsama alanı dışına çıkmak mı istiyorsun? Ayda 750 dolar daha ödemeleri gerekiyor... Daha iyi bağlantı, daha az uyku, daha fazla bilinç...  Ekstra ücret. Her yeni özellik, bir uygulama güncellemesi gibi hayatlarına çörekleniyor. Bu  resmen bir abonelik sistemi...

Mike parasızlıktan online karanlık işlere bulaşmak zorunda kalıyor. Amanda, öğretmenliğini neredeyse kaybediyor çünkü sürekli uyuma halinde...  Yaşamak için para ödüyorlar, bedel sadece para değil. Kontrol ellerinden kayıyor, ilişkileri paramparça oluyor, ruhlarını aylık üyeliğe kiraya veriyorlar.

İronik değil mi? Birini yaşatmak için kendi hayatından vazgeçiyorsun. Rivermind’ın sunduğu teknoloji, belki tıp tarihinin devrimi ama aynı zamanda kapitalizmin elinde başka bir pranga. Yaşamak artık bir hak değil, bir lüks. Kredi kartına taksit taksit umut. 

Kısacası Common People, bize şu soruyu soruyor: Yaşamaya devam etmek, gerçekten yaşamak mı? Yoksa bir sistemin aboneliğine dönüşmek mi?

Aaa! Durun bi... Üstelik çile bununla da bitmiyor. Premium pakete geçemedikleri için Amanda’nın beyni, artık bir canlı yayın  reklam panosuna dönüşüyor. Kadıncağız yarı bilinçli haldeyken  bir anda, yüzde 50 indirim sadece bugün,  diye bağırmaya başlıyor. Resmen bilinçaltına giren influencer gibi. Yayıncılık sektörü sevinsin; ekran yetmedi, sıra zihinlerde, demek ki!!

Bu hikaye, teknolojinin değil, sistemin insanlar üzerindeki egemenliğini sorguluyor. Teknoloji hayat kurtardı, evet. Ama hayat dediğin şey sürekli güncellenmesi gereken bir uygulamaya dönüştüyse, biz hala yaşıyor muyuz, yoksa sadece sistem açık kalsın diye mi varız? 

Hay canına sayın seyirciler... Ne diyeyim? Allah yazdıysa bozsun.😅