18 Eylül 2025 Perşembe

Kahve Molası - Kırık Keşkeler, Ortaboy Pişmanlıklar, Dipten Giden İpince Sızılar...

 

Yeni bir huy edindim. Canım sıkıldığında kendimi palas pandıras  sahildeki o banka atıyorum. Her defasında önce derin derin bir kaç nefes alıp veriyorum. Sanki böyle yapmazsam boğazımdaki düğüm çözülmeyecek akabinde  nefesim kesilecek zannediyorum. Nefeslenmek iyi geliyor. Adeta yerküreye değmemek maksadıyla ayaklarımı bankın üzerine topluyorum. Nafile olarak "olur böyle haller" diye öğütlesem de kendime... Umursamaz olmayı beceremiyorum. Bazan ziyadesiyle zorlandığımı, anlatılmaz derecede yıprandığını hissediyorum. 

Kimi zaman yaşanan kızgınlık veya kırgınlık, keder veya acı, yalnızlık veya güvensizlik, anlaşılmak veya anlatmak ya da  kimseyle paylaşmamak gibi durumlar beynimin içinde bir o yana bir bu yana cirit atıp duruyor. Çoğu kez insani zaaflar zorluyor beni. İtişmeler, kakışmalar, irili ufaklı dolaplar, gülünç kurnazlıklar, çelme takıp iş kapmaya kalkışmalar, sonra da hiç bir şey yapmamış gibi şirinlik taslamalar... Yarı resmi, kalpazan işi  nezaket vaziyetleri...  

Veya hafızanın unutmak istediğim halde, çaktırmadan çekmecelerine gizledikleri... Sonra durup dururken akla gelmeyecek yerde ve zamanda  çıkarıp tozlarını silkelemesi... Hakikatinde  harbi harbi bünyeyi  sallayıp silkelemeyi amaç edindiği vaziyetler sözgelimi... Ne bileyim hayallerin kaydığı veya abarttığı aşırılıklar... İncir çekirdeğini doldurmayacak şeyleri büyütüp devleştirilmeler... Düşenebiliyor musunuz insanın sadece kendisiyle cebelleşmesi bile ne  meşakkatli bir iş! Of! Tüm bunların peşi sıra hissedilen kırık keşkeler, ortaboy pişmanlıklar, dipten giden ipince sızılar..İçim fena oluyor kimi zaman ne yalan söyleyeyim. İnsanım neticede öyle değil mi? Yaradılıştan gelen binbir his ve duyguyla başetmek kolay bir şey mi? Uğraşıyorum kendimle gördüğünüz gibi.

İşte sahildeki o banka ayaklarımı toplayıp oturuyorum ya... Çantamdan defter ve kalemimi çıkartıyorum. Nedense ancak böyle selamete erebileceğimi düşünerek; sevgiye, şefkate, iyiliğe, güzelliğe, doğruluğa, merhamete dair bildiğim tüm kelimeleri birbiri peşi sıra elimdeki deftere yazmaya başlıyorum. Yazmak  da insani bir edim... Ve yazmak bana çok ama çok iyi geliyor. İçime su mu serpiyordur, nedir? Basbayağı düzeliyorum. 

Heyyy! Havanın boşluğunda birbirine çarpıp yankılanan sevinç, yer kabuğunu boydan boya yararak ilerliyor. Geliyor. Geliyor... Küskün kalbimde çınlıyor. Çınnn! Çınnn! Çınnn! Sonra yine... Her seferinde daha büyük bir sesle daha büyük bir hızla... Elimdeki deftere kalemimin ucundan kelime kelime damlıyor....  Anladım ki yazmak bünyeme ilaç gibi geliyor... Hayatın gelmişine geçmişine bir selam çakıp... Gene... İşte gördüğünüz gibi yazıyorum... Yazıyorum... Yazzıııyooorumm...

NOT: Koyulaştırılmış cümleleri, Atilla Atalay'ın Mecnun Kuleleri adlı öyküsünden aşırdım.
   

16 Eylül 2025 Salı

Nasıl Anlatsam? Nerden Başlasam? Bodrum... Bodrum...

 


Bodrum'da pazar gecesi düğün vardı. Düğün sonrası otelde kalıp kalmama konusunda bir süre  kararsız kaldım. Hem otel fiyatı  çok yüksekti. Hem ertesi gün iş vardı. Düğün bitince  ilk uçakla geri dönmeye karar verdim. Sonuçta, Pazar günü öğleden sonra Bodrum'a uçtum. Sabaha doğru 03.55 uçağı ile geri döndüm. On saat süren Bodrum serüvenim...

Bu kısacık gezinin ilk güzel sürprizi  belki yirmi yıldır görmediğim çok eski arkadaşımın uçakta yanıma oturmasıydı. Fark ettiğimizde çığlık atarak birbirimize sarıldık. Uçak inene kadar o anlattı ben tüm merakımla dinledim. Neler yapmış, nerede yaşıyormuş, ortak tanıdıklardan bildikleri, eski günlerden acı tatlı anılarımız, neler neler... Dinlemeyi seviyorum. Telefon numaralarımızı paylaşıp, en kısa zamanda haberleşmek üzere ayrıldık. 

Bodrum  Havalimanı'nda Havaş otobüsüne bindim. Araç doluydu. Pencere kenarında tek başına oturduğunu gördüğüm kıza selam verdim. Koltuğun boş olup olmadığını sordum.  O da Türkçe merhaba, dedi. Yan koltuktaki çantasını aldı kucağına koydu. Marhabası kırık ve sevimliydi. Oturdum. 

Acıkmıştım. Sırt çantamdan çerez paketimi çıkardım. Sonra cebimdeki küçük defterden bir sayfa kopardım. Sayfayı yuvarlayarak minik bir küllah yaptım. İçine çerez koyup kıza uzattım. Şirin şivesiyle bu kez İngilizce  teşekkür etti.  Uzattığım küçük çerez küllahı alıp hem yemeye hem sohbete başladı. 

Ukraynalı'ymış. Savaştan söz etti. Evleri savaş bölgesinin yakınındaymış.Çok şükür aileden kayıpları yokmuş.  Türkiye'ye Dubai'den yeni gelmiş. Disk jokeymiş. Instagramı açtı. Gösterdi. Hem çıtır çıtır fındık-  badem  yiyor hem tatlı tatlı anlatıyordu.. Yolun nasıl bittiğini anlayamadım. Ben Torba Otogarı'nda indim. O devam etti. İnmeden önce hesabını takip edeceğimi söyledim, yanaklarından öptüm. O da beni öptü.

Gideceğim otel çok yakındı, bu kez taksiye bindim. Şöfor konuşkandı. Annesiyle babası çok eskiden ayrılmış. Annesiyle kalmış. Baba hovardanın biriymiş. Paraları yiyip bitirmiş. 

Beş yıllık ilişkisi varmış ama askerden döndüğünde kızın en yakın arkadaşıyla kendisini altattığını öğrenmiş. İki taraflı ihanet psikolojisini çok bozmuş. Kimseye güveni kalmamış.  O anlattı ben dinledim. 

Yol bitti. Düğün yerine geldik. Arabayı durdurdu. Paramı ödedim. Baktım tek yanlış ilişkide morali çok bozuk, umutsuz... Aklıma ne geldi bilin bakalım?

Dedim ki, 1001 gece Masalları nasıl doğmuş biliyor musun? Yook, bilmiyorum, dedi. Ayrıca 1001 Gece Masalları nedir onu da bilmiyorum, diye devam etti. 

Bak şimdi... Bir zamanlar uzak diyarlarda yaşayan bir sultanı ilk karısı aldatır. O kadar öfkelenir ki, hemen karısını öldürtür. Bu ihanetten sonra karısının işlediği suçtan bütün kadınları sorumlu tutar. İntikamını bütün kadınlardan almaya karar verir. Her gün bir kızla evlenir.  Ertesi gün öldürtür. Ülkedeki tüm kızlar sıra kendilerine gelecek diye korkarlar.

Vezirin kızı Şehrazat o gece sultanla kendisinin evleneceğini söyler. Babası çok kızar, üzülür. Yapma kızım seni de öldürtür, der. Şehrazat dinlemez. Sultan'la evlenir. 

İlk geceden sonra sultan tam kızı  öldürme emri verecekken  Şehrazat der ki, sultanım önce bir masal anlatayım.  Sultan, kızın son dileğini yerine getirmek niyetiyle kabul eder. Şehrazat o gece  şahane bir masal anlatır. Sultanın çok hoşuna gider.  Bir tane daha ister. Kız, şimdi olmaz, der. Ama ertesi gece  devam edeceğine söz verir. 

Şerazat her gece bir masal anlatmaya başlar. 1001 gece boyunca masallar devam eder. Her masal sultanın ruhunda değişiklikler yaratır, kalbini yumuşatır, öfkesini törpüler. Şifalandırp iyileştirir. Sultan, her insanın aynı olmayacağını, hayatta kötüler olduğu gibi iyilerin de olacağını hatırlar. 

Gülümsedim  sevgilisi ve en yakın arkadaşının ihanetine uğramış taksi şöforüne...  Acaba 1001 gece Masalları'ndan bir kaç masal mı okusan ne dersin, belki sen de şifalanırsın, insanlara inancın artar, moralin düzelir, dedim. 

Resmen gözleri ışıldadı. Telefon numaramı vereyim gönder ablacım bana, dedi. Tamam dedim. Numarasını telefonuma kaydettim. 1001 Gece Masalları'ndan bir kaç masal seçip göndereceğim.

Taksiden indim. Acaba düğünde kimlerle karşılaşacağım? Acaba ne hikayeler  dinleyeceğim, diye aklımdan geçirerek otele doğru yürüdüm.

Düğünde bangır bangır müzik vardı. Konuşanlara dedim ki, hiç anlamıyoruuuum!! Gerçekten işitemiyordum. Hiç durmadım.... Hep oynadım. Hep oynadım.

Düğün sonrası.... İnanılır gibi değil. Gece yarısı 03.55 uçağında kime denk gelsem beğenirsiniz? Yok artık... Şakaa... Abim😅 

Birbirimize, hayırdır bu saatte Bodrum uçağında işin ne, diye sorduk. 

Sonra mı? Sonra ne olacak? İyilik güzellik.

13 Eylül 2025 Cumartesi

Dudakları Yakan Bir Çift Sözün Vardır Ey İstanbul...

 

O kış...
Kadıköy'den vapura bindim. Karaköy'de indim. 

Aklımın dümeni, midemin komutlarıyla çalıştığı için olmalı... Vapurdan atladığım gibi...  Marş marş... İskelenin yanıbaşındaki balıkçılar çarşısına gittim. Derhal ekmek arası balık, kuru soğan söyledim. Of!.. Nasıl anlatsam bilmiyorum. Hastasıyım!.. Karaköy'e ayak bastım mı, midem ayaklarıma hükmeder. Ayaklarım cızbızcı balıkçının tezgahının önüne tıpış tıpış gider. Yemeden duramam ne yalan söyleyeyim. Zaten beş liradır. Otobüse binecek param kalmasa bile... İcabında İstanbul'u baştan sona yürürüm... Beş liramı her daim cebimde hazır ederim. Mutlaka yemeliyim. Laf aramızda, bu benim Karaköy törenim. Alırım elime balık ekmeğimi... İnsanların arasındayım diye çekinmem... Hem yürürüm hem yerim. 

İşte o'na balıkçıların arasında rastladım. Tam elime ekmek arası balığımı almıştım. Denize doğru döndüm.  Zaten kış mış dememiş, vapurun balkonunda oturmuştum.  Oturmuş da efkârlı efkârlı "Ey sen ne güzelsin ey kavgamızın şehri..." diyerek İstanbul'a bir türkü tutturmuştum. Rüzgâr çooktaan bünyemi sarhoş etmiş. Balık kokusu nasıl anlatsam size... Mis... Mis...  Ekmeği tam ısırıyordum ki o'nu gördüm. Orada... Dalgakıranın tam yancağızında... Tahta parçacıklarıyla alevlenen, eski usul  semaverden bozma soba. Üstünde fokur fokur çay kaynamakta... Ah, delirdim, delirdim. "Sen nesin ya, sen nesin?" diye seslendim. "Sen hep mi buradaydın yoksa? Seni neden daha önce hiç görmedim."

Acaba o'nu görünce büyükannemin semaveri mi aklıma geliverdi? Hani Sait Faik'in öyküsündeki gibi... Kızarmış ekmek kokan odada semaver ne güzel kaynardı. Acaba o'nu içinde ne ıstırap, ne grev, ne de patron olan bir fabrikaya mı benzettim? Onda yalnız koku, buhar ve o eski günlerin mutluluğunu mu hissettim? Bir gün büyükannem öldü. Ve o evde, o, bir daha kaynamadı. Bunları düşündüm ya, gözlerim buğulandı.

Balıkçılardan biri vaziyetimdeki tuhaflığı sezdi. "Çay ister misin ablacım? Ihlamur bu... Soğukta iyi gider." dedi. Burnumu çektim. Gülümsedim. "İsterim ya... İsterim tabi." dedim.  Başımı İstanbul manzarasına çevirdim. Galata Köprüsü bir köprü gibi değil,  bir mahalle gibi görünüyordu. Baktıkça... Baktıkça... Şehir içli bir bir şiire dönüşüyordu. Eski semaverin içindeki tahtalar çıtırdadı. Yüreğime ılık, hazin bir şeyler akmaya başladı. Büyükannem'in "Ortalık yerde  yeme. Fakir fukaranın gözü kalır." sözü aklıma geliverdi.  Elimdeki ekmeği, balığı öptüm. Çoktandır unutmuşum. Nimet olduklarını hatırıma getirdim. Sobanın yanına çöktüm. Çayımı üfleye üfleye  içtim. Balık ekmeğimi gizli gizli yedim bitirdim.


not-
- başlığı vedat türkali'nin "dudaklarını yakan bir çift sözün vardır" dizesinden esinlenerek yazdım...  
- hay canına! demek ki 2013 yılında balık ekmek 5 liraymış.

10 Eylül 2025 Çarşamba

Kendimi Eylediğim Zamanlar...

Çok mutlu oldum.
 



Daldan dala filmler seyrettim...




Ofis işlerimden kalan her fırsatta mozaik yaptım. 
Maksat elim alışsın... Maksat kafam dağılsın...





Ay sonunda iki günlüğüne Viyana'ya gideceğim. Az önce “Vienna Waits for You” adlı kısa filmi seyrettim. 

Film oldukça garip, gotik ve masalsı bir atmosferde ilerliyor. Bir kadın Viyana’ya taşınıyor, ama yeni evinde tuhaflıklar yaşıyor. Aslında ev şehrin kendisinin bir alegorisi gibi. 

Viyana hakkında izlediğim bu kısa film, şehri sıradan bir yerleşim değil de gotik bir masal evine dönüştürüyor. Kapısından içeri adım attığında seni valslerle, kahvelerle, müzelerle büyüleyen ama aynı zamanda kök saldırıp kolay kolay bırakmayan bir yer gibi. O romantik cazibenin ardında  karanlık, insanı içine çeken ve zamanla tüketebilecek bir atmosfer var. Belki de Viyana’nın gerçek yüzü tam da bu ikilikte saklı... Hem davetkar hem de bağımlılık yaratan bir şehir olması. Du bakalım. Şimdilik davatkar yüzü çağırdı beni... Sonra? Bilmem.😇

6 Eylül 2025 Cumartesi

İnsan Halleri...

 


"Bir hamam böceği öldürürsen kahramansın, bir kelebeği öldürürsen şeytansın. 

Ahlakın estetik standartları vardır."

F.Nietzsche

Şans...

 

" İnsanlar hayatın büyük ölçüde şansa bağlı olduğunu kabullenmekten korkuyor.

Bir çok şeyin kontrolümüz dışında gerçekleşiyor olması ürkütücü.

Tenis maçında topun filenin üst kısmına çarptığı anlar vardır.

Bir an için top ileri de gidebilir geri de düşebilir.

Şansınız varsa ileri gider. Ve kazanırsınız.

Ya da geriye düşer. Ve kaybedersiniz....."


Match Point'ten film repliği

5 Eylül 2025 Cuma

Çektim Vurdum...


"Gözlerini dikmiş bana bakıyor, sanki bilmediğim bir şeyi biliyordu.

 Ben de çektim vurdum.
Hâlâ bilmiyorum. Belki o biliyordu."


Murathan Mungan
Kibrit Çöpleri

3 Eylül 2025 Çarşamba

Seni Seviyorum...

 

-seni seviyorum
-aman ne güzel..
 seninle birlikte, beni seven iki kişi olduk böylece

  
seni seviyorum
neden.. 
bende benim bilmediğim müthiş bir şeyler mi gördün


seni seviyorum
hadi ya, çok ilginç, 
ee sonra, devam et..


seni seviyorum
ömrünü, enerjini  daha faydalı işler için harcasana şekerim


seni seviyorum
hayır, izin vermiyorum.. 
bugün beni seven, yarın kediyi,köpeği, otu böceği de sever..
hayır olmaz.. ben ciddi bir insanım

 
seni seviyorum
iyi, güzel de, bu ne'ye cevap olacak, neyi çözecek ki şimdi


seni seviyorum
ve utanmadan bir de bunu yüzüme karşı söylüyorsun ha,
yıkıl karşımdan melun


cümleler /metin üstündağ/denemeyenler
2016

27 Ağustos 2025 Çarşamba

Hasar Tespit Çalışmaları...

 
"kalp ne 
hissedeceğini
nereden
nasıl akıl
ediyor"
(s.14)


"hiçkimse
hissetmiyorsa
içlenmemin
manası ne"
(s.20)


"biz kimi
unutmak için
sevmemiştik
ya"
(s.41)


"öyle bir zamanda
gel ki.. zaman
bizi unutsun
zaman bizi
boş geçsin"
(s.68)



-film kareleri-
eternal sunshine of the spotless mind  adlı filmden 
-tespitler-
metin üstündağ/hasar tespit çalışmaları adlı kitabından
15 eylül2019

19 Ağustos 2025 Salı

İnsan Yürek Acılarını Sevmeli.

  

"Çölde

Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

H.Crane

Müzik 
(müziği açıp okur musunuz lütfen:)

Bu gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek istedim.   Yumuşak adımlarla köşedeki kafeye doğru ilerledim. İlk güz rüzgarı tatlı tatlı esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti.  Bu esinti, daha bir kaç hafta önce nasıl değişik  tat veriyordu. Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Sonbaharda farklı.  Artık serin esiyor. Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sertleşecek.  Bazan önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek. 

Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor, diye düşünerek yürümeyi sürdürdüm. Omuzlarıma uzadığından beri saçlarımı artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme sokarak arkaya ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla atılan her adımı, özgürce dolaşmayı,  bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını keşfetmeyi seviyorum.  Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm.  Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski  günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Size bir şey söyleyeyim mi? Anılar acı bile olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.

Bakın şimdi… O yıl liseye başlamıştım.  Vee... İlk kez aşık olmuştum.  

Yo, o benim  hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuk gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçeveli, kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim.  O ise çok yakışıklıydı. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışırlardı.  

Bizim eve yakın otururlardı. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. O farkında olmazdı. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. Çok çocuktum. Çocukluk ne güzeldi. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. Böylece sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim.  

Güz hemencecik geliverirdi. Bazan şehrimin asırlık çınarları  yapraklarını konfeti gibi onun omuzlarına dökerdi.  Bazan yapraklar  kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. 

Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in  o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla  çalardı. İşte o an.. O’nun ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm.  Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi.  Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım.  Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. 

O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim.  O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti.  Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musunuz halimi? Tepeden tırnağa pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini  şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı.

Okulun kapısına geldiğimizde  bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O…  O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve... Güzel kızın elini tutarak gitti....  İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve o gece bir rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum.  Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Bu acıyı sevmiştim. 

Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvere’yi söylüyor.  Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Az sonra kafeden çıkacağım.  Sonbahar rüzgarında  dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in  melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım.

not - eski bir yazım. aklıma geldi. ne tatlı hislerdir.... ve sonbahar mevsimi
 ne güzeldir... ve bu şarkı... bayılırım... bu şarkı eşliğinde  bu hikayemi okumayı seviyorum. 

18 Ağustos 2025 Pazartesi

Minik Vazo, Kocaman Sevinç...

 

Bir süredir seramikle ilgileniyorum. 
Tuhaf bir vaziyetim var.
Hep aynı vazoyu yapıyorum.
Minik sevimli bir vazo...
Sadece farklı renklerle sırlıyorum.

Yeni öğrendiğim için ufak tefek çaparizleri oluyor elbette...
Olsun... Hepsini çook seviyorum.

Bugün, cesaret edip bir tanesini bir arkadaşıma hediye ettim.
Nasıl beğendi anlatamam.
Ya ben.... 
Aaaa! Sorulur mu?
Çoook sevindim.
Delirdim... Delirdim:)