18 Ekim 2009 Pazar

Belki Şehre Bir Film Gelir,İklim Değişir Akdeniz Olur, Gülümse...

Nisan ayında, İstanbul 28. Film Festivaline biletleri alırken, beni dürten en büyük neden takip ettiğim Tersninja ve sinema yazarı Numan Serteli’nin keyifli yazılarıydı. Hiç yalan söyleyemem yani. Doğruya doğru. Durdum durdum da 28. yılında festivalin izleyicisi oldum. Eee. Alıştım ya bir kere, bu kez İstanbul’da Filmekimi haftası vardı. Durur muyum?
Filmekimi 17 ile 25 Ekim tarihleri arasındaydı. Baktım iş ve özel durumuma. Hafta içi programım dolu. Hafta sonu da bazı özel durumlar olunca, kala kala sadece bir tek Cumartesi günü uygun görünüyordu. İki film dişime uygundu. Biri İngiltere 2009 yapımı, yönetmen Duckan Jones’un Ay adlı filmi, diğeri de Güney Kore 2009 yapımı yönetmen Park Chan-wook’un Kan Arzusu adlı filmi. Arka arkaya iki film seyredecektim. Aslında hafta sonu eşimle gidebilirdik Filmekimi’ne. Aradım: “Hani seyrediyordum ya evde, Chan Wook Park’ın filmlerini. Gene var Filmekimi’nde. Gelir misin benimle?” dedim. Ben daha küçücük bir kızken beni sinemaya alıştıran bizatihi kendisidir. O zamanlar televizyon siyah beyazdı. Tek kanal vardı. Gölcük’te Garnizon Sineması’na haftada iki kere giderdik. Kimi arkadaşlarımızı da götürmüşlüğümüz vardır peşimiz sıra tabi ki. Hatta Tolga’nın erken doğması bizim sayemizdedir. Annesi hamileydi Tolga’ya. Doğmasına 20-25 gün vardı daha. Öyle bir korku filmine götürmüşüz ki kızı, filmin arkasından aynı gece Tolga’yı doğurdu. Vallaha doğru söylüyorum. Aynen böyle oldu. Neyse.. Bu da ayrı bir hikaye.
Amaa.. Son zamanlarda ben Uzakdoğu filmlerine abone olup da özellikle Park Chan Wook’un intikam üçlüsü denilen, Old Boy, Sympathy for Mrs. Vengeance ve Sympathy for Mr. Vengeance seyrederken evde, durumumu gören bizim evin ahalisi birazcık korktular benden. Zira bu filmler anlatılacak gibi değil. Seyirciyi çarpan çivileyen filmlerden. İyi de arkadaşım geçmişin korku filminde etkilenip erken doğuruyor da, ben neden etkilenmiyorum bu filmlerden? Evdekiler endişe duyuyorlar bazen halimden. Bir de bu filmleri seyrettikten sonra, birine diş bilersem eğer evde, "Çokk intikam filmleri seyrettim yani çookkk! Dikkatli olun. Korkun benden" falan diyorum. Filmleri gerçek hayata uyarlamaya geçince, işte o zaman muazzam ürkütücü oluyorum. Eşim güldü. “Yoo! Ben gelmem. Sen istiyorsan git. Pazar akşamı için Galatasaray maçına bilet alıver zahmet olmazsa bize de. Bir de mümkünse filmden etkilenme.” dedi. "Tamam!” dedim. Anlaştık. Sordum filmler kaça diye. 13.5 lira demesin mi biletix deki yetkili? Yuf yani! Bir önceki festivalde de bilet fiyatları bu muydu? Mümkün değil olamaz. Tamam hatırlıyorum o festivalde öyle parasız kalmıştım ki, bir küçük patlamış mısırın 5 lira olduğunu duyduğumda, tutulmuş kalmıştım. Ama ozaman iki gün üst üste 6 filme gitmiştim. Yol paraları falan.. Tamam az buçuk yamulmuştum. Şimdi daha biletleri alırken, iki filme 27lira verirsem resmen aç kalıcaktım demek ki Filmekimi’nde. Kaldım da zaten. Bir Beyoğlu çikolatası aldım bir de İnci pastahanesi’nde profiterol yedim. O kadar. Tatlı yedim. Tatlı tatlı film seyrettim diyemiyeceğim. Çünkü...
Chan Wook Park’ın bu son filmi çiviledi beni. Pes yani! Emile Zola'nın bir romanından esinlenilerek yapılmış bu film. Üstelik bu yıl Cannes Film Festivali'nde Jüri Özel Ödülü'nü kazanmış. Yapılan bir kan nakli sonucu vampir olan bir rahibin hikayesi. Film oynarken epeyce bir seyirci kalktı gitti. Ben cadoloz gibi sonuna kadar oturdurdum. Niye ki? Anlatacağım. Şimdi şu bardaktaki kırmızı sıvıyı bir içeyim. Kan mı? Yok artık! Filmlerden etkileniyorum diye mi? Daha neler!.. Olabilir mi? Bilmem:) Anlatacağım bak şimdi... Gülümse!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder