24 Ağustos 2013 Cumartesi

Yerine Konmayan Kitaplar Ve Komşuluk Üzerine Hasbihal


Haftasonu ya… Gün boyu evdeyim. Eşyalarımı özlediğimi fark ettim. Oysa her akşam iş dönüşü üzerlerindeyim. Ya da her akşam ve hafta sonları elimin altında olduklarını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim. Ne yalan söyleyeyim eşyalarımı severim. Kitaplarım mı?  Of, sorulur mu? Onlar arkadaşlarım ya da ne bileyim çocuklarım gibidirler benim. Az önce enine boyuna kitaplarıma baktım. İnan bana, şaşkınlık içinde kaldım. Kitaplarım resmen evin dört bir yanına dağılmışlar! Anlatılacak gibi değil. İlla görülmesi gerekir. 
 
Sanıyorum bir sebeple kitaplıktaki yerlerinden almışım. Ne zaman okumuşum kim bilir? Hangi odada, hangi koltukta okuduysam artık... En son okuduğum yerde bırakmışım. Sence bu davranışım saygısızlık gelmiş midir onlara? Acaba üzülüp kırılmışlar mıdır ki? Ne fena!.. Peki kitaplıktaki diğer kitaplar… Evin içine dağıttığım kitapların önceki komşuları hani… Yerlerini boş gördükçe... Yahut onların boşluklarını, ilgisiz başka kitaplarla doldukça ben… Durumlarını garipsemişler midir? Ürpertici acayip bir his kaplamış mıdır içlerini? Tuhaf! Nereden aklıma geldi şimdi... Dinle bak... Bir vakitler aynen benim yaşadığım gibi...


Komşuluk deyince, depremden sonra iki yıl yaşadığım Ataşaehir'deki stüdyo daire aklıma geldi. Tam kapı karşı daireye sürekli değişik insanlar gidip gelirdi. Bir çiftle denk gelmiştim söz gelimi… Yeni evlilerdi. Ya da evli değillerdi. Sormadım tabii… Birliktelerdi. Bir defasında iş dönüşü kapıda karşılaşmıştık. “Merhaba” demiştim. “Merhaba, yeni taşındık” demişlerdi. Genelde akşam iş dönüşü karşılaşırdık. Gülümserdim. Gülümserlerdi. Evin kapısını açıp içeri girerlerdi. Evin kapısını açar içeri girerdim. Bilirdim ki kapı karşı dairede onlar yaşarlardı. Bu duruma alışmıştım. İki ay kadar geçti. Artık kahveye çağırmaya niyetlenmiştim. Ama nedense onları  görmüyordum. İki gencin  karşı daireye girip çıktığını fark ettim. İlk rastlaştığımızda “Bir çift vardı” diye soracak oldum. “Onlar gitti. Biz taşındık.” dediler. Demek öyle selamsız sabahsız hayatımdan çekip gittiler. 
 
Köyde alışmışım ya yılların komşuluğuna... Şehirdeki bu vaziyet ilkin tuhaf geldi. Bir akşam mantı vermiştim karşı dairedeki gençlere. Bir gece de onlar benden tuz istemişlerdi. O kadar. Onlar da gitti. Bir süre sonra yerlerine bir kadının taşındığını anladım. Bir gece… Çöpü kapının önüne koyuyordum ki  kapısı açıldı… Gözgöze geldik. Sarı kısa saçlıydı. Üzerinde siyah dekolte bir elbise vardı. Gülümsedim. “Selam” dedim. İfadesiz bir yüzle bana baktı. Kapısını gürültüyle suratıma kapadı. Öylece kalakaldım. Bir daha hiç görmedim. Sadece eve girip çıkarken onun varlığını kapısının arkasında hep hissettim. Kapının dürbününden bana bakıyordu. Eminim. Günlerce bu kadının kim olduğuna dair tekinsiz hayyaler kurduğumu söyleyebilirim. Acaba o gençler nereye gitmişlerdi ki? Ya o kadın... Ya diğerleri...  Şimdi nerededirler? Kim bilir?


Ne yalan söyleyeyim, bir süre sonra artık karşı daireye taşınan insanlara selam vermedim. Hatta göz göze gelmek bile istemedim. Üzerime daha önce bilmediğim bir kayıtsızlık hali çöktü. Oysa ayaküstü tanışıp merhabalaştığım insanların apansız yok olmalarına kolay alışamamıştım biliyor musun? Önceleri... Onların yerini başkalarının doldurması nedense bana tuhaf ürpertici bir his verirdi. Abaraka dabraka… Bir varlar… Bir yoklar…  
 
Sanıyorum benim için onlar aynen kitaplıktan çekilen ve bir daha  yerine konulmayan kitaplar gibiydiler. Boş kalan daireyi ilgisiz bambaşka insanlar dolduruyordu sürekli.  İyi bir his vermemişti. Şimdi düşününce o günleri… Kendimi fena hissettim. Oturduğum yerde doğruldum. Evin dört bir yanına dağılmış kitaplarıma, çalışan kadınların ihmal ettiklerini düşündükleri evlatları için ne yapsalar içlerinden atamadığı vicdan azabı duygusuyla baktım.  Bir anne şefkatiyle kitaplarımı toplamaya başladım.


NOT: Dedektif Julia Çizgi Roman Karelerini kullandım. 2011
 
 

12 yorum:

  1. Değişen zamanlar değişen ilişkiler.Nilüfer Göle günümüz ilişkilerini neskafeye benzetirdi.Arkasında tortu bırakmayan kolay kurulup hazırlanması kolay diye.Gelenesel ilişkileride Türk kahvesine benzetirdi.Emek harcanır sabır gerektirir.Ardından iz tortu bırakır diye

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Türk Kahvesi'ni haybeye sevmiyormuşum demek ki:)
      Emek verilen herşeyi seviyorum.

      Ne hoş bilgilendirme olmuş Parıldayan Çiçek, teşekkür ederim.

      Sil
  2. apartman komşularının hiçbirini tanımam:)
    eşyalarımı özlemediğim de gerçek:)

    YanıtlaSil
  3. öyle gelip gidiyorlar. sen aslına bakınca hiçbir alakan olmayan insanlara bile ufaktan bir sempati besleyebiliyorsun ve gidiyorlar. ama kitaplar gitmez, komşular gider, arkadaşlar gider, herkes gider. ama kitaplar gitmez. ve kitaplar seni anlar. kızmamışlardır yani.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kızılgın bakın ne geldi aklıma? Bizim köyde film satınaldığım küçücük bir dükkan vardı tamam mı? Yeni açılmıştı. Başka bir şehirden bizim köye yeni gelmiş, yerleşmişler. Sahibi nasıl tembel nasıl üşengeç biriydi anlatamam. Bir film satın alacağım misal, diyelim cd rafların üstlerinde... Uzanıp alamıyorum. Şunu almak istiyorum, diye söylüyorum. Yerinden kıpırdamıyor. Kıpırdamadığı gibi o filmde iş yok, boşverin diyor:)
      Öyle böyle değildi yani.

      Gene de kıyamıyordum biliyor musunuz? Yeni açtı ya, iş yapsın istiyordum.
      Filmleri ondan alıyordum. Arada karısı ve oğlu oluyordu dükkanda.
      Onlarla da tanışmıştım. Ayaküstü hasbihal ediyordum. Yoo. Yüzlerine Ahmet filmleri satmak istemiyor, diye söylüyordum ayan beyan:) Biliyordu kendini. Gülüyordu.
      Nasıl makyaj yapıyordu karısı anlatamam. Yüzü resmen tablo gibiydi.
      6-7 yaşlarında bir oğulları vardı. Tatlı bişi. Bizim köyde olmaları nedense beni sevindirirdi.

      Duvarda bağlaması asılıydı. Ben de o sıralar bağlama kursuna gidiyordum.
      Ahmet, oturuyorsun bari vur bağlamanın tellerine de, bağlamanın tozları dökülsün, diyordum. İşte buna üşenmiyordu. Metris türküsü var ya. Bayılırım ben o türküye.
      Nasıl dertli dertli dökütürüyordu anlatamam.

      Gel zaman git zaman bir ara bir hafta kadar bizim köyden uzaktaydım. Döndüğümde bir de baktım, o ne? Dükkan kapalı. İçi bomboş. Kapısında, kiralık yazıyor. Arabamdan indim. Dükkanin camına burnumu dayadım. Sanki bir hoşçakal notu aradım. Yoktu elbette.
      Demek selamsız sabahsız gitmişlerdi öyle mi? Nasıl yüreğme oturdu anlatamam. Sonra öğrendim. Borç yapmışlar biraz. Dükkan iş yapmayınca kapatıp, başka bir şehre taşınmışlar.

      İnanıyorum ama birgün o aile ile karşılaşacağız günün birinde. Onların da akıllarına geliyorumdur belki, kimbilir? Güzel, minik, sazlı, sözlü,renkli küçücük anılar. İçimden küsmüştüm azıcık ama... Sonra iyi olmalarını diledim. Umarım gittikleri yerde mutludurlar.

      Hoppala... Nerden aklıma geldiler şimdi:) Ma aile kulakları çınlasın diyeyim bari:))

      Sil
  4. Yazınızı beğendim.İçim acımadı değil.Nerede olursanız olun benzer şeyler yaşanıyor.İnsanlar kızacaklar ama çocukluğumda böyle değildi.Karşı daireyi bırakın mahalleye yeni taşınan birine hoşgeldine gidilirdi...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Mahmut, son aylarda, Ataşehir'deki o küçük eve ara sıra gene kalmaya başladım.
      Bir akşam okuldan dönen 7-8 yaşlarında bir öğrenciyle karşılaştım. Merhaba, dedim. Fısıltıyla,yüzüme bakmadan merhaba dedi. Yanyana iki asansör var. Asansörlerden biri geldi. Ben bindim. O binmedi. Diğer asansörün gelmesini bekledi. Yabancı biriyle konuşma, asansöre binme diye belli ki tembihli. Belki haklıydı ailesi böyle tembihlemeyle. Ama gene de bu durumda potansiyel suçlu gibi hissettim kendimi. Üzüldüm.

      Medeniyet, teknoloji ilerliyor diyoruz. Fakat insanların birbirlerine güvenmediği bir dünya oluşturuyoruz. Ve daha çocuk yaşta insanlara şüpheyle bakmaya başlıyoruz.
      Ne fena!

      Sil
  5. Hassas olan insanlar bunu ne kadar gizlerlerse gizlesinler, köklerinden gelen alışkanlıklarını ve hasletlerini yitirmezler sevgili Hayalkahvemm.. Aynı duyguları, komşu ilişkilerinde farklı versiyonları ile yaşadım ben de.. Sonra dediğin gibi alıştım..
    Sadece kitapların için yanlış düşündüğünü bil yeter.. Onlar göz önünde kalmayı unutulmamak olarak algılar.. kaldırılıp istif istif kitaplığa dizilmek ya da bir koliye tıkılmak onlara hakaret olur.. Ya da ben öyle düşündüğüm için hepsi dağınık durur!!! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hasret Senfonileri, kendim adına değil, kitaplıktaki komşuları adına endişe duydum.
      Belki onlar da benim gibi, komşular nereye gitti diye üzülüyorlardır:) Artık kitaplıktan bir kitap alırken usulca sesleniyorum. Arkadaşınızı aldım ama bir yere gitmiyor merak etmeyin, diyorum:)

      Hocam valla benim kitaplar o kadar özgürler ki anlatamam. Dağınık demek az gelir.
      Herbiri istediği yerde:)

      Sil
  6. senin üç kitap bende yaaaa...yazını okuyunca birden vicdan yaptım,ayyy bunlar burda mutsuz evini barkını ararmı dedim =))).sonra kendime teselli buldummm..yok yok mutlullardır,üç arkadaş hava değişimine tatile geldiler oya teyzesine dedimm.=))).yanlız burda çok düzgün dizi dizi duruyorlar..bi dakka onları sağa sola dağıtayım da kendilerine gelsinlerr..( not= yakın zamanda tatilleri bitip yuvalarına dönecekler)....

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Oya, şimdi sen böyle yazınca bak aklıma ne geldi?
      Geçen hafta İstanbul'daydım ya... Hani Gülgun'le buluşmuştuk ve seni aramıştık.
      Hah işte, o gün... Gülgun geç kalınca, kitapçıya girmiştim.
      Bir kadın dönüp dolaşıp en çok satan kitaplara bakıyordu.
      Bir süre sonra dayanamadım.
      -Merhaba, aradığınız bir kitap mı var? diye sordum.
      Kadın şaşırdı tabii. Kitapçının elemanı olmadığım besbelli.
      Tanışmıyoruz üstelik. Niye soruyorum öyle değil mi?
      Nazik bir kadındı.
      -Evet anneme kitap almak istiyorum, fakat karar veremiyorum, dedi.
      Güldüm.
      -Size bir şey söyleyebilir miyim? Genelde kitap seçtiğimizi sanırız.
      Ama inanın bana kitaplar bizi seçer, dedim. İlla başınıza gelmiştir. Bazan bambaşka bir kitap almak için kitapçıya girip ilgisiz bir kitap aldığımız olur hani... İşte aslında o kitap bizi seçmiştir.

      Ya da ne bileyim çok hevesle aldığımız kitabı senelerce okumayız. Kitaplığımızda durur.
      O kitap okunmak istemiyor demektir. Her kitap okunmak için kendi istediği zamanı bekler. Okurunu seçer. Şimdi siz bütün bu kitapların ruhu yok diye düşünüyorsunuz belki. Kitap işte, nesne alt tarafı değil mi? Yooo. Var valla. Ben kitapların ruhu olduğuna inananlardanım, dedim.

      Elbette kadın yüzüme pek normal bakmadı. Dudak kıvırarak güldü.
      - Hiç böyle düşünmemiştim dedi.

      Bi dur di mi? Yeter bu kadar yani? Nerdeee? Konuşmaya devam ettim:

      - Acaba anneniz ne tür kitaplar sever, dedim.
      -Ayşe Kulin okur genelde dedi.
      -Sıkılmıştır aynı yazardan artık bence, dedim. Gelin size bir kaç kitap tavsiye edeyim.
      Çok satanlar arasında Nazan Bekiroğlu'nun Nar Ağacı duruyordu. Mesela bu romanı seveceğine inanıyorum dedim.Kitabın arka kapağını çevirdim. Bir kaç cümle okudum.
      Kadın kitabı eline aldı. Durmadım... Devam ettim:)

      - Peki Ahmet Hamdi Tanpınar'ın Huzur'unu okudu mu acaba?

      - Hiç duymadım o kitabı. Güzel mi, diye sordu.

      İnanılacak gibi değil... Ne dedim biliyor musun?
      - Kitap sever hiçbir fani Huzur'u okumadan bu dünyayı terketmemeli. Ölmeden önce mutlaka okunacak kitaplardan yani öyle söyleyeyim, dedim. Söylenecek söz mü bu Oya:)

      -Kitabın başrolünde İstanbul vardır. İstanbul seven her bünye bu kitabı okumalıdır diye devam ettim. Huzur'u da eline bıraktım.

      Ben konuştuklarımın farkındayım ya, kadın her an "gördüm deli döndüm geri" diyerekten yanımdan kaçacak sanıyorum. Valla kaçmadı.

      -Sağolun. Bana da bir kitap söylesenize dedi.

      O anda Bizim Büyük Çaresizliğimiz'le göz göze geldik. Söyle beni, söyle beni, diyordu. Şaşırdım.
      -Sizin Ankara'yla ilginiz var mı, diye sorduum.
      -Üniversite'yi Ankara'da okudum, dedi.

      Bizim Büyük Çaresizliğimiz'i yerinden aldım. Kadının eline bıraktım.
      -Bu kitabı ve yazarı Barış Bıçakçı'yı bilir misiniz diye sordum.
      Hiç duymamış.
      -Bu kitabın öyküsü Ankara'da geçer. Çok tatlı bir kitaptır. Hatta filmi de yapıldı belki duymuşsunuzdur, dedim. Duymamış.
      -Hani yönetmeni çok genç biriydi. Seyfi Teoman. Trafik kazasında ölmüştü.
      Duymamış.
      -Alın bu kitabı. Önce okuyun sonra filmini seyredin derim. Seveceksiniz eminim, dedim.

      Tam o anda telefonum çaldı. Arayan Gülgun'dü. Acilen yanına gitmeliydim.
      -Başınızı şişirdim kusura bakmayın olur mu? Gitmeliyim, dedim.
      Kadın eline verdiğim kitaplarla öyyylece arkamdan bakakaldı.

      Bilmiyorum kitapları aldı mı? Yoksa kitapçıda tuhaf, kitapların canı olduğuna inanan bir kadınla karşılaştım diye benim bu anlattıklarımı o da başkalarına anlattı mı bilmiyorum:)

      Diyeceğim odur ki Oyacım, sakın merak etme e mi?
      O üç kitabı sana verirken, komşu kitaplara haber etmiştim zaten.
      Şimdi senin yazdıklarını onlara okudum. Sendeki üç kitap için sevindiler:)

      Selam ve sevgiler.

      Sil