Dün   İstanbul'da günüm pek verimli geçmedi  ne yalan söyleyeyim... Artık   gizlimiz saklımız yok ki seninle, neyi  gizleyeyim?  Sabah erken   çıkmıştım evden. Kahvaltı yapmamıştım. Sadece  bir bardak portakal suyu   içmiştim. Yaptığım görüşmeden sonra canım o  kadar sıkılmıştı ki yemeği   aklımın ucundan bile geçirmemiştim.  Alışıktım aslında... Kendilerine   insan diyen fakat insanlıktan  nasibini almamış bazı yaratıklardan her an her   şey beklenirdi nasılsa.  Yapmışlardı yapacaklarını işte. Bütün  emeklerimi  heba etmişlerdi  gene. Bunu farkettiğim anda toplantıya nasıl   dayandığımı bir Allah  biliyor bir ben. Bir ara yaslandım arkama...   İçimden ama içimin  dayanabildiği en yüksek sesle "toplantı bir an önce   bitse," diye dua  ettim. Çene balatalarım talimliydi esasında... Böyle   münasebetsizlik  yapanlara öyle bir girşirdim ki girişmesine, nedense   anlayamadığım bir  hanımlık çökmüştü üstüme. İyi huylu hanım olma hususunda   yıllardır  hiç bu kadar ileri gitmemiştim. Biraz daha sabır edersem  sonu  kabirde  biteceğini anladığım anda çiviye oturmuşcasına fırladım   sandalyemden.  Yüksek müsaadeleriyle ayrılmak için izin istedim. Bu ben   miydim  Allahaşkına? Halen hangi nezaketin derdindeydim? Neden hem   yaptıkları  densizliği hem de kendi suratlarına benzeyen koca kapılarını   çarpıp  çıkmamıştım ki dışarıya... Bu neyin kibarlığıydı? Olsa olsa   kibarlık  budalalığı olabilirdi anca. Toplantıdan çıkıp da serin ilkbahar  rüzgarını  suratıma şamar gibi yiyince kızgınlığım  iyice arttı.  O sinirle arabama  bindim. Hışımla araba kullanmaya  başladım. En kısa  yoldan otobana  daldım. Müziği açtım. Asabım çok  bozuktu. Biliyordum.  Aslında otobanda  değil kendi ruh halimin karanlık  sokaklarında araba  kullanıyordum.  Göz açıp kapayana kadar bizim şehre  varmıştım çoktan. 
İzmit'teki   işlerime aynı suskunlukla devam  ettim. Canım bir şey yapmak   istemiyordu. Ofise hiç gitmedim. Bir ara  aniden silkelendim. Neden acaba   bu kadar mutsuz hissediyordum ki  kendimi? İş hali ya da insanlık   hali... Gün verimsiz geçmişti...  Birşeyler ters gitmişti... Eee! Ne   olacak ki... Hiç mi görmedim,  yaşamadım böyle çapariz halleri?   Beterlerini yaşamışımdır...  Hatırlamıyorum şimdi... Sildim hafızamdan   gitti... Bugün bir kapı  kapanır... Yarın başka kapı açılır... Felsefemiz   bu değil mi? Sağlık  olsun illa ki! Tamam bunları düşünüyordum   düşünmesine ama hala  mutsuzdum... Kendimi bir türlü çözemediğim çok   bilinmeyenli denklem  gibi hissediyordum ki, o ara telefon çaldı... Benim   kardeş... Nerde  olduğumu sordu... İzmit'te olduğumu söyledim. "Hemen   bize gel  abla"dedi. Cuma günü bir seyahate çıkacağımı biliyor...    Görüşemiyeceğiz bir kaç gün. "Çok özlerim sonra son bir görüşelim,"    dedi... Kıyamadım. "Tamam," dedim. Aaaa! Saat akşamın altısı olmuş...    İyi de bu saate kadar ben hiç yemek yemedim ki. Anladım işte..    Mutsuzluğumun buldum nedenini... Açtım.. Aç... Kurt gibi açtım hem de...    Birden ellerim titremeye başlamadı mı açlığımı hissedince... Dün gece    nasıl güzel zeytinyağlı yemekler yapmıştım anlatamam... Döktürmüştüm    inan ki... Oyy! Aklım evde kaldı şimdi... Kardeşin kapı zilini  parmağımı   kaldırmadan çaldım. Kapıyı açmasıyla ayakkabılarımı  fırlattığım gibi   selam melam vermeden hemen mutfağa daldım. İster inan  ister inanma çantamı bile mutfak kapısının girişine atmışım. Öyle bir  hışımla girince   korktu tabii benim kardeş. "Hayrola abla?" dedi. Cevap  vermedim.  Sadece  "Yemeeeek...Yemeeekkk!" diye inledim. Yüzüme  hicranlı hicranlı  baktı...  "Az önce kalktık sofradan. Bütün yemekler  bitti." dedi. Öyle  bir  "Neeeee!" demişim ki yer gök sesimden inledi.  İçimin bir kısmından  gelen  kahkalarla mı güleyim yoksa kardeşimin  yüzünü gözünü mü tırmalayayım bir an   bilemedim. Dişlerimi sıktım.  Ellerimi yumruk yaptım. Boğazıma kadar   gelen öfkemi tuttum. Gözüm  kimseyi görmüyordu inan ki. Delirmiş   gibiydim. "Dur dünden kalma biraz  makarna var dolapta. Onu ısıtayım   bari" dedi. Bu sözleri duyunca  birden yüzümün ifade kontrolünü   kaybettiğini hissettim. Bir şeyler  söylemek istiyordum esasında.   Söyleyemiyordum da, sanki Japon  balıkları gibi ağzımı açıp açıp   kapatıyordum o anda. Bir kaç kez derin  derin nefes aldığımı hatırlıyorum   o kadar. Sonra hangi ara  buzdolabının kapısını açtım... Nasıl becerdim   bilmiyorum... Saniyeler  içinde makarnayı ısıttım... Tabağa koydum...   Çekmeceden çatalı  kaptığım gibi mutfak masasına oturdum. Ellerim titreye   titreye, her  hüplemede "hımmm.. hımmm" diye inleye inleye tabağı  sildim  süpürdüm.  Keşke jüri falan olaydı mutfakta.. Guiness rekoru  kırardım  valla. Ohh  yaa! Anca kendime geldim. Baktım ki o ne? İki yeğen  önde  babalarının  dizlerine sarılmışlar, koca koca açmışlar gözlerini,  dehşet  içinde  bakıyorlardı bana. Kardeşim... Son gördüğüm yerde, mutfak   kapısının  girişinde donakalmıştı sanki ayakta. "Hayrola?" dedim.   "Hayrola  çocuklar? Ne seyrediyorsunuz öyle? Korku filmi mi çeviriyoruz   burada?"  Sesleri çıkmadığı gibi bir süre daha kıpırdamadan kaldılar. Bir   tablo  gibiydiler adeta. Ben... Şöyle bir içime döndüm. Artık kendimi   mutsuz  hissetmiyordum. Ohh! Yemek yemiştim. Mutluluk neydi ki? Mutluluk    galiba kocaman bir tokluk hissiydi.
24.07.2011


Evet ya, demişler ya hani Allah insanı açlıkla terbiye etmesin...
YanıtlaSilAma Newbahar yememeli, hele öyle iştahla hiç yememeli:) Rejimde de kendisi:)
Umarım daha güzel günler geçirirsiniz.
Açlıkla mutluluk kesinlikle bağlantılı. Açken insan sinirli ve takatsiz oluyor gerçekten.
YanıtlaSilHiç mi hiç dayanamam açlığa, en sevdiğim şey (sabahları kahvaltı dışında) yemek yemektir diyebilirim. Doymasam ve sevdiğim yemekler olsa durmadan yerim :)
YanıtlaSilvar var var, çok ilgisi var:))
YanıtlaSilBu resimdeki makarna yiyen kadın ve açlıktan ağzını açıp kapayan japon balığı,:))sayende belleğimizin mantarına çoktan mıhlandıydı.
YanıtlaSilBelkide mutluluk bu olsa gerek.
Selam Casswa, google'dan edindiğim bu makarna yiyen kadın fotoğrafını nezaman görsem, canım makarna istiyor:) Mutlu olmak ne kolay değil mi:))
YanıtlaSilAynen Çağın. Misal bana hangi yemeği sevmezsin diye sorsanız, cevap veremem:) Bir tane bile sevmediğim yemek yok. Öyle iştahlıyım ki, hani ne denir? Taştan yumuşak herşeyi yerim. O hesap:))
YanıtlaSilAydınlık Bahçe, açlık feci bir şey!
YanıtlaSilBunu bilenlerin, açların halinden daha iyi anlayacağına eminim. Komşum açken ben toksam eğer, ne anladım bu işten değil mi? Hayat sadece yemek yerken değil, yemeği paylaştıkça güzel:))
Newbahar ne diyorsunuz siz? Yemek yiyelim. Abartmayalım diyelim:))
YanıtlaSilKolaylıklar dilerim.
Evet Sihirli, kesinlikle ilgisi var:)
YanıtlaSil