3 Temmuz 2012 Salı

Ben... Kendim Ve Tuhaflıklarım... Bahtiyarım!


Fotoğraf makinem neden yanımda değil diye için için dövünüyorum.  Cep telefonumu alaydım bari, diyorum. Aklıma şaşayım. Güya medeniyetten uzak (ne demekse!) birkaç gün  geçirmekti niyetim... Aklımdan geçeni yapmıştım sözümona... Ayağımda şıpıdık terliklerim, sırtımda üfür üfür entarim... Bu yaşta olur mu demedim... Islak saçlarımı bile iki yandan ördüm, ardıma attım. Güya... Bilgisayar yok, telefon yok, internet yok ya... Oh!.. "Deniz, rüzgâr ve ben bahtiyarım." Böyle bir tatil hayal etmiştim. Kaçmıştım her şeyden. Bi kaçamadığım kendimdi. Ve tuhaflıklarım... Ben nereye onlar oraya... 

Şahane gün batımı zamanıydı. Gökyüzünde hem güneş hem koskoman ay vardı. Zeytin ağaçlarının arasındaki toprak yolda kendimle başbaşa yürüyordum. Ne kadar yürüdüm acaba? Bilmiyorum. Epeyce yürümüş olmalıyım. Nefes nefeseydim. Biraz soluklanmak amacıyla durdum. Güneş, esneyerek dağların arkasındaki yuvasına  çekilmekteydi. Mehtap gökyüzündeki iktidarı tek başına ele geçirecekti ya, tüm güzelliğini sergileyerek, gerim gerim gerilmekteydi. Karanlık bastırmadan dönmeliyim diye aklımdan geçirdiğim anda, onu gördüm. Nasıl tatlı bir görüntü veriyordu anlatamam. Şaşırdım. Böyle tenha bir yerde ne arıyor?  Bir zeytin ağacının gövdesine yaslanmış, ayaklarını uzatmış, oturuyor... Elinde tuttuğu elmadan küçük parçalar kesiyor, ağzına atıyor... Dişsiz ağzıyla pofur pofur yiyişi çok komik  görünüyor. Hoşuma gitti. Bir süre hayranlıkla seyrettim. Beni farketti. O hiç şaşırmadı. Kocaman güldü. Gülünce, buruş buruş yanaklarının içine gözleri gömüldü. Ben de otomatikman ona benzeterek kendimi, gözlerimi kısarak güldüm. İçime baktı. "Elma soyuveyiyin mi?" dedi. İşte o anda bittim ben.


Aklım Atilla Atalay'ın Deli Fedime adlı öyküsüne gitti. Hayal mi kuruyorum acaba diye düşündüm. Yanına çöktüm. Cevabımı beklemedi. Elindeki doğranmış elmayı kucağına bıraktı. Cebinden bir elma daha çıkardı. Soymaya başladı. Şimdi elindeki kör bıçak kesmeyecek... Ve aynı öyküdeki gibi "Gurt yiyesi, gara gurtlar yiyesi" diye söylenecek... Öyle olmadı. Elindeki elmanın kabuğunu, yuvarlaya yuvarlaya, koparmadan, tek seferde soyuverdi.  Söyleniyor... Sinirlenmiş bir şeye belli... "Fabrika bağ bahçe goyvermedi ki, bu sene elmalar hep külleme oldu. Bostandan iki bişürümlük fasilya ya çıkaa ya çıkmaz." dedi.Yazmasını düzeltti. İç tülbentinin altından ince örgülü saçlarını gördüm. Ben saçlarımı örerken zorlandım da, o bu yaşta hâlâ saçlarını nasıl örebiliyor? İnanamıyorum... Bu yaşlı kadının bu koskoca zeytinliğin içinde ne işi vardı? Buraya kadar nasıl yürümüştü? Etrafta köy möy yoktu ki... Hangi vasıtayla buralara gelmişti? Aklımdan geçenleri okudu mu ne? "Taksine bindürveycen mi beni?" dedi. Kalakaldım. Gülümsedim. Kalkmamız lâzım... Karanlık daha fazla basarsa, yolumu bulamayacağımdan korkmaya başladım. Onu bırakamam. "Elbette bindiririm. Nerede oturuyorsun teyzecim?" diye sordum. Soruma cevap vermedi. "Ahretliği de bindürüveee ama" dedi...  Ne diyeceğimi bilemedim.  Kafamı emme basma tulumba gibi öne arkaya salladım. "Radye var mı senin takside radye?" diye sordu. Güldüm. "Radyo yok, sen türkü söylersin, ben dinlerim" dedim.  Kambur sırtını dikleştirdi. "Bana Deli Fedime derler. Söylerim elbet." dedi. Dizlerine dayanarak ıhlama ıhlaya ayağa kalktı. Daha ne olduğunu anlamadan, türkü söyleyerek, yolun devamına doğru ayaklarını sürüye sürüye yürümeye  başladı. "Amman heey, amman oooff.. Gidiyom gidemiyom, az doldur içemiyom, aman yandıım aman yanarsın amaan, ben senden geçtim ammaa, seen benden geçeemiyon vay vay... anasına gızına, duvardaki sazına, sandıktaki bezine yandım ela gözüne..."  

Şaşkınlık içinde arkasından bakakaldım. Kendime geldiğimde ayağa fırladım. Arkasından koşturdum. Yoktu. Hayal mi görmüştüm? Bir anda ortaya çıktığı gibi, bir anda nereye kaybolmuştu? Dönmeliyim. Fotoğraf makinem neden yanımda değil diye için için dövünüyorum. Cep telefonumu alaydım bari, diyorum. Aklıma şaşayım. Hırsla elimdeki elmayı ısırdım. Niye böyle tuhaf biriyim? "Gurt yiyesi, gara gurtlar yiyesi..." diye kendime söylendim.


9 yorum:

  1. Çok güzel bir post olmuş yüreğine sağlık
    M013"Ö

    YanıtlaSil
  2. Bu şiveye ben de hayranlık duyuyorum gerçekten bu tebessüm ettirici olayın tam olarak hangi yörede gerçekleştiğini öğrenmek isterim :)

    YanıtlaSil
  3. Selam Slince, teşekkürler:)

    YanıtlaSil
  4. Selam Mustafa Cihan, dilimizin şiveleri ne hoş değil mi? Ben de çok severim:)) Sağolun.

    YanıtlaSil
  5. ne güzel ya doğayla iç içe ama aynı zamanda bu dopayı fotolamak en güzeli

    YanıtlaSil
  6. Palamutbükü'ne gittiğimde ortalama bir hafta sürer alışmak =) her haliyle pek keyifli renklerimiz var.

    YanıtlaSil
  7. Mia, doğa ile bütünleşmek ne demek, bazan denizin damlası, kumun tanesi, rüzgârın küçük bir esintisi olmak istiyorum.

    YanıtlaSil
  8. Özlem , Palamutbükü'ne hiç gitmedim.
    Çok güzeldir eminim:)

    YanıtlaSil
  9. Datça'dan sonra, Knidos yolunda. Bol bademli (payam derler orada), zeytinli, özellikle hannos ve orfozu bol bir köy. Denizi tropik ada kıvamında. İnsanları çok güleç. Lakin son beş yıldan beri istila altında olduğu için ve hayallerimdeki haliyle kalmasını istediğimden gitmiyorum.

    YanıtlaSil