23 Eylül 2018 Pazar

O Hareket...


Telefonun ekranına baktım. Whatsup'tan  fotoğraf yollamış. 
-Abalammmm, baakkkk, diye yazmış.


Resmin olduğu kareye işaret parmağımın ucuyla tıkladım. Sonra... Hani bilirsiniz ya o hareketi... İşaret ve baş parmaklarımızla... Hani telefonun ekranındaki fotoğrafı büyütmek için yaptığımız o hareket... 

Hahha! Şimdi tarif etmeye çabalarken  Cem Yılmaz aklıma geldi.  Elleriyle o hareketi yapar ve der ya hani: 

-Beş sene önce biri birine bu hareketi yapsa, oğlum sen manyak mısın, derdi.  Bu hareketi nasıl bulduysa o firma? Bu hareket nerden alınmadır biliyorsunuz di mi? Hani iplikle kıl alınır ya böyle...  Ah! Steve Jobs! Sen yok musun? Gez burda berberlerde  fikri kap hemen,  diye nasıl tatlı anlatır....

Kardeşimin gönderdiği fotoğrafı  o hareketle büyüttüm ve dayanamadım kendi halime güldüm.

Fotoğrafa iyice baktım. Bu ne? Rengarenk kapaklı iki kitap, uzanmamışlar mı bir ağacın gölgesine...  Eee...  Neymiş ki? O hareketi yapmayı sürdürdüm. Fotoğrafı iyice büyüttüm. 

Antika Titanik... Yeminle duymamıştım. Heyy! Bu Murat Menteş'in son kitabı...  Delirdim delirdim!  Hastasıyım! Durur muyum?

- Aaa! Harika! Nerden aldın? Ben de isterim, diye yazınca,
-İyi ya işte. Aldım sana. O kardeş kardeş duran iki kitabın biri senin biri benim, diye yazdı. 

Ne tatlı kız yarabbim!.. 

Ne yazsam ki şimdi ona?  Teknoloji hayatımızı kolaylaştırdı ya  derhal pratik bir çözüm buldum.
"Kelimelerin kifayetsiz kaldığı anlarda kullanılan " Ya seni yerim" emojisini yolladım. Kalpli göz ifadesi 




20 Eylül 2018 Perşembe

Seveceğim. Gezeceğim. Seyredeceğim. Okuyacağım. Acaba Daha Neler Yapacağım:)

Film seyrettim. Hep seyredeceğim.



Ukulele çalışmaya  yeniden başladım.  Şahane çalacağım. Let it be:) 



Hamlet-Collage performansına  gideceğim.
 Danzon'dan özendim:) Kasım  ayına bilet aldım.  




 Filmekimi biletleri 29 Eylül'de satışa çıkacakmış. Önce filmlere göz atacağım.





Denemediğim okumalar yapacağım.





16 Eylül 2018 Pazar

Öpücük


Muhabbet ediyoruz. Durgun biraz. Canını sıkan bir şey olmalı. Sormayacağım. Paylaşmak isterse nasılsa anlatacaktır. Oturduğumuzdan beri  bıdı bıdı bıdı  hep ben konuşuyorum. Abartarak  heyecanlı heyecanlı lafladığımın farkındayım.  Yoo... Göz ucuyla   her mimiğinin  takibindeyim.  Dudak kenarlarında  hafif bir tebessüm belirtisi görsem var ya... Yeminle kanatlanıp uçacağım.  Ve sanırım işte o anda susacağım.  O ise sessizce nasıl güzel dinliyor anlatamam.  Bazan koluna sevgiyle dokunuyorum.  Bazan  elini usul usul okşuyorum. Kalktım oturduğum yerden, uzandım: 
-Du bi, öpecem seni, dedim. Öptüm.
-Hopplala, şimdi niye öptün  beni, diyor. Aldırmıyorum. Pişkiniğe vurup:
-Aaa! Ne var? İçimden geldi. Öpmeden önce izin mi alacağım yani, diyorum.
Gözlerini koca koca açıyor.  Durur muyum:
-Biliyor musun, sen böyle  şaşkınlıkla bana  bakınca gözlerinin rengi değişiyor, deyiveriyorum.  Heyy!... Du bakayım... Ne renk oluyor biliyor musun? 
Dayanamıyor:
-Ne renkmiş, diye merakla  soruyor. 
En sevdiği şairle onu faka bastırmaya niyetleniyorum. Zihnimde yer eden Attila İlhan'ın şiirlerinde kullandığı renkleri sıralamaya başlıyorum:
-Hımmm, zakkum pembesine çalan havai eflatun  mu desem... Yok, yok... Boru çiçeğine çalan morumsu lacivert...
-Hopplala! Ne alaka, diyor. 
Ağırbaşlı  sigortacı edası takınıyorum:
-Haklısın diyorum. Nerden geldi bu renkler aklıma? Oysa lale ezmesi kırmızı, ördek başı yeşili demeliyidim. Hey, kederli külrengi mi desem yoksa bonbon pembesi mi? Hayır! Buldum, diyorum.  Örümcek kızılı... Yangın kızılı... Vahşi yeşil...  Hayır... Hayır...  Şehvet kırmızısı... Nasıl desem? Delimsirek renkler:)
O en sevdiğim kızkardeş kahkahasıyla  oda çınlıyor:
-Delisin, diyor. 
Durur muyum? Hemen  Attila İlhan'dan dizeleri sıralamaya başlıyorum:

"Ellerin de titriyor, bir şeyin mi eksik?
Böyle kız değildin sen eskiden
Sana ne yaptılar, sana ne yaptılar?
Kirpiklerin ıslanıyor durup dururken
O sabah mı çıkmıştın, bir gün önce mi?
Çok değişmişsin birden tanıyamadım."

Güldü, güldüm, güldük biz:)

1 Eylül 2018 Cumartesi

Bu Hafta Seyrettiğim Filmler

reprisal ile ilgili görsel sonucu
 


Geçmiş Eylül Yazılarımı Hatırladım...


"Bir gün aklına gelecek olursam, bana şiir ısmarla. Eylül'ü konuşalım."

Cemal Süreya



"Ağustos, gidip dönen bir ad takvimde, 
daha doğrusu, sabahları gelip akşamları gider,
 ve hep Eylül'e ulaşır nedense."

turgut uyar



Ey!Sonbahar!
Ey!İstanbul!
Hoş geldin hüzün...



 Aylardır bu zamanı bekliyorum.
İşte Eylül geldi!
Leyleklerin göçme vakti...
Günlerdir gözüm gökyüzünde dolanıyorum.
  
Çünkü...
Leylekleri havada görürsem eğer,
Bütün yıl esintili bir kadın olup, dünyanın yollarının tozunu attıracağıma inanıyorum.
  
Bu yıl, yine yeni yeniden leyleklerin göçünü görmeye niyetlendim ya, 
Kısmetse göreceğim.
Ah, benim deli gönlüm! 
Sırtıma çantamı atıvereceğim...
Hemencik yolculuğa heves edeceğim!!!

Yoksa ben özenti biri miyim?
Tamam, söyleme biliyorum.
Az bile...

Feciyim!




"dedim, deniz de bendim, düşleyen de denizi"
edip cansever


Eylül'dü. İstanbul’da, Kabataş iskelesindeydim. Sanırım gene avare günlerimden birindeydim. Beklediğim Kadıköy vapuruna binmedim de iskelenin ucunda dikilip, uzun uzun denizi seyrettim. 

Bilirsin... Geçmişi görmüş, şimdiyi yaşamış, geleceği bilir eski insanlar, balıkların boğaza akın mevsimi  sonbahardır, derler ya hani…  Hah işte…  Bu söz aklıma düşünce... O an... Balıkların boğaza akınını görmeyi, tüm merakımla hayal ettim. Yüreğim nasıl heyecanla pırpırlandı anlatamam. Ak tolgalı beylerbeyi “ilerleee!” dedi sanki. O ne? Bir baktım, denizdeki teknelerden birinde değil miyim? 

Motör, boğazın sularında pıtıpıtı yol alıyor... Hay canına!..  Orhan Veli'nin  o güzelim dizeleri, hafızama birer birer diziliyor.  "ne hoş ey güzel tanrım ne hoş, maviliklerde sefer etmek, bir sahilden çözülüp gitmek, düşünceler gibi başıboş" diye seslenmek içimden geliyor. Bu şehre olan sevdam,  İstanbul’un siluetini bozan dik gökdelenlere inat, deniz yüzeyine yayılarak katlanıyor.

İstanbul 2.600 yıllık deniz kenti. İstanbul Boğaz’ı, Asya ile Avrupa’yı birbirinden ayırırken, Marmara Denizi ile Karadeniz’i birbirine bağlıyor. Tamam, mesela Bangkok, Venedik,  Amsterdam da, aynı İstanbul misali su etrafında kentleşmişler. Ama İstanbul gibi, var olan su dokusunda değil,  insanların doğaya yardım ederek oluşturdukları, yapay kanallar üzerinde kentleşmişler. İstanbul emsalsiz bir şehir... İçinden deniz geçen şahane bir su şehri…  

Ağlamaklı İstanbul'un betonlaşmasını seyrediyorum. Yüreğim sızım sızım sızlıyor... İstanbul ise eziyet içinde görünse bile, baş eğmeyen hüzünlü endamıyla gururla salınıyor.  Hay Allah!... Ne hoş bir sonbahar ikindisi vakti, diye düşünüyorum. Rüzgar ne tatlı esiyor... Deniz ne kadar mavi... Gök ne kadar berrak! Yüreğimin kuytusunda bir sevinç ellerini çırpıştırıyor.

İstanbul'un kıyı beldelerinden birinde motörden iniyorum. Daha önce buraya hiç gelmediğimi aklımdan geçiriyorum. İskeledeki çay bahçesinde mis gibi çayımı içiyorum. Sonra çantamı omuzuma atıyorum. Mahalle içlerine dalıyorum. Sağlı sollu eski binalar arasından  sessizce tepeye doğru yürüyorum. Sırtımı döndüm diye deniz onu unuttuğumu düşünecek diye korkuyorum. Arada mola verip, heyecanla denize bakıyorum. "Aaa!...Unutmak mı, delisin" diye fısıldıyorum. Hissediyorum. Beni işitiyor.  Dalgalı dalgalı gülümsüyor.

Hey! Telefon çaldı gitmeliyim.  Du bakalım... Boğazdaki balık akınını anlatmaya, sonra belki devam ederim.