29 Ağustos 2015 Cumartesi

Ve Hayat Ve Rüya Ve Ölüm


“Gel bu akşam misafirim ol. İki şiir atalım. Ben de ayıptır söylemesi klarnetle bir hicaz geçerim. Ah!.. Vapurlar iskeleye yanaşıp kalkar. Bööyle motör sesleri dinleyelim. Balıklar ağlarken bir of ülen offf çekelim.”

İster inanın ister inanmayın… Hiç duraksamadan… Ve takır takır… Bu Sadri Alışık tadında lakırtılar eden bendim. Yooo… Bakmayın böyle çatır çatır yazdığıma. Misal sizinle karşı karşıya gelsek var ya… İki lafı bir hizaya getiremeyeceğim gibi, mahcubiyetimden ya dilim tutulur ya da kekeleyebilirim. Öyle heyecanlı ve utangaç bir bünyeye sahibim.

İyi ama ne diyordum ben Allahaşkına? Mühimi kiminle muhabbet ediyor, kimi ikna etmeye debeleniyordum. Ortada sebebini bilmediğim bir matem havası vardı. Ben ise hüzünlü ama sakin görünüyordum. İyi de neler oluyordu? Vaziyetime anlam veremiyordum. Buraya üç soru yazdım ama… Ohooo… Kendimi onlarca gerekli gereksiz sorularla fiştekliyordum. Hayır, eğer bir Türk filmi çekimi varsa, kamera niye hep benim suratımı zumlamaktaydı ki? Arada ucunu döndüreydi ya etrafa… Kiminle konuştuğumu fena halde merak etmekteydim. Hey!.. Elbette ya… Demek ki sonuna gelmiştim. Az sonra filmin esrarengiz jönü görünecekti belki. Ne bileyim? Sanırım bu sürpriz dolu final bozulsun istemedim. Zihnimin içinde ters takla atan soruları bir hışımla susturuverdim. Akabinde içime hicranlı bir bakış sarkıtıverdim.

Yüzlerce film seyretmiştim. Hayat bir sahne demezler miydi? Demeki şimdi sıra bendeydi. Belki kendi kendime oynadığım oyunlardan birinin baş rolündeydim. Hal böyleyken, elbette bazı filmlerde gördüğüm, o cafcaflı kıptiyoz dümbeleklerin koftiden rol kesmeleri gibi hareket etmeyecektim. Madem matem vardı ortalıkta. Şakkadanak yerli yerine oturacak, en bi kral kasımpatı demeti tadında sinema repliklerinden söyleyecektim. İnanamıyordum kendime. Nasıl olduysa o replikleri hatırlamıştım işte.

“Madem ki hepimiz günün birinde çekip gideceğiz. O halde bunca matem, bunca kahır niçin? Hayat demek ölümü beklemek demektir. Az çok hepimiz denizi, yıldızları, ağaçları, işte falanları filanları göreceğiz. Bir çok şeyin tadına bakacağız. Sonra da ister istemez “gidiyorum elveda” şarkısını söyleyeceğiz. Öyleyse gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun.” deyiverdim.

Kamera halen benim suratımı zumlamaktaydı. Sanırım içimdeki diğer ben, lakırtılarımdan hoşlanmadı. Beni küçümser gibi bir bakış attı. Zoruma mı gitti ne? Şah damarımın tıkır tıkır attığını hissettim. Gene de ortalık iyice duman olmasın diye tebessüm etmeyi ihmal etmedim. Aklıma gelen ilk film repliğini, samimiyetle söyledim:

“Sen bakma fotoğrafımıza, içimize bak. Ama görebilirsen. Bizde yalan yok.” deyiverdim.

Gözlerimi açtım. Televizyonun karşısındaki koltukta, ana rahmindeki bebek gibi yatmaktaydım. Alt yazı geçiyordu. “Oktay Akbal vefat etti. Ailesinin, dostlarının, tüm sevenlerinin başı sağolsun.” diye yazıyordu. Doğrulup oturdum. Ruhuna rahmet gönderdim. Kitaplıktan Önce Ekmekler Bozuldu adlı hikaye kitabını buldum.

"Önce ekmekler bozuldu, sonra herşey. Çünkü dünyada savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürülüyorlardı."

Vapurlar iskeleye yanaşıp kalktı. Motor sesleri kulağımda çınladı. Balıkların ağlamalarını işittim. Gidenin de kalanın da gönlü hoş olsun dedim. Oktay Akbal'ın kitabında altını çizdiğim cümleleri teker teker okumaya başladım.

"Bu dünya bir kere daha değişecek. Belki eski halini almaz, ama zararı yok, gidenler gitti, gelenler gelsin. İnsanlar gülmesini, ağlamasını yeniden öğrensin. Sırasında ağlamasını ve gülmesini bilmeyene, insan denemiyor... Bizler, yarı barış, yarı savaş insanları, umutlarımızı kaybetmedik. Dünyanın iyi bir dünya olabileceğini, insanın mavi gökyüzünü, denizi, ağaçları seyretmekle mutluluğunu yaşadığı anlara yeniden kavuşacağına inanıyoruz. Herşey ekmekle başladı, ekmekle bitecek."


not-
yazıda türk filmleri repliklerini kullandım.
çizim- şenol bezci

28 Ağustos 2015 Cuma

Ağustos Bitti Bitiyor...


"Ağustos, gidip dönen bir ad takvimde, daha doğrusu, sabahları gelip akşamları gider, ve hep Eylül'e ulaşır nedense."

turgut uyar

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Ben Yoksa Özenti Biri Miyim? Az Bile... Feciyim! -5-

Görevimiz Tehlike serisinin 5. sini seyrettim.  
 Tom Cruise,  gene müthişti.
Fakat... Ben...
Rebecca Ferguson'un canlandırdığı, kadın ajan İlsa Faust'u çok sevdim.
Onun gibi savunma oyunlarını öğrenmeye karar verdim.
İşte buyrun!
İnternetten satın aldığım kitap geldi.
Nanananooom!
Kendi Kendine Jıu-Jitsu Öğrenme Usulleri.
Kararlıyım...
Çalışıp, öğreneceğim.
 Yoksa ben özenti biri miyim?
Tamam, söylemeyin biliyorum.
Az bile...
Feciyim!


  

23 Ağustos 2015 Pazar

Deniz Ve Mehtap Sordular Seni, Neredesin?


Geçen hafta, benim öğretmen kardeş, "Ablam, paramızın çıkışacağı kadar yol bileti aldım. Ve kimseler bilmeden... Kaçalım mı buralardan birlikte… Gidelim mi denize?” dedi. Hey! Binlerce kasırga aşkına!  Önünü arkasını sormadım, parmaklarımın ucuna basa basa ofisten çıktım. Evden bir kaç giysi toplayıp,  kitaplıktan rast gele iki kitap kaptığım gibi.... Vınnn!

Çocuklar gibi çılgınca yüzdüğümü itiraf etmeliyim. Sabah bırak sahile, akşam ittire çektire çıkar. Resmen kendimi kaybetmişim.  Kardeşim bir ara iskeleden elindeki kitapları gösterdi. Süt dökmüş kedi misali ancak o vakit denizden çıkabildim.

Kitaplara göz ucuyla baktım. Feleğin tatlı cilvesi. Biri 1875 doğumlu Servet i Fünûn yazarlarından Mehmet Rauf'un romanı Ferda yı Garam, diğeri 1974 doğumlu günümüz yazarlarından Murat Menteş'in Korkma Ben Varım adlı romanı. İkisini de okumuştum. Olsun varsın. Ne olacak ki? Her ikisini de yine yeni yeniden  seve seve okurum. 

İskeleye oturdum. Karşımda masmavi güpgüzel deniz. Bir o kitabın satırlarında dolanıyorum bi bu. Mehmet Rauf'un  romanındaki erkek kahramanın, aşık olduğunu sonradan anladığı kadın için anlattığı cümlelere denk geldim.

"Ah Sermed’i bütün zevkiyle, bütün bedeniyle, bütün yüzüyle ne kadar olağanüstü buluyordu. Onun saçlarındaki şiirin dili, gözlerinin hüzünlü siyah rengi, dudaklarından eksik olmayan soru çizgisi, alnının saflığı, boynunun servi gibi ve mutlu olmuş halini düşündükçe titriyordu. Onun bütün inceliklerini en küçük ayrıntılarına varana kadar yeniden yeniden gözünde canlandırıyordu."

Aaa! Az önce Korkma Ben Varım'da Murat Menteş'in romanının kahramanı da sevdiği kadını kendine has cümlelerle anlatmıyor muydu?

"Perihan Pirana'ya meftundum. Hem de nasıl. Allah'ım, onu ne zaman görsem, kalbim kanlı bir yumruk olup göğsümü dövüyor! Bal rengi saçları, muz kabuğu gibi pürüzsüz yanaklarından süzülüyor. Gözleri yıkanmış üzüm parlaklığında. Akikten bir kız. Yarı saydam. Mehtapta  yüzen beyaz bir gonca. Kayısı hamurundan, bayram şekerinden, ceylan sütünden yoğrulmuş, mücevher gibi bir dilber… "

İki yazarın arasında 100 yıl var. Benzer tattaki anlatımları hoşuma gitti. Tebessüm ettim. Kitapları iskeleye bıraktım. Şapkamı, terliğimi çıkardım. Kardeşe baktım. Sahilde uzanmış. Güneşleniyor. 

Şu anda yeryüzünde var olan tüm insanların, 100 yıl sonra var olmayacağını düşündüm. Ayağa kalktım. Koştum. Koştum. Koştum.  Koştum. Denize cuup diye  çivileme atladım!


20 Ağustos 2015 Perşembe

Dağ...

   "Baktığın dağların düşüncesi bile ağlatır beni."


cahit zarifoğlu
             


 

 

 

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Niye Böyledir?

Acaba...
Niye baht kararırken,  talih körelir?
Niye  feleğin sillesi yenirken,  kaderin tekmesi yenir?