31 Ekim 2018 Çarşamba

Hayal Et Olur Elbet / Ölüm Sanat Mekan Sempozyumu 9





Yeminle becerdim. Ofisteki işlerimi kaytarıp, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin bu yıl Bomonti yerleşkesinde dokuzuncusu gerçekleştirilen Ölüm Sanat Mekan Sempozyumu'na gidiverdim. İlk gün ruhumu silkeleyen iki film seyrettim. Hiç bilmediğim Kerbela mersiyeleri dinledim. 

Bu sempozyum Doç. Dr. Gevher Gökçe'nin 2000 yılında  trafik kazasında ölen öğrencisi Deniz Yolaç'ın anısına başlatılmış. Daha sonra ölümün  konuşuluyor olması istenmiş. Ve... Sempozyum kaybedilen bütün diğer öğrencilerin anısına dokuz yıldır devam edip bu güne gelmiş. Gevher Hoca, bütün sanat dallarının çıkış noktasında mutlaka ölümün bir rolü var, bütün ölümlere karşı sanat ve mizahla direniyoruz diyor. 

Gevher Gökçe'nin, Derya Yılmaz'la yaptığı röportajdaki şu cümleleri, sempozyumun anlamını daha iyi ortaya koyuyor:

"Sempozyumda öncelikle ölümün konuşulabilir olmasını istedim. Çünkü çok aykırı konu idi. Ve bence ölümü konuştukça bu korkumuzu üstümüzden atıyoruz ve gençler buna çok açık. Bu dersi çok benimsediler, hakikaten seviyorlar, sempozyumu çok benimsediler. 

Aynı zamanda sanatın nasıl ölümden beslendiğini ya da ondan kaynaklandığını konuşabilelim istedim. Aslında sanatın her dalının  içinde ölümün var olduğunu görelim istedim. Ve özellikle de - bizim genellikle İstanbul'da oturduğumuz yerden çok yakından tanıma fırsatı bulamadığımız - Anadolu kültürlerinin, Anadolu'nun içindeki, o aslında ölüme bizden çok vakıf olan kadim Anadolu bilgisinin, daha doğrusu bilgeliğinin mutlaka bu sempozyumun içinde bulunmasını, paylaşılmasını istiyorum." diyor.


Sempozyum yarın da devam edecek. Dücane Cündioğlu'nun konferansını keşke dinleyebilsem... Lakin tekrar ofisten kaçabilmem mümkün görünmüyor. Bugün gidebildim ya... Ona da şükür.

Ne diyeyim... Her daim tekrarladığım  tılsımlı sözlerimi edivereyim. Hayal et, olur elbet... Du bakalım:)


Kardeş Mi, Öğretmen Mi?

Benim kardeş,  öğretmen sesiyle değil, o en ikna edici minnoş kardeş sesiyle:
- Ablam Lütfen Beni Öldürme'yi mutlaka seyretmelisin, dedi.
- Nedir o fıstığım? Hayırdır, diye sordum.

Sesinin tonu değişti. İşte buyrun... Gene öğretmen şimdi.
- Aaa! Ne diyorsam yap, dedi.

Öğretmen olduğu için "he" demedim tabii. Kardeş sözü dinlerim.

GERÇEKTEEENNN:)


24 Ekim 2018 Çarşamba

23 Ekim 2018 Salı

"Dünya Döner Değirmendir / İnsan İçinde Çavdardır."


J.M. Coetzee'nin Yavaş Adam adlı romanını okudum. İnsan ontolojik olarak nedir abiler ablalar...  Kitabı okuyunca...  Romanın çağrıştırdıkları... Hay canına:)

FİLMLER




KİTAPLAR



başlık- orhan gencebay

20 Ekim 2018 Cumartesi

Aslaaaa Vazgeçemem Senden Aslaaa:)



Beni hor görüyorlar, ukulelemi aşağılıyorlar. "Bu kadar emek veriyorsun, bari gitar  çalmayı öğren, zaten adı üstünde, sen demedin mi, ukulele Hawaii dilinde zıplayan pire diye, hah işte pire kadar şey için haybeye enerjini tüketme" diyorlar. Sadece böyle lakırdılar etseler neyse...  Güya alay ettiklerini sezdirmemeye çalışarak kıs kıs gülüyorlar.

Nota basmaktan parmak uçlarım nasır tutmaya başladı. Bare basmaktan -ki yeni öğrendim henüz çok zorlanıyorum- işaret parmağım ezildi. Tamam... Biliyorum... Eziyet çekeceğim, hor görüleceğim. Ne gam! Niyetliyim abicim....  Sonunda ukuleleyi en güzel şekilde çalmayı becereceğim:)




19 Ekim 2018 Cuma

Tarantino Ve Ben



Hastasıyım. Filmlerini sadece kendi keyfi için çevirdiğini hayal ediyorum.  Coşkusu, ışıltısı, sevinci, samimiyeti bana geçiyor. Büyüleniyorum.  Muhabbet, hareket, müzik, heyecan, eğlence ve mizahla oyun ihtiyacımı karşılıyor. Tekrar tekrar seyretmeye doyamıyorum.  Veee....  2019 Ağustos ayında vizyona gireceği söylenen yeni filminin yolunu gözlüyorum....
.
Gelmiş geçmiş sevdiğim tüm filmlerine selam çakıyorum:)




16 Ekim 2018 Salı

Neye Niyet Neye Kısmet


!924 yılında doğan Kobo Abe, ikinci dünya savaşı esnasında tıp eğitimi almış. Edebiyata ve felsefeye meraklıymış. Üniversitedeyken Poe, Beckett, Dostoyevski, Kafka, Nietzsche okumalarına dalmış. 1948 yılında ilk öykü kitabı yayımlanınca doktorluğu bırakmış. Romanlar yazmış.  Kumların Kadını 1962 yılında yayımlanmış. Roman, 1964 yılında beyaz perdeye aktarılmış. Barış Bayıksel'in Japoncadan çevirisinin giriş cümleleri şöyle:
"Bir ağustos günü, bir adam ortadan kayboldu.  Bir tatil gününde, buharlı trenle yarım günlük mesafedeki sahile doğru yola çıktı ve kendisinden bir daha haber alınamadı. Ne kayıp başvurusu ne de gazete ilanları işe yaradı." 

Nanananoom... Acaba adama ne oldu? Peki Kumların Kadını kim? Romanın konusu, anlatımı, tadı çok ilgimi çekti. Ben romanı okudum. Neler olup bittiğini biliyorum. Aaa! Olur mu?Oturup konusunu anlatacak değilim. Ne derler... Merak eden okur, olur biter:)

Bakın şimdi... Romanı okudum ya... Kumların Kadını'nı okumam bitince, işte buyrunuz... Aşağıdakileri yapmaya  niyetlendim.

Kumların Kadını'nın filmini seyredeceğim. 
Kobo Abe'nin Türkçe'ye çevrilen kitaplarını alıp, okuyuvereceğim:)


Kobe Abe'nin bayıldığı yazarmış Edgar Allan Poe.  
Laf aramızda benim de devasa  sevgim saygım  vardır kendisine... Veee...
Kumların Kadını'nı okuyunca,  Poe'nun Kuyu ve Sarkaç'ına  tekrar göz atmaya niyetlendim.


"Neye Niyet Neye Kısmet" derler bizim köyde... 
Henüz niyetlerimin gerçekleşmesi mümkün olamadı da, aşağıdakiler kısmet  oldu:)

Mobius Şeridi ya da sarmalı'nı öğredim.



Japon filmi seyretmeye niyet etmiştim.
Onun yerine  bu İzlanda filmini seve bayıla  seyrettim. 
Hoppala! Niye böyle oldu?
Kısmet valla. Ne biliyim:) 


9 Ekim 2018 Salı

Bir Kitap Ve Açılan Kapılar Ve Niyetlerim....

Siz  ne dersiniz bilemem.  Şahsen internete denk gelen bir zaman diliminde yaşadığım için çok şanslı olduğumu düşünüyorum. Mesela John Fowles'in  Koleksiyoncu adlı etkileyici, tüyler ürpertici romanını tüm merakımla okurken, kitap içinde  adı geçen yazarları, ressamları ve eserlerini her daim gugılladım.  Ve önüme yeni kapılar açıldı. Durur muyum? 
O kapılardan içeriye daldım. İşte aşağıya sıraladım:)


"Ferdinand" dedi, senin adın Caliban olmalıymış. s70
Deli. Ona bir ad takmalıyım. Ona Caliban diyeceğim. s.147
(Fırtına'yı okumaya niyetlendim)


"Gidip Cezanne'ın resimlerini içeren bir kitabı aldı. "Bak" dedi, renkli bir elma tabağı resmini işaret ederek.  "Elmalar hakkında her şeyi söylemekle kalmıyor, aynı zamanda bütün elmalar ve bütün biçimler ve bütün renkler üzerine de her şeyi söylüyor."s.69
(Cezanne tablolarına göz gezdirdim.)


""Tantalos gibi." Kim olduğunu açıkladı." s.117
(Tantalos Efsanesi'ni öğrendim.)


"Berthe Morisot gibi resim yapmayı arzu ediyorum. Onun renkleri, biçimleri veya üslubuyla değil; ama onun sadeliği ve ışığıyla" s.147
(Berthe Morisot'un hayatını öğrenmeye niyetlendim. Tablolarına göz gezdirdim.)

Aşağıdakiler aklıma gelenler...
(Koleksiyoncu ve Kuzuların Sessizliği'ni seyredesim geldi.)



 Fransız Teğmen'in Kadını'ı tekrar seyredip,
yıllar önce okuduğum romanında altını çizdiğim cümlelerde dolanmaya niyet ettim.



(Oğuz Atay'ın "Ne Evet Ne Hayır" öyküsünü hatırladım.
Tekrar okumaya niyetlendim.)


John  Fowles'in hayatını feci merak ettim. 

7 Ekim 2018 Pazar

Kavanoz Dipli Dünya


Cuma akşamı benim kardeş:
- Ablam 18.45'deki filme gidelim mi?
Diye whatsuptan  sorunca, cevap vermeden önce düşündüm. 

Doğrusu; günüm netameli insanlarla uğraşarak geçmişti. Yeni  müşterimin kiraladığı makinelere,  makine kırılması ve  3. şahıslara verecekleri zararları kapsayacak  poliçe teklifi hazırlamalıydım. İş  saati bitmişti. Sigorta şirketinin yokuşa süren soruları bitmemişti. Teklif sonuçlanmamıştı. Konu gereksiz yere pazartesi sabahına sarkmıştı. Bezgindim.

Kardeşimin teklifi cazip geldi. Ötesini gerisini sormadım.
- Olur. Gidelim. Sinemada buluşalım, diye cevap yazdım.

Trafik yoğundu. Kardeş sinemaya benden önce varmıştı. Biletleri almış. Salona girip koltuğuna oturmuş. İyi yapmış. Ben on dakika geç gelebildim. Kapının girişinde filmin afişini gördüm ya... Yalan söyleyecek değilim, "Eyvaah!" diye inledim. Balık burcu kardeş bir romantik film bulmuş demek... Filmin adı İstikamet:Düğün. Yok artık! "Ooo my God!" dedim. Salona girdim. Karanlıktı.  Kardeş el salladı. Yanındaki koltuğa  çöktüm.

Seyretmeye başladım. Filmin baş kahramları oldukları malum adam ve kadın sürekli konuşuyorlar. Güya birbirlerinden hoşlanmıyorlar.  Belli ki sonunda aşık olacaklar... Jön Keanu Reeves olsa kaç yazar? Ekşın yok abicim! Haybeye lakırdılar... Yoo...  Bu tarz filmler beni bozar. Resmen darlandım. Kardeşe baktım o da kıpırdanıyor.  Çok şükür ki filmin görüntüsünde çapariz var.
-Kardeş, benim gözler bozuldu galiba. Net göremiyorum filmi, dedim.
-Aynen, dedi kardeşim. Görüntü çok kötü. 
-Gidip söylesene, dedim.
Güldü. En öğretmen sesiyle:
-Sen  kapıya daha yakınsın, dedi.
Ben ablayım. O kardeş.  Kardeş sözü dinlerim:) Evet. Kalktım. Gittim. Söyledim. 

Sahiden filmin görüntüsü sorunluymuş. Çözememişler. Başka bir filme girebileceğimizi söylediler. O saate denk gelen film "Babamın Ceketi" ymiş. Kardeşe bakıp kaş kaldırdım.

-Aaa! Girelim işte. Güleriz, dedi.  Ardından;
-Gel patlamış mısır alıp moralimizi düzeltelim, diye ekledi. 
Kardeş sözü dinlediğimi daha önce söylemiştim di mi?

İkinci filmi seyretmeye başladık. Mısır bittiğinde filmin on dakikası geride kalmıştı ve de  benim kurtlanmalarım başlamıştı.
-Kardeş, ben kaçsam ayıp olur mu sana, diye kulağına fısıldadım.
-Aaa! Git canım dert  etme, dedi ya, neredeyse  bağrıma basıp kucaklayacaktım.

Evdeyim. Benlik bir dizi seçtim. Seyretmeye başladım...  MANIAC!



Başlık - Şarkı sözü - Selahattin Sarıkaya