Yeminle becerdim. Ofisteki işlerimi kaytarıp, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi'nin bu yıl Bomonti yerleşkesinde dokuzuncusu gerçekleştirilen Ölüm Sanat Mekan Sempozyumu'na gidiverdim. İlk gün ruhumu silkeleyen iki film seyrettim. Hiç bilmediğim Kerbela mersiyeleri dinledim.
Bu sempozyum Doç. Dr. Gevher Gökçe'nin 2000 yılında trafik kazasında ölen öğrencisi Deniz Yolaç'ın anısına başlatılmış. Daha sonra ölümün konuşuluyor olması istenmiş. Ve... Sempozyum kaybedilen bütün diğer öğrencilerin anısına dokuz yıldır devam edip bu güne gelmiş. Gevher Hoca, bütün sanat dallarının çıkış noktasında mutlaka ölümün bir rolü var, bütün ölümlere karşı sanat ve mizahla direniyoruz diyor.
Gevher Gökçe'nin, Derya Yılmaz'la yaptığı röportajdaki şu cümleleri, sempozyumun anlamını daha iyi ortaya koyuyor:
"Sempozyumda öncelikle ölümün konuşulabilir olmasını istedim. Çünkü çok aykırı konu idi. Ve bence ölümü konuştukça bu korkumuzu üstümüzden atıyoruz ve gençler buna çok açık. Bu dersi çok benimsediler, hakikaten seviyorlar, sempozyumu çok benimsediler.
Aynı zamanda sanatın nasıl ölümden beslendiğini ya da ondan kaynaklandığını konuşabilelim istedim. Aslında sanatın her dalının içinde ölümün var olduğunu görelim istedim. Ve özellikle de - bizim genellikle İstanbul'da oturduğumuz yerden çok yakından tanıma fırsatı bulamadığımız - Anadolu kültürlerinin, Anadolu'nun içindeki, o aslında ölüme bizden çok vakıf olan kadim Anadolu bilgisinin, daha doğrusu bilgeliğinin mutlaka bu sempozyumun içinde bulunmasını, paylaşılmasını istiyorum." diyor.
Sempozyum yarın da devam edecek. Dücane Cündioğlu'nun konferansını keşke dinleyebilsem... Lakin tekrar ofisten kaçabilmem mümkün görünmüyor. Bugün gidebildim ya... Ona da şükür.
Ne diyeyim... Her daim tekrarladığım tılsımlı sözlerimi edivereyim. Hayal et, olur elbet... Du bakalım:)