Aklıma
takmıştım bir kere... Niyetine girmiştim. Hatta
malzemelerimi çoktan hazır etmiştim. Eve gelir gelmez üstümü
değiştirdiğim gibi mutfağa geçtiimm... Sana bir şey söyleyeyim mi...
Döktürdüm...
Döktürdüm... Yalanım yok... İştahlı biriyim. Öyle haldur huldur yemek
yapıp
yemem ama... Asla... Yemeklerimi yaparken çok özenirim. Du bi... Her
zaman özel bir törenle hazırladığım "Gelin Pilavı"nı nasıl
yaptığımı sana anlatmaya karar verdim. "Gelin Pilavı" çok özel
ilgi isteyen bir yemektir. Düşünsene... Yapacağım yemeğin adında
"gelin"
varsa eğer, düğüne hazırlar gibi itina göstermek gerekmez mi? Üstelik bu
pilav
farklı bir bulgurdan, frik bulgurundan yapılır. Gelimiz frik bulguru,
Güneydoğu
Anadolu yöreli, muhtemelen Gaziantepli'dir. Hemen hayal çarklarım
çalışmaya
başlar... Gelini Gaziantep'ten alıp bizim köye getirdiğimizi farzederim.
Getirirken de "Yüksek yüksek tepelere ev kurmasınlar… Aşrı aşrı
memlekete
kız vermesinler… Annesinin bir tanesini hor görmesinler” türküsünü
söyletirim.
Biraz ağlatırım. Aaa!.. Gelin hem ağlayıp hem gitmez mi? Biraz ağlamak
yaraşır haspaya! Bu frik bulguru, normal bulgurlardan farklıdır. Açık
yeşil
renktedir. Gelinimizin kendine has bir kokusu vardır. Sanki hoş bir is
kokusu hissederim. Buğday başağı daha tazeyken alınıp sazların arasına
yerleştirilmiştir. Sazlar biraz yakılmıştır. Başaklara is kokusu sinmesi
sağlanıp, tütsülenmiştir. Bu gelin çok özeldir. Daha büyütülürken özen
gösterilmiştir. Yoksa burada okadar bulgur varken, gelin diye neden taa
memleketimin Güneydoğu yöresinin frik bulgurunu alayım, öyle değil mi?
Soonraa... Diğer bulgur cinslerinden daha pahalıdır. Diyeceğim odur ki,
böyle
özel bir gelini düğüne hazırlarken, özel bir itina göstermek gerekir.
Ben bu
yemeği zaten bir düğün töreni şenliği içinde hazırlarım. Bak
anlatacağım, aynen
şöyle...
Önceee... Bulguru ıslatmak için kullandığım kasemi iki
avucumun içine alırım. Bu kase bana, sanki akça pakça bir hanımın,
gülümsediğinde oluşan, tek yanaktaki gamzesini anımsatır. Bu nedenle adı Gamze
Hanım'dır. Ben, bazı eşyalarıma isim veririm. Hele emektar eşyalarıma
yakıştırdığım isimlerin ardına mutlaka hanım ya da bey gibi saygı terimlerinden
birini eklerim. Onlar benim işlerimi gören eşyalar. Mutlaka saygıyla
anılmalılar. Kaseyi şööleee usulca tezgaha bırakırım. Haşin davranarak sert
bırakmak, korkutup "takk!"diye çığlık atmasını istemem. Asla
kıyamam... Frik bulgurunu Gamze Hanım'ın içine, nasıl itina ile dökerim
anlatamam. Böylece "Gelin Hamamı" törenine geçiveririm. Gelinimizin
üzerine kaynar suyu korkmadan boşaltırım. Ah!.. Bilirim ki firik bulguru sıcak
suyu çok sever. Şöyleee bir bırakır sıcak suya kendini, yorgunluğunu iyice silker
döker. Rahatlar... Bir nebze düğün heyecanını atar... Yarım saat içinde
ilk sıkıntılarından kurtulup, ferahlar.
Bu
arada, bir tencerede bir kaç parça tavuk parçasını haşlamamam
gerekmektedir. Çünkü hem
suyunu hem de etini kullanacağım bu yemeğimde. Ayrıca sen de yapar mısın
bilmiyorum. Ben her daim haşlanmış bir kase nohut bulundururum
soğutucumun bir yerinde... Eğer nohut pişireceksem biraz fazlaca nohut
kaynatırım. Fazlasını dondurucuda
saklarım. Hem çalıştığım hem de kırk tarakta bezim olduğu için böyle
pratiklikler hayatımı kolaylaştırır. Gerekince elime geliverirler işte
böyle...
Yarım saat doldu ve bulgurumuz kendini şöyle bir saldı, rahatladı değil
mi? "Olmaz ki
bu kadar ama!" derim. Şimdi kızımızı biraz silkeleyip kendine getirmem
gerekir. Düğünümüz var ya! Bir süzgeç içinde soğuk suyun altına tutmam
gerekir ki toparlasın kendini. Ama söylerim önce... Derim ki: "Sakın
korkma e mi? Şimdi
soğuk su ile yıkıyacağım seni. Düğüne kadar canlanmalısın öyle değil
mi?" Anlar beni. Zaten gurbette... Anne yok.. Baba yok.. Ses çıkarmaz.
Ne yapsın?
Sessizce boyunu büker söylediklerime. Bol soğuk suyun altında çok ama
çok
yıkanmalıdır. Parmaklarınla tanelerini okşayarak. Bu yemeğin en önemli
ipuçlarından biridir. Asla unutulmamalıdır. Çok yıkanacak. Hem de
iyice...
Hırpalamadan ama... İlla sefkatle...
Ocağın üstündeki tencerede bir kaşık tereyağ eritilir.
Yıkanan bulgurumuzun şimdi şööle bi yağlanma, güzelleşme zamanı gelmiştir. Tencerede sıcacık yağ
içindeyken bulgur, tahta kaşıkla bir süre kavrulur. Kavrulurken mutlaka bir
kere "ettehiyyatü" duası okunur. Bu duanın içinde
"berekatü" geçer ya, bu dua okunursa eğer, bereketli ve lezzetli olur
bütün yemekler. Bu dua annemden bana vasiyettir. Her yemeğime okurum. Gerçekten
okadar bereketli olur ki, inanmak için illa denemek gerekir. Misal, habersiz misafir geldi, acele
yemek yapacaksın. Malzemen az, yetmez diye telaştasın. Bu dua ile
yaparsan, göreceksin... Yemek ne demek yetmemek... Dolup dolup taşacak. Yendikçe fazlalaşacak. Benden
söylemesi... Bu dua da, yemeklerimin sırlarından biridir! Herkese söylemem... Valla sevildiğini bil.
Tencerenin kapağını kapatınca yalnız hissetmesin kendini diye, Anadolu'dan bir
arkadaş veririm eşliğine. Daha önce pişirip hazır ettiğim nohutları... Şöyle
bir karıştırırım nohutla bulguru beraberce. Sevinirler birbirlerini
görünce... Sanki hasret giderir gibidirler. Üzerlerine nefaseti yerinde tavuk
parçalarıyla tavuk suyunu katarım. Biraz tuz biraz karabiber elbette... Düğünümüzün tadı tuzu
yerinde olsun diye... Tencerenin kapatırım kapağını... Kısarım ocağın ateşini
en düşüğe... Bırakırım yavaş yavaş pişsinler birlikte... Bulgur suyunu
çekince ocaktan alırım tenceremi, yandaki Nihale Hanım'ın üzerine.. Kapağını
açarım bakarım... Aman Allahım... Bir de ne göreyim?.. O ne? Frik bulguru, nohut, tavuk ve tavuk
suyu bir kaynaşmışlar, hemhal olmuşlar hepbirlikte...
Oyy..Oyy..Oy... Bu
"Gelin Pilavı" tadından yenmez... Bi de yendi mi? Hep
istenir... Vazgeçilmez:)