27 Haziran 2023 Salı

Arınma Gecesi'nden Sonra Celal Kadri Kınoğlu'nun Peşine Düştüm:)

 

Eğer bu programı seyretmediyseniz, yazık size, diyebilirim. Mutlaka görüp dinlemelisiniz. Şahane muhabbet ediyorlar. 

Flu TV'deki Arınma Gecesi adlı bu programda,  İlker Canıklıgil, Erkcan Özcan, Aytuğ Akdoğan'la birlikte dinlediğim Celal Kadri Kınoğlu'nun resmen müptelası oldum.

Bulabildiğim tüm sohbetlerini dinledim. Hep konuşsun hep dinlerim. 

Son tahlilde, Celal Kadri Kınoğlu'nun takibindeyim. 

"Armağan" adlı kitabını sipariş ettim. Gözüm yolda. Beklemekteyim:)


Buradan buyrunuz, bir kaç muhabbeti... 

https://www.youtube.com/watch?v=WseUCEqg5-w

https://www.youtube.com/watch?v=SUzdUcixsug

https://www.youtube.com/watch?v=I_5U8dFju4s

https://www.youtube.com/watch?v=EMtYpEfWw-k

https://www.youtube.com/watch?v=erMC-u9cRAo


21 Haziran 2023 Çarşamba

Eski Öykü Deneme / İnsan Yürek Acılarını Sevmeli

"Çölde

Bir yaratık gördüm, çıplak vahşi.
Çömelmiş oturuyor
Yüreğini ellerinde tutuyor
Yiyordu.
Dedim ki: “tadı güzel mi dostum?”
“Acı, acı,” diye karşılık verdi;
“Ama seviyorum
Çünkü acı
Ve benim kalbim.”

H.Crane

Müzik 

Bu gün hep arazide koşturup durunca, eve gitmeden önce kahve molası vermek istedim.   Yumuşak adımlarla  köşedeki kafeye doğru ilerledim. İlk güz rüzgarı tatlı tatlı esmekteydi. Rüzgârın tenimi üşütmesi hoşuma gitti.  Bu esinti, daha bir kaç hafta önce nasıl değişik  tat veriyordu. Sıcaktı. Yakıyordu. Şimdi… Sonbaharda farklı.  Artık serin esiyor. Diriltici. Önümüz kış. Kimi zaman dondurucu olacak. Sertleşecek.  Bazan önünde ne varsa peşi sıra sürükleyecek. 

Mevsimler, hayatlar gibi kendi mecralarında akıp gidiyor, diye düşünerek yürümeyi sürdürdüm. Omuzlarıma uzadığından beri saçlarımı artık hiç toplamıyorum. Yürürken esintinin ritminde saçlarımın dans etmesini, kimi zaman yüzüme doğru uçuşan saçlarımı tek elimi enseme sokarak arkaya ittirmeyi, mutlulukla alınan her nefesi, sağlıkla atılan her adımı, özgürce dolaşmayı,  bilmediğim yepisyeni duygularımın varlığını keşfetmeyi seviyorum.  Bir zamanlar böyle miydim? Bana hüzün veren her durumda dünyanın sonu geldi diye düşünürdüm.  Gene olmuyor mu? Oluyor elbette. Ama o eski  günleri iyi ki yaşamışım diye düşünüyorum. Size bir şey söyleyeyim mi? Anılar acı bile olsa beyaz tülbentlere sarılıp saklanmalılar. Sonra ömrün farklı mevsimlerinde çıkarılıp merhem niyetine hayata sıvanmalılar.

Bakın şimdi… O yıl liseye başlamıştım.  Vee... İlk kez aşık olmuştum.  

Yo, o benim  hiiiçç farkımda değildi. Güzel değildim. Ya da, o vakitler "aslında her kadın güzeldir"’i henüz öğrenmemiştim. Sivilceliydim. Okul giysim üzerimden dökülürdü. Saçlarım erkek çocuk gibi kısacık kesilmişti. Gözlerim bozuktu. Tam beş numara. Kara çerçeveli, kalın camlı gözlüklerim vardı. Dikkat çekecek hiç bir özelliğim yoktu öyle söyleyeyim.  O ise çok yakışıklıydı. Okulun güzel kızları onunla çıkmak için yarışırlardı.  

Bizim eve yakın otururlardı. Her sabah balkonda gizlice beklerdim. Onun uzaktan geldiğini görür görmez hemen kapının önüne inerdim. O farkında olmazdı. Okula giderken aynı kaldırımdan yürürdük. Çok çocuktum. Çocukluk ne güzeldi. Arkasından onun yürümesini izlemeyi severdim. Adımlarımı onunkilerle eşleştirirdim. O sağ adım atardı. Ben sağ adım atardım. O sol adım atardı. Ben sol adım atardım. Böylece sanki birlikte yürüyormuşuz gibi hissederdim.  

Güz hemencecik geliverirdi. Bazan şehrimin asırlık çınarları  yapraklarını konfeti gibi onun omuzlarına dökerdi.  Bazan yapraklar  kuzguni siyah saçlarına asılı kalırdı. Elini kaldırır, saçlarındaki yaprakları teker teker alırdı. 

Kimi günler daha keyifli olur, yürürken Gipsy Kings’in  o vakitler çok meşhur olan No Volvere şarkısını ıslıkla  çalardı. İşte o an.. O’nun ıslıkla şarkının ezgisini mırıldandığını işitirdim ya… Yüreğim sevinçle kanatlanırdı sanki. “Aşık olmak ne güzel şey!” diye düşünürdüm.  Okulun kapısına gelirdik. Bahçe kalabalık olurdu. O arkadaşlarıyla şakalaşır, sınıfına doğru giderdi.  Ben sınıfıma giderdim. Bütün gün hülyalara dalardım.  Neden aşk üzerine hep fena öyküler anlatılırdı ki? Şarkılar neden hep aşk acısından bahsederdi? Bence onlar aşkı bilmiyorlardı. Çünkü aşık olmak insanın içini sevinçle dolduran tatlı bir histi. 

O sabah… O sabah gene adım adım peşinden gitmiştim.  O sabah var ya beni ilk kez fark etmişti.  Hatta ilk kez bana gülüp “Günaydın” demişti. Düşünebiliyor musunuz halimi? Tepeden tırnağa pespembe kesilmiştim. Olduğum yerde kalakalmış, ıslık çalarak yürümesini  şaşkınlıkla izlemiştim. Sonra hızlı adımlarla arkasından yetişmiştim. Eteklerim zil çalmıştı. Görüyordum... Yüreğim o gün okula benden önce varmıştı.

Okulun kapısına geldiğimizde  bir kız ona doğru geldi. Sanırım o kız çok güzeldi. Gördüm. Birbirlerine güldüler. Ve o… O…  O… Güzel kızı öptü. Sonra o güzel kızın elini tuttu.... Ve... Güzel kızın elini tutarak gitti....  İlk kalp acısını o gün hissettim işte... Ve o gece bir rüya gördüm. Rüyamda çömelmiş oturuyordum. Elimde yüreğimi tutuyordum.  Ter içinde uyandığımı çok iyi hatırlıyorum. Elimi korkarak yüreğimin üzerine koymuştum. Hissediyordum. Kalbim fena halde acıyordu. Feci bir histi. Tuhaf... Benim kalbim… Benim acımdı ya… Bu acıyı sevmiştim. 

Şimdi oturduğum kafede Gipsy Kings No Volvare’yi söylüyor.  Elimi yüreğime koydum. İnsan yürek acılarını sevmeli diye düşünüyorum. Kahvemin son yudumunu aldım. Az sonra kafeden çıkacağım.  Sonbahar rüzgarında  dalgalanarak yüzüme dökülen saçlarımı elimi enseme sokarak arkaya doğru attıracağım. Gipsy Kings’in  melodisini ıslıkla çala çala hayata dalacağım.


NOT
Eski bir deneme öyküm. Üstelik bir sonbahar yazısı... 
Rüzgarı hoşuma gitti. 
Belki denk gelen birilerine dokunur, iyi hisler geçirir, diye düşündüm.
Müzik eşliğinde okumak hoş:)
Gerçekten!
Dener misiniz?

10 Haziran 2023 Cumartesi

Bazan Kelimesini Hep Sevdim:)

 


"Bazan hiçbir şey yapmaz, sessizce otururduk."



NOT 
Orhan Pamuk'un - Masumiyet Müzesi romanından bir cümle,
Jim Jarmusch'un  - Stranger Than Paradise adlı filminden bir kare.

6 Haziran 2023 Salı

Türkiye'nin Tek 4 Kadınlı Programı'nı Takip Ediyor musunuz:)

 

"Türkiye'nin tek 4 kadınlı programı Only Cans'e hoşgeldiniz." diye başlayan programlarını ilgiyle, sevgiyle, gülerek  takip ediyorum. 

Mesela neler konuşuyorlar;

Bir şehir olsak hangisi olurduk, ne dersek feministlikten atılırız, koca nereden bulunur, nereli olmalıdır, devrimci bıyığı sevgisi,  ayrılık konseptli sohbetler, tozlu lise defterleri, üniversitedeki yurt anıları, estetikte doğallık modası, kediler mi bizi yönetiyor, fazladan organ seçme hakkımız olsa ne olurdu, kime göre neye göre fakir, Napolyon'un gideri, Greud'un annesi,  manitayla halı saha, Z kuşağı beklentileri, yanlış kişiye atılan mesajlar, yanlışlıkla gittiğimiz yerler, aşk acısından kurtulma taktikleri bıdı bıdı bıdı bıdı:)

Oh! Kadın kadına muhabbet lezzeti emsalsizdir. Çok eğleniyorum. Tavsiye ederim. Arz ederim.😆

Sosyal medyadan takip etmek için: Deniz Özturhan @dozturhan Eda Özyurt @edaozyurtt Tuba Ulu @ladymalumat Hande Yögen @handehanimcim

Mutlaka Gidin. Aklınız Çıksın.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın şaheseri Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nün tiyatroya uyarlandığını üstelik Serkan Keskin tarafından yorumlandığını duyar duymaz atladım gittim.  Seyrederken, vay arkadaş, dedim. Sahiden  aklım çıktı. 

Hayal Kahvem'e Serkan Keskin'in o şahane performansını anlatmaya niyetlenmiştim. Dün gece instagramda Murat Menteş'in  aşağıdaki yazısına denk geldim. Daha iyisini yazamam diye, aldım buraya yapıştırdım. Kitabı okumadıysanız okuyun, bilet bulun, oyunu seyredin... Aklınız çıksın. Yazık olur size. İlla yapın. 

MURAT MENTEŞ;

"SAE’nin sahneye uyarlandığını duyunca heyecanlandım. Hayri İrdal’ın, Halit Ayarcı’yı, Doktor Ramiz’i, hala’yı, eşi, müfettişi… onlarca kişiyi Serkan Keskin’in canlandırdığını öğrenince de şaşırdım. Acaba nasıldı? Ara tara bilet bulamadım. Dostum @parttime_saint birlikte gitmeyi önerdi, gittik.

Aklım çıktı. Yönetmen-Yazar Serdar Biliş, romanı kusursuz bir denge, tutarlılık ve bütünlükle sahneye uyarlamış. Sinema ve tiyatronun olanaklarını birleştirmiş. 

Serkan Keskin ise, SAE’yi besbelli çok iyi özümsemiş. Romanın suyunu sıkıp içmiş sanki, Tanpınar edebiyatı Serkan Keskin’in kanına karışmış adeta. Karakterleri öyle yetkinlikle canlandırıyor ki, Tanpınar’ın ihtimamını, gönül genişliğini, zihin açıklığını, sanatsal ustalığını her an hissettiriyor, mükemmelen yansıtıyor. 

Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün bu kadar iyi anlaşıldığını [okunduğunu] Tanpınar görseydi keşke. 

SAE, 1954’te gazetede tefrika edilmiş ve 1961’de, Tanpınar’ın öldüğü sene yayımlanmıştır. 

SAE, insanların, [giderek toplumun] yanlışlar, anormallikler, haksızlıklar, beklentiler, yanılgılar… etrafında nasıl kenetlendiğini anlatıyor. Bilimin ve düşüncenin çıkarcılıkla ve şarlatanlıkla ne gibi şekillere sokulduğunu gözler önüne seriyor. Bu bozukluklar içinde sürdürülen, ziyadesiyle ciddi düzenlilik iddiasının gülünçlüğünü işaret ediyor. Hayri İrdal’in şahsında, bize özgü normalliğin, sıradanlığın sebeplerini, arkasında ne tür bir karmaşıklığı gizlendiğini anlatıyor. Tanpınar, bozbulanık kaderimizi müşfik bir tutumla uzun uzun inceliyor. 

Tiyatro uyarlaması, Tanpınar’ın entelektüel enerjisini, yücegönüllülüğünü, kılı kırk yaran dikkatlerini harikulade bir şekilde yansıtıyor. Hayranlıkla izledim. Öyle ki, romana dair kavrayışımı pekiştirdi bu piyes. Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü, bu edebiyat şaheserini okuyunuz ve tiyatroya koşunuz.

@serdarbilis ’i, @enistesigelmis ’i ve eserin sahnelenmesinde emeği geçen herkesi gönülden kutluyorum."

Böyleyken böyle.