Ordu Kabe’yi yıkmak için tam Mekke önüne geliyor ki ilkin büyük fil kapının önünde oturuyor ve ne yapsalar hareket ettiremiyorlar. Sonra daha önce o bölgede hiç görülmemiş kuş sürüleri bir anda ortaya çıkıyorlar. Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşlar ve balçıklarla askerlere saldırıyorlar. Koca bir ordu kuşların saldırısında feci şekilde telef oluyor. Böylelikle kutsal Kabe korunmuş oluyor. Mekke şehrindekiler de bu olayı hayretle seyrediyorlar.
31 Ağustos 2009 Pazartesi
"Fi Tarihinden Kalma" Ne Demektir?
Ordu Kabe’yi yıkmak için tam Mekke önüne geliyor ki ilkin büyük fil kapının önünde oturuyor ve ne yapsalar hareket ettiremiyorlar. Sonra daha önce o bölgede hiç görülmemiş kuş sürüleri bir anda ortaya çıkıyorlar. Gaga ve pençelerinde taşıdıkları taşlar ve balçıklarla askerlere saldırıyorlar. Koca bir ordu kuşların saldırısında feci şekilde telef oluyor. Böylelikle kutsal Kabe korunmuş oluyor. Mekke şehrindekiler de bu olayı hayretle seyrediyorlar.
30 Ağustos 2009 Pazar
Edebi Bilmeceler
4- 1999 da yürüdüğü bankete çıkan minübüsün çarpması sonucu, bacağının alt kısmı en az dokuz yerden kırılan, sağ diz kapağı ortasından içeri göçen, kalçasında kırık ve çıkık, omurgasında sekiz kırık meydana gelen, kafasına otuza yakın dikiş atılan ünlü yazar kimdir?
5- Kıpırtısız dururlar;güneşe bakar, tehlike gözler, av bekler gibidirler.; ya da yaşadıklarını unutmuş gibi dururlar…. Dünyanın eski, çok eski bir çağının bugün bizlerle birlikte yaşamakta olduğunu anımsatırlar bize. Bu nedir?
1.Cevap – Zanzalak Ağacı – Bilge Karasu – Troya’da Ölüm Vardı – Sayfa 43
2.Cevap – Venezüella – Ece Temelkuran – Biz Burada Devrim Yapıyoruz Sinyorita – Sayfa 182
3.Cevap - Eşi Hz.Ayşe – Necip Fazıl - Peygamber Halkası – Sayfa 119
4.Cevap – Stephen King - Stephen King – Yazma Sanatı – Sayfa 272
5.Cevap – Kertenkele – Bilge Karasu – Narla İncire Gazel – Sayfa 19
28 Ağustos 2009 Cuma
Hafıza Ne Acayip Bir Kutu,İnsanı Şaşırtıyor!
26 Ağustos 2009 Çarşamba
Haydi, İçinde İstanbul Geçen Şarkıları Söyleyelim!
Artık günümüze gelinmelidir. Cilveli cilveli " Kız sen İstanbul'un neresindensin?" şarkısını söylemelidir. "Duruşun andırır asil soyunu, Hisar, Kuruçeşme, sahil boylu mu? Arnavutköylü mü Ortaköylü mü? Kız sen İstanbul'un neresindensin? Bilmem sözlü müsün, ya nişanlı mı? Sevgilin yaşlı mı, delikanlı mı?Emirgan, Bebekli, Aşiyanlı mı?Kız sen İstanbul'un neresindensin?" şarkısıyla tüm İstanbul semtlerini dolaşırız bir bir.. Hey! Haydi Ajda Pekkan 45 liklerine gelelim!... Fecri Ebcioğlu'nun sözleriyle Türk pop müziğinin resmi açılış şarkısı olarak kabul edilen şarkıyı söyleyelim... "Bak bir varmış bir yokmuş, eski günlerde, Tatlı bir kız yaşarmış, Boğaziçi'nde. İşte bir sabah erken, masal böyle başlamış Delikanlı genç kıza, iskelede rastlamış Bakışmışlar göz göze, gören kimse olmamış Fakat denizde dalga, oynamaya başlamış!" Ne şahane şarkılardır! Bu şarkıları söylüyorken, unutulur günlük dertler kasavetler birer birer... Peki şu şarkıya ne diyeceksiniz? "Ay beyaz deniz mavi eylenin kizlar Yarinden ayrılanın yüreği sızlar Sandalimiz sanki ucan bir kuştur Hayat dalgalar gibi bazen yokuştur Emirgan'dan Marmara'ya Kınalı Büyükada'ya, Aşkımızı mavi suya gizleyelim yah yah!"
Ahh! Ya Mazhar Fuat Özkan'ın o en güzel İstanbul'lu şarkısı.. Ah! Hem de şarkının sözleri içinde yağmur varsa... Ağlatmaz mı bu şarkı insanı... "Bu sabah yağmur var İstanbul’da, Gözlerim dolu dolu oluyor bilinmezliğe, Anne sözü dinler gibi masum, Ağladım bu sabah" Peki gene bir hüzünlü şarkı ile devam etmelidir. Demelidir ki: Uzanıp Kanlıca’nın orta yerinde bi taşa, Gözümün yaşını yüzdürdüm Hisar’a doğru, Yapacak hiçbir şey yok gitmek istedi gitti, Hem anlıyorum hem çok acı tek taraflı bitti, Bi lodos lazım şimdi bana, bi kürek, bi kayık, Zulada birkaç şişe yakut yer gök kırmızı, Söverim gelmişine geçmişine ayıpsa ayıp, Düşer üstüme akşamdan kalma sabah yıldızı, Ah İstanbul İstanbul olalı, Hiç görmedi böyle keder, Geberiyorum aşkından, Kalmadı bende gururdan eser"
Şimdi bir Edip Akbayram şarkısına geçmek "Salkım salkım tan yelleri estiğinde, Mavi patiskaları yırtan gemilerinle uzaktan seni düşünür düşünürüm İstanbul "demek lazım... Bir Levet Yüksel şarkısıyla sonuna gelmeliyiz artık İstanbul seyahatimizin... Demeliyiz ki : "Saçlarını dağıtır rüzgar, Yeditepe üzerinden, Hatıralar tarihin küllerini savurur, Kadın gibi, kısrak gibi sarılayım gel ince beline, Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından" Heyy! Yarim İstanbul gel öpeyim gerdanından! Yollar biter, içinde İstanbul olan şarkılar bitmez! Hele bir de Türkülerimiz vardır İstanbul'a ilişkin. Başlamayayım... Bu yazı da bitmez! Böyle işte. Bugün de durumlar bu merkezde! Aaa! Biz Heybeli'de her gece mehtaba çıkmaz mıydık Dilek'le?!Yok yok, Heybelide değil! Değirmendere'de... Ama... Bekle bizi İstanbul!.. Dilek bizim köye dönsün bi hele!..
25 Ağustos 2009 Salı
Ruhumu Sürmüşem Sana. Seni İçime Manzara Yapmışam.
Kitapları filme çekilen aynı zamanda senaryo yazarı da olan Osman Şahin’in bir öyküsünden alıntıladığım bu cümleleri tekrar tekrar okumaya doyamam. Memleketimin doğu bölgesi şivesi ile yazılmış bir öyküdür. Aynı zamanda filme de uyarlanmıştır. Çarpar insanı bu öykü okuyunca... Resmen çarpar... Ağalık, ırgatlık düzeni içinde yaşanan trajedik bir aşk hikayesidir. Zeli henüz bir kaç aylık körpe bir gelindir. Güzeller güzelidir. Kocası Keto onu ta Hurig köyünden kapıp getirmiştir. Cercis Ağa'nın ırgatıdırlar. Öküzleri, tarlaları, oturdukları dam, hayvan bağladıkları kazık bile Ağa'nındır. Cercis Ağa'nın kardeşi Küçük Ağa tebelleş olur Zeli'ye. Yazar bu öyküsünde Küçük Ağa için kaba saba bir ağa tipi çizmez. Sessiz, romantik biridir Küçük Ağa. Ne yapar Küçük Ağa mesela Zeli'ye? Para vermek ister. Zeli almaz. Başka bir gün Zeli'nin taşıdığı su kovasının içine birkaç saç tokasıyla, bir tutam çiçek atar gider. Zeli içinin tokası ve çiçeğiyle devirir döker kovayı yere. Nefes nefese eve varınca kocası Keto anlar değişik bir durum olduğunu ve anlattırır Zeli'ye Küçük Ağa'nın yaptıklarını. Ne yapsın şimdi Keto? Bir yanda güzeller güzeli karısı Zeli, diğer yanda Küçük Ağa... Keto, bir daha kendisine Küçük Ağa bir şey verirse almasını söyler karısına. Bakalım niyeti nedir Küçük Ağa'nın? İyice anlamak gerekmektedir.
23 Ağustos 2009 Pazar
Kardeşle Bir Ramazan Gecesi
22 Ağustos 2009 Cumartesi
Hasan'ı Anlatınca, Havva'yı Anlatmazsam Olmazdı!
20 Ağustos 2009 Perşembe
Türkçe Özlenir mi Sence?
Bu öykü Refik Halit Karay'ın Eskici adlı öyküsü. Mutlaka bilirsin. Çünkü Edebiyat derslerinde okutulurdu. Oturdum kitapçıdaki sandalyeye... Önce bir göğsüme bastırdım kitabın Eskici yazan sayfasını. Nasıl özlemişim! Hasretle kucakladım. Sonra usul usul okumaya başladım. Okumayan varsa mutlaka orijinalinden okumalıdır. Kısaca konusu şöyle:
Bu öyküyü ilk okuduğumda çok küçüktüm. O kadar etkilemişti ki bu öykü beni, ben de iki damla göz yaşı dökmüştüm. Şimdi bugün tekrar okudum ya Refik Halit Karay'ın Eskici adlı öyküsünü, gene boğazıma bir yumru oturdu... Gene genzimde bir yanma oluştu... Gene gözlerim doldu. Öyküler insanlık hallerini anlatıyorlar ya, hayret bir şekilde okuyanı nasıl etkiliyorlar. Edebiyat büyük bir sanat. Peki anadilimiz Türkçe? Ece Temelkuran bir yazısından hatırlıyorum. Beyaz peyniri değil, şunu bunu değil en çok Türkçe'yi özlüyor giden diye yazıyordu. O nedenle muhtemelen her giden er yada geç geri dönüyor. Efkar, Türkçe bir duygu çünkü ve bu ülkede doğanlar efkarlanmadan yapamıyor!
19 Ağustos 2009 Çarşamba
Kitap Okurken Kitap Dışı Konuları Merak Etme Durumları
İşgal yıllarında Viyana’da yaşarlar. 1920 de İstanbul’a döndüklerinde Lüsyen Hanım Dük dö Soranzo’ya aşık olur ve şairimizden ayrılır. Venedik’e yerleşir dükle. Bu arada şairimizle mektuplaşmaktadırlar. Abdülhak Hamit Tarhan boşuna “sensiz de seninle de yaşanmaz!” dememiştir anlaşılan. Dükle evliliğinde hüsran yaşayan Lüsyen Hanım yedi yıl kadar sonra şairimize geri döner. Lüsyen Hanım 33, şairimiz ise 75 yaşlarındadırlar artık. Evlilikleri şairin 1937 de ölümüne kadar sürer. Lüsyen Hanım’ın Abdülhak Hamit Tarhan’a yazdığı mektuplar bir kitapta toplanır. Ve bence en kısa zamanda bu kitap alınıp okunmalıdır.
Peki hani derler ya, "erkekler sevdikleri kadınların yaşındadır!" diye. Doğru mu bu söz sahiden?Halis Toprak 71 eşi için haydi 18 diyeyim... Aralarında 53 yaş var ya hani... Doğru olur mu böyle bir şey? Aklım almıyor bu kadarını ne yazık ki! Bilmem... Canım bize ne değil mi? Benimki merak sadece işte! Boşver!
18 Ağustos 2009 Salı
İp Kopmadan Önce - Eda Şen
Eda şimdi Ayvalık'a yerleşti. Şahane arkadaşları, ailesi, dostları var. Sağlığı yerinde. Eşi ve kızıyla ilgili anıları capcanlı. Onları anılarında yaşamayı seviyor. Sürekli haberleşiyoruz... Biz de ofisimizde kimi zaman Eda ile anılarımızı anlatıp, bol bol dedikodusunu yapıyoruz. En son Değirmendere'ye geldiğinde ofisçe kızkıza bir geceye gitmiştik. 80'ler Nostalji gecesiydi ve ne kurtlarımızı dökmüş, ne şarkılar söylemiştik hep birlikte. Eda pozitif enerji geçirir çevresindekilere ve hayattaki duruşuyla güçlü bir kadın örneğidir!
16 Ağustos 2009 Pazar
Hayata Dair Bir Yazı ve Bir Kitap
Gelinin zamanı varsa tabi..
Sizi terk ediyorum, diyordu kadın şair Anyte, sizi terk ediyorum, ölüm kara bir örtü geriyor gözlerimin önüne, karanlık gittiğim yer.
Gelin Ninon 24 yaşındadır ve bir HIV hastası olduğunu öğrenir. Ölecektir. Çağın başka bir bela hastalığı… Çağın vebası AIDS. Gino, Ninon’la bile bile evlenmektedir. Müzik duruyor. Gino, Ninon’a bakıyor ve : Mutluluk üstüne tek söz söylemeden bunu gerçekleştirebiliriz, değil mi? diyor. Ninon duraksıyor, sonra gözleri mutluluktan yaşla dolu, Gino’yu öpüyor…
Aslında hikaye bir Paskalya zamanı başlar. Pazar günüdür. Kuşluk vaktidir ve havada kavrulmuş kahve kokusu vardır. Hava güneşliyse, kahve kokusu daha çabuk yayılacaktır. Kör bir adam adak takısı satmaktadır…